- 1076 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SENİ DÜŞÜNÜYORUM
Seni düşünüyorum. Buğulu bakışlarını... Bazen bakışlarımı yakalayıp gözkapaklarınla sorduğun ’ne var’ sorusunu... Hiç dilimizi kullanmadan bakışlarda anlattığımız sevdamızı düşünüyorum. Sevinçli bir hikaye okurmuşcasına gülen gözlerin aklımın en ücra köşelerinden yakalıyor beni. Sonra yokluğuna koyuyorum tüm bunları. Hayata tutunabilmek için yokluğunda, en küçük zerresine bile ihtiyaç duyuyorum senli anların. Sana bakmaya doyamaz iken şimdi çok uzağında olmak ruhumu soluklaştırıyor. Almaya çalıştığım nefesler birbiri üstüne yığılıp bir intihar güncesinin küçük parçalarını oluştururlarken, bu şehir bir ihtilal sonrası haraplığıyla inzivaya çekiliyor.
Şimdi herşey silik. Canlı cansız herşey bir yokluk kapısından girip çıkıyorlar. Giderek matlaşan doğa gittiğinin ertesi hüzünleri nasıl taşıyacak? Kendine özgürlükten elbise biçtiğini düşünen deniz, yuvasından fırlayıp tutamadığı ellerinin giyotin boşluğunda nasıl da çırpınıyor... Göğsünü döven bir kadının acısında zincirlerini kırmak istermişcesine kıyılarına indirdiği yumruklar bir bir geri dönüyor kendi bedenine. Çıldırıyor işte o an! Giydiği elbisenin bir özgürlük elbisesi olmadığını anlıyor. Belki de giyindiği sensizlik kadar can çektiriyor üzerine düşen binlerce insana. Kimbilir, çok uzaklarda bir yerlerde tuttuğu bir düşü ağlamaktan sırılsıklam olmuş sudan elbisesine bastırıyor. İnleyen göğsünde yaralar açıyor vurulan her yumruk, düşen her gözyaşı...
Su ıslanır mı? Sırılsıklam olur mu kendi damlasından? Ateş yakar mı kendini kendi alevinde? Islanıyor işte... Yakıyor ateş kendini kendi alevinde... Varamadığı yolların tüm geçmişlerini vurup sırtına yorulan bir çaresiz gibi. Çaresiz!
Nasıl da ağırlaşıyor giderek hava. Boğmak istercesine kendini düğüm düğüm bağladığı kabarcıklarını saldığı tüm evren can çekişiyor. Sanki yer, sevdası dillere destan olmuş göğünden ölüm soluyor. Oysa ne büyük sevda idi, tarihin sonsuz geçmişinden sonsuz geleceğine uzanan. Yer ve gök sevdası... Sevgilisini öpmek için bulutlardan dudaklarını uzatırken gök kimbilir hangi müthiş hazzı yüreğine dolduruyordu. Üzerine tir tir titrerken saldığı rüzgarlar, yerin saçlarını dalgalandırırken güneşten gözlerinde nasıl bir sevinç ışığı yanıyordu. Yıldızlarını yayıp bir kilim gibi güzelliğini taçlandırdığı sevgilisinin bir zerresine bile zarar gelmesin diye nasıl da kol kanat geriyordu. Yer ve gök... Sevdadan sırılsıklam olmuş göğüslerini bir yalnızlık telaşında dövüyor şimdi.
Ve şimdi... Özlem kokuyor her yanım. Giderek soluklaşan ruhumu salıyorum gittiğin yollara. Herşey, herkes bir ıstırap abidesi gibi düşerken duyularıma bir sığıntı gibi fotoğraflarına sarılıyorum. Dokunamadığım saçlarının boynumda dağılan hayalinde vuruluyorum gözlerine. Her öpüşünden sonra, yeni kavuşmuş gibi, birbirine değen bakışlarımızda kalakalıyorum. Omzunun ovaline dökülen ellerimin tadında kalmak istiyorum. Nefesinle tütsülediğin tenim sımsıkı sarılıyor kendi kendine. Anlıyorum o an senden farksızlaştığımı. Anlıyorum o an neden bu kadar acı çektiğimi.Sana birşey olmasın diye ardınsıra saldığım ruhum bedenime dönene kadar cansız kalacağım. Özlem ruhuna kavuşmasını doğursun bedenin...
Sancıları artıyor şimdi tenin. Yüzsüzlüğünü gizlemek istercesine haykırıyor. Acısını içine gömüp mezarlık yapıyor toprağına. Kaç ölüm sığar ki bu yüreğe? Kaç bin ölüm acısını yutabilir daha? Kaç dakika öldürür kendini zaman mezarlığında? Özlem sevda mızrağı sanki... Göğsüme saplandıkça o mızrak acı duyuyorum. Ama sana varmasın diye çığlıklarım perdeler çekiyorum sesden duvarlarımla.
Yokluğunun birinci günü bugün. Şimdiden düşkünleşti gözlerim. Yer gök matemini tutuyor. Deniz kendi kendini yiyor. Ben tüm bunların arasında sevdama tututnup yaşamaya çalışıyorum. Geleceğin düşüncesini asıp yüreğime kokusunda avunuyorum. Ve dualar ediyorum ardından. "Tanrım, sevdiğimi ve ondaki ruhumu koru... Bize kavuşmalar bağışla!"
Seni seviyorum, yerin ve göğün sevdası kadar.
25.07.2009-13:15