- 1207 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
IRAK ta YAŞAM / 1
Uzun süren bir gece yolculuğunun arkasından sabahın ilk ışıkları ile silopiye gelmiştim...2007 yılı Ağustos ayının ilk haftasıydı. yeni bir ülke yeni bir iş yeni bir toplum görecektim.Habur sınır kapısına geldiğimde gün öğlen olmuştu.çıkış işlemlerinin arkasından lrak sınırına İbrahim Halil kapısından giriş yaptım.Üniformalı askerler anlaşılmayan bir dille soru soruyorlar ama tercüman yardımı ile cevap veriyordum.ilk girişte pasaport işlemlerini yaptırıp işlem bittikten sonra artık lrak topraklarına girmiş bulunduğumu anladım.bizi taşıyan Türk taksici girişte bir depo benzin alma zorunluluğu olduğunu söyledi ve petrol istasyonuna benzin için bir yere vardık deposunu biraz bekledikten sonra doldurdu ve sonra son işlemleri tamamlamak üzere son giriş kapısına geldik, valizler arandı ve giriş izni verildi...
Yeni bir ülke dedim,savaşın kanlı yüzünün eksik olmadığı ve her gün onlarca insanın öldügü can güvenliğinin olmadığı bir ülke,kamuoyunda can pazarının olduğu bir ülke,ilk bakışta tedirgin oluyor insan ister istemez.henüz Türkiye sınırı olduğu için fazlaca yabancılık çekmiyordu insan,karşı taraf Türkiye olduğu için,yinede lrak a girişte belliydi bozkırların hakim olduğu çıplak tepelerin kayalarının gözükmesinden,sıcağın etkisinden otların dahi büyüyüp yeşeremediği bir yerdi..bir ticari taksi ile yaklaşık 5,5 saatlik bir yol gidecektim.hava kararmadan varmalıydım gideceğim yere.yola çıktıktan sonra bakımsız bir şehir olan Zaho caddelerinde lrak topraklarına doğru ilerlemeye başlamıştık,bir kaç dakika sonra zaho şehrinin çıkışında askeri kontrol yapıldı tekrardan...sürücü kürtçe bir şeyler söyledi..başı bra,ser caw caka...fermu kaka..tekrar yol almaya başladık.bir dere yatağının içerisinden keskin virajları olan asfalt yolda ilerliyordu taksi bende pür dikkat yol kenarlarına bakınıyordum.bir süre yokuş yukarı virajlı yoalda devam ettikten sonra,yokuş aşağıya inmeye başladık çıkışta olduğu gibi inişte de yine keskin virajlar devam ediyordu az sonrada uçsuz bucaksız bir ovaya çıktık,taksici ne varsa basıyordu gaza,hız ibresi 150-160 dan düşmüyordu,yol düzgün ve geniş bir yoldu.ben ise etrafı seyrediyorum öylesine her bir şey gözüme yabancı geliyor,yol levhaları arapça yazıldığı için ne dir ne değil dir anlamıyorum tabii.bir süre sonda dahok denilen şehre geldiğimizi aladım bazı yerlerde İngilizce levhalarda bulunmakta onlardan anlaşılıyordu,nereye geldiğimiz.bir süre sonra şehri çıktık yine bir askeri nokta,yine aynı selamlaşmalar türk olduğum için pasaport kontrolü ve yine broh denildi...sonra yola aynı hızla devam ettik.biraz sonra etrafta yeşillikler gözükmeye başladı dar ve virajlı bir tepeden aşağı doğru inmeye başladık...belirli yerlerde yol yapımı olduğunu gördüm tahminim bir Türk firmasıdır diye düşündüm...kısa bir yeşillik alandan sonra yeniden kirlenmiş toprak yapısı olar düz alana çıktık.ve yine askeri nokta...taksici aynı hızla yol alırken etrafa baktığımda yeşillikte olsa çöl fırtınasının getirmiş olduğu tozlardan yerlerde kirliliğin olduğu gözlerden kaçmıyordu.etrafta kurak bir toprağın verimsizliği hissediliyordu ama insanların tarımla uğraşmadığı belliydi.belki suyun olmayışından beklide petrolün vermiş olduğu zenginliğin yanında tarıma ihtiyaç duymuyorlardı.yol boyu 5 lt lik bidonlarla belirli aralıklarla konaklamış üzerleri hasırlarla örtülmüş dört tarafı açık gölgeliğin altında benzin satılıyordu devletin izni ile satışı yapılan nadiren de olsa ilkel petrol istasyonlarının olduğu gözleniliyordu.yabancı bir ülke olduğundan hele de lrak gibi bir ülke olduğu için her şey dikkatimi çekiyordu.Sınırdan çıkalı bik kaç saat olmuştu taksici sağa dönerek,yemek molası için bir yerde durdu ,restorana olduğuna inanmak için bin bir şahit olması gerekti ama o sonu gözükmeyen engebeli sıcağın topakla buluştuğunda havya çıkan alev buharları olduğu düz arazide aç kalınca ve birde yol kenarında olduğu için Türk tırları ve Türk işçileri geliş gidişlerde burada durup yemek yiyorlarmış diye düşündüm görünüm onu andırıyordu.yerli ve yabancı plakalı araçlar park etmişlerdi.yemekler bizim mutfak kültürümüze uymayan ayrıca bir yemek kültürü olduğu bir bakışta belliydi.derme çatma bir restorana yemek pişirilen yer hijyenik kuralların uğramadığı bir yer ama aç kalmaktansa kıyısından kenarından gelen yemeği yemiş oldum.
Başka ülkenin başka insanları ile karşılaşmaya başladım sıcak kanıl insanlara benziyorlardı savaşın vermiş olduğu ezici korkusundan kimi zaman bir aslan kılığına girebilen kimi zamanda korkudan her bir şeyi sinesine çekmiş insan karakterleri olduğunu sezinledim..hüzün ve mutluluğun bir arada olduğunu hissetim.ölüm ve yaşam arasında bu küçük mutluluğu yakalama sevincini yaşadıklarını hissetim.gülebiliyorlardı insanları,kabuklarından yeni
,yeni çıkmaya başladıkları belliydi.Yol boyunca zaman,zaman hayvancılıkla uğraşıldığı gözüküyordu,yol boyunda küçük baş hayvanların otlatıldığını gördüm.ilerledikçe sağlı sollu yol kenarlarında küçük küçük bahçeler ve bazı yerlerde zeytin Bahçelerin olduğunu gördüm..bellik bu bölgede ziraata uygun toprağın ve suyun olduğu anlaşılıyordu.bazı yerleşim yerlerinin pislikten ve kokudan geçilmeyecek kadar kötü bir haldeydi hele de küçük yerleşim yerlerinde bu durum daha vahimdi.
Artık hava kararmak üzeriyken çalışmaya geldiğim Erbil kentine girmiştim. Zaho ile Erbil arasında tam 8 noktada askeri kontrolden geçtim anladığım kadarı ile her yerleşim yerine girişlerde ve çıkışlardı mutlaka bir kontrol noktası onların dili ile setere point vardı .bunlar görebildiklerimdi ayrıca göremediğim yerlerde de peşmergelirin oldugunu tahmin edebiliyordum.çünkü halkın büyük bir bölümünün erkelerin yani asker olduğun söylüyordu taksici,çat pat Türkçe biliyordu.
Erbile girişte yeni,yeni yapılaşmanın olduğu dış görünüm olarak göz alıcı villa tipi binalar göze çarpmaktaydı. son setere point den sonra güneş batmak üzereyken kalacağım ve çalışacağım kampa geldim.uzunca bir yolculuktan sonra yorgun argın bir şekilde dinlenmeye çekildim.
22.07.2009 / KUZEY IRAK
Küçük Ali Yıldırım