- 1310 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yanıbaşımdan Geçip Giden Hayat
Her şey yanıbaşımızdan, saǧımızdan, solumuzdan akıp gidiyor. Güneş doǧuyor, doǧayı ısıtıp, çamaşırlarını balkona asan Emine veya Fatma abla derin bir nefes alarak “bu gün hava ne kadar güzel her taraf cennet gibi” diyerek yanıbaşından geçip giden hayatın güzelliǧini tadarken, çifti iyi mahsüllü bir yıldan elde ettiǧi ürünün kazancıyla sevinerek “bu yılı verimli kapattık” diyerek gönül rahatlıǧıyla bir sigara ve çay içmenin derin zevkini ruhunun derinliklerinde hissedebiliyor. Kendini bilen bir baba veya anne bütün özverilerini ve rezervelerini harekete geçirerek var gücüyle aile yaşamında ki, ödev ve sorumluluklarını yerine getirerek hem kendi mutluluǧunu hemde aile bireylerinin mutluluǧunu saǧlayarak görevini icra ediyor.
Kuşlar havada uçarak doǧanın bir parçası olmanın neşesini kendi önsezgilerinde ki, bilinçle yaşamlarını ormanlardaki böcek, haşarat ve sineklerden oluşan bir menü tablosundan oluşan nesnelerle karnını doyurarak varlıǧını sürdürebiliyor. Doǧa ana ise her yaratıcının temelini oluşturduǧu için bütün bu canlı ve cansız maddlere yön, biçim, deǧişim, yeni oluşumlarla katkıda bulunarak hem kendi metabolizmasını, hemde doǧanın metamorfozlaşmasını saǧlayarak hayatın devamını saǧlıyor. Bütün bunlar bizim farkında olmadan, ama içinde yaşadıǧımız, ve yanıbaşımıdan geçip giden hayatın bir parçası olarak kişiliǧimize kadar derin etkiler bırakıyor.
İyi bir insan, ben insanım diyen ve ruhunda insanlıǧın iyiliǧine ve mutluluǧuna yönelik duygular besleyen her insanı sevmek zorundadır. Bir insan, böyle bir insanı sevmese bile ona saygı duyarak bunu ısbatlayabilir.
Hayatta böyledir. İster saygı duyup onunla haşır neşir olalım, istersede “gelene aǧam gidene paşam” diyerek sırtını sıvazlayalım. Bunu ben biliyorum, fakat içimizdeki ruh darlıǧı ve dışımızdaki sefalet, bizi birer nesne veya malzeme gibi kullanarak miadımızı doldurarak zamanın çöplüǧünde çörümeǧe bırakır. Sonra bütün bunların hayatın zaruri olduǧunu bilerek bir felaket korkusu benliǧimizi sarmalayarak, bir devrin sonun yaklaştıǧını kendi kendimize acı bir haber gibi müjdeleriz.
Oysa hayat yanıbaşımızdan, yanı başımdan akıp giderken, kederini ruhumuza yükleyerek acılarını izler bırakacak şekilde terkeder. Ne biz onsuz, ne de o bizsiz bir mecburiyetin korkusuyla yaşarken, her zaman kaybettiklerimizi geri kazanacaǧımızın sevinciyle deǧilde, umuduyla kendimiz ömür boyu avutarak hayata son noktayı koruz. Bu arada beklenilenin geri dönme ihtimali sıfır olmasına raǧmen biz onu hayallerimizde biraz daha yukarıya çekerek ümitsizliǧimizi bir anlıǧına da olsa terkedebiliriz. Bu bir davula veya trampete gelişigüzel vurulan vurulan çubuklardan çıkan detone sesler gibi yankılanarak paslı kulaklarımızı daha paslandırarak ruhumuzu yormaktadır. Bazen seriler halinde yapılan hatalar, bir daha düzeltilmeyecek derecede yoruculuǧunu sırtımıza yükleyerek; adeta “neden bir, bir kez daha böyle bir hatayı yaptın” diyerek öç alırcasına hançeri yüreǧimize yüreǧimize saplıyor. Bunu yapan ise “yanı başımızdan geçip giden hayat”, kendi metanetini ve soǧukkanlılıǧını koruyarak hiç bir şey olmamış gibi Alp Daǧları serinliliǧini koruyarak ne kadar acımasız olduǧunu gösteriyor.
Hayat, hep onun üzerine düşler kurulan dünyalar, beklentilerin boşa çıktıǧı bir everden başka bir şey olmayan hayat. Nereden bakarsanız bakın! Yaşayanların yüzde sekseni, size ondan memnuniyetsizliǧini daha gözlerin kontaǧında karşısına verecek kadar aciz ve sefaletle dolu satırlardan başka bir şey deǧildir. Onun en büyük delili ve dayanaǧı kendi iç mantıǧındaki, tarifi imkansız tezatlıǧıdır. Varlıǧına sevindiǧimiz, yokluǧunda ölümüne üzüldüǧümüz bir varlıktır hayat heyhatların toplamı olan. Sonunu bile varlıǧına endekslemiş, basit bir jestten çok müptelası olduǧumuz sevgilinin tek adıdır sessizce akıp giden bize inat. Zamanı yenen bir budala gibi, size selam vererek yanıbaşınızda savrulan toz zerreciklerinin fena vaziyetteki hali, fala bakılan bir kahve vey a bir romanın tarot kartlarında uydurduǧu gerçeklerdir bilinmeyen.
Bir merdivendir, sıvası ve taşları dökülmüş, yeniden yapılanmayı ve tamiratı bekleyen, içimizde ki, burukluk gibi. Daha garibi Boǧazda ki Kızkulesi’nden Marmara denizine bakan eski bir yapıdır pervası bakışlarla denize dökülen. Burada denizen binbir türlü maviliǧi, ressamların bile çözemediǧi mavinin binlerce tonudur ona hakim olan. İyi bir ustanın elinde dövülmüş bakır lehvaların üzerindeki desenlerin deniz rengine mücehver havası verdiǧi parlaklıktır suyun üzerinde yüzen. Bazende zamanı geçmiş düşüncelerin denizen derinliklerine düşen bir çivi veya iǧne parçası gibi hayata yüklemiş olduǧu hezimettir. Acının en aǧırını, istrabların en zalimini, marazların en kötüsünü bize tattıran.
İşte yanıbaşımızdan bize inat akıp giden hayat, bu, sıcak renklerin gözlerimizin içine akan bir lezzetin, ruhumuza yüklediǧi lezettsizliktir, bu onun maǧrifetidir. Bunun içinden çıkmak en zor bir sanattır. Dayatmadır. Hulasa anlaşılması ve anlatılması güç, benim de adını tam olarak koyamadıǧım ümitsiliǧin diǧer ayaǧıdır aksayarak yürüyen.
Sizin yanıbaşınızdan geçen hayatın benimkinden daha iyi olması temennisiyle. Saygılar ve mutlu hayatlar diliyorum bu yazıyı okuyan herkese.
Hasan Hüseyin Arslan, 26/27.07.2009, evde.
YORUMLAR
yazıyı okuduktan sonra kendimi melankolinin dibinde buldum..yazdıklarınız aslında çok doğru şeyler..hatta insanların birçoğu için geçerlidir..belki şanslı doğanlar dışında onlarında hayatla ilgili dertleri de vardır kendilerince..maddi anlamda değil..yaşamda şanslı insan olarak değerlendirdiğimiz insanlar için söylüyorum....sürüler için geçerli olan herkes için geçerli değildir de denilebilir yazı için ..çünkü yazıda farkındalık var yaşam konusunda..sadece ve sadece yaşamış olmak için yaşamamak var hayatı..kaleminize yüreğinize sağlık
Bir merdivendir, sıvası ve taşları dökülmüş, yeniden yapılanmayı ve tamiratı bekleyen, içimizde ki, burukluk gibi. Daha garibi Boǧazda ki Kızkulesi’nden Marmara denizine bakan eski bir yapıdır pervası bakışlarla denize dökülen. Burada denizen binbir türlü maviliǧi, ressamların bile çözemediǧi mavinin binlerce tonudur ona hakim olan. İyi bir ustanın elinde dövülmüş bakır lehvaların üzerindeki desenlerin deniz rengine mücehver havası verdiǧi parlaklıktır suyun üzerinde yüzen. Bazende zamanı geçmiş düşüncelerin denizen derinliklerine düşen bir çivi veya iǧne parçası gibi hayata yüklemiş olduǧu hezimettir. Acının en aǧırını, istrabların en zalimini, marazların en kötüsünü bize tattıran.
İşte yanıbaşımızdan bize inat akıp giden hayat, bu, sıcak renklerin gözlerimizin içine akan bir lezzetin, ruhumuza yüklediǧi lezettsizliktir, bu onun maǧrifetidir. Bunun içinden çıkmak en zor bir sanattır. Dayatmadır. Hulasa anlaşılması ve anlatılması güç, benim de adını tam olarak koyamadıǧım ümitsiliǧin diǧer ayaǧıdır aksayarak yürüyen.
Sizin yanıbaşınızdan geçen hayatın benimkinden daha iyi olması temennisiyle. Saygılar ve mutlu hayatlar diliyorum bu yazıyı okuyan herkese.
hayat
göz açıp
kapamak kadar kısadır.
dolu dolu yaşamak gerekir.
saygılar.