- 486 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
BATAKLIKTA BİR SERÇE - 7
Neşeyle, mutlulukla geçmeye başlayan günlerinin bir gecesinde evlâtlık verdikleri ablasını
gördü rüyasında. Onu özlediği aklına geldi. Hafta sonunda gitmek için razı etti babasını.
Adam akşamdan İsmail Efendi ile konuşup ertesi gün kahveye bakması için ikna etti. İsmail
Efendi altmış yaşlarında, olgun, anlayışlı, çocuğa ve babasına ilgisini yardımını esirgemeyen
, uzun yıllar şehirde yaşamış iyi bir insandı.
Çok erken uyandılar pazar günü. İsmail Efendi de erkenden gelmişti. Ocaklığı, çayı hazır edip öyle teslim ettiler kahveyi. Yanlarına temiz çamaşır aldılar. Önce hamama gidilecekti.
Hamamın sahibi Hacı Balcı Efendi de erkenden hamamdaydı. Kucağına alıp sevdi çocuğu. Babasına da iyi davrandı.
- Tertemiz keseleyin bakalım benim çocukları, diye seslendi adamlarına.
Çocuk ablasına gideceklerini söyledi. Hacı merak etti sordu adama, kızının nerede olduğunu. Adam biraz dertlendi kızının evlâtlık olduğuna, biraz da gururlandı, İstanbul’da
zengin insanların yanında olduğuna. Ama yine de bir sigara yakmadan anlatamadı. Gözleri
elinde olmadan doldu yine.
Yıkandılar, keselendiler, tertemiz olup öyle çıktılar hamamdan. Babasına çay, çocuğa da gazoz ısmarladı Hacı Balcı Efendi...
Minübüse binip Kadıköy’e, oradan dolmuş taksilerle Üsküdar’a, Üsküdar’dan da Beşiktaş
vapuruna bindiler. Bu defa bodrum katta oturmadılar.İlkinde bodrum katta oturdukların
da çocuk, denizde yol aldıklarını bile anlayamamıştı. Biletlerini yine ikinci sınıf aldılar ama
dışarıda oturdular. Çocuk güleryüzlüydü artık. Denizden, martılardan ve diğer gemileri seyretmekten zevk alıyordu.
Ablasını annelerinden alıp oraya gönderdikleri, ablasının nasıl ağladığı geldi aklına. Biraz hü
zünlendi. Sonra babasıyla birlikte ablasına yaptıkları şaka geldi aklına, yeniden neşelendi.
Babası Kemal Bey’le bir anlaşma yapmıştı kızını verirken. Hatta anlaşma yazılı olarak noter
de tasdik ettirilmişti. Gerçi adamın okuma yazması yoktu ama noter ona okuyuvermişti.
Mutlaka okutulacağı,istemezse asla zorla orada tutulamayacağı, dilediğinde annesinin yanı
na döneceği yazılmıştı. Bir de sözlü anlaşma yapılmıştı. Verildiğinden onbeş gün sonra gidi
lip konuşulacak, memnun değilse, kalmak istemezse, hemen geri alınıp annesinin yanına gönderilecekti.
Onbeş gün sonra gittiklerinde, bambaşka bir kız çocuğu görmüşlerdi karşılarında. Çok şaşırmışlardı baba oğul. Mukaddes, insanlara iyice alışmış, kendi öz ailesi gibi benimsemişti
. Gülmelerin, oynamaların, neşeli muhabbetlerin arasında babası ; ’ Kızım , sana üzücü bir
haberim var. Annen bizi mahkemeye vermiş ve kazanmış. Seni hemen alıp annene vermek
zorundayız ’ dediğinde nasıl da ağlamaya başlamıştı. ’ Gitmem, ben anneme falan gitmem’
diyor da başka bir şey demiyordu. Sonunda dayanamayıp, bunun bir şaka olduğunu söyle
diklerinde ne kadar da sevinmişti. Hatırladığında güldü çocuk kendi kendine.
- Bak Fikret, şurası Kızkulesi dediğinde babası, çocuk rüyadan uyanmış gibiydi. Öylesine
bakabildi Kızkulesi’ne.
Vapur Üsküdar’a vardı. Aceleyle indiler. Koşarak yürüdüler. Kolayca buldular Beşiktaş- Çelebioğlu Sokağı’nı. Apartmanın yerini de çoktan ezberlemişlerdi. Alttan zile basıp kapıyı açtırdılar.
Hızla çıkmaya başladılar merdivenleri. Çocuk her katta okuduğu ’Asansör ’ yazısını, ’Ha
san Sör ’ olarak anlayıp ve sordu babasına :
- Baba, her katta Hasan Sör mü oturuyor bu evde ?
- Ne bileyim oğlum, dedi babası. Asansörün ne olduğunu o da bilmiyordu....
Kapıyı çoktan açmış beklemekteydi Mukaddes. Yanında hizmetçileri Kevser Hanım’la
birlikte karşıladılar kardeşi ve babasını. Hasretle kucaklaştılar. Mukaddes de çok mutludur
o evde. Yep yeni giysileri, altın- gümüş takıları vardır.
Tatil günü olduğu için ev kalabalıktı. Mukaddes’i evlâtlık alan Sabiha Hanım,altmışlı yaşlarda, uzun beyaz saçlı, iri yapılı, yaşına rağmen güzel görünümlü bir kadın, yetmişli yaşlardaki ablası Sabriye Hanım daha kısa boylu, gücünü bayağı yitirmiş, bembeyaz pamuk saçlı, sürekli ilâç kullanan, eski bir İstanbul hanımefendisi, kardeşi Kemal Bey, bir kaza sonucu geçirdiği burun ameliyatından dolayı ezik burunlu , emekli albay olmasına rağmen sevecen ,seyrek saçları geriye taralı, orta boylu biri, onlarla birlikte oturan kırklı yaşlarda, kocası ile birlikte Merkez Bankası’nda çalışan Ümit Hanım kısa kıvırcık saçlı, sürekli güleç yüzlü, öyle olmaya çalışan biri gibi, orta boylu, damat Remzi Bey uzun boylu, başının büyük bir kısmı kel, o da sürekli güler yüzlü olmaya çalışan, kendini buna mecbur gibi hisseden biri,
Remzi bey’in ilk eşinden olan ve Galatasaray Lisesi’nde okuyan Can , onbeş onaltı yaşlarında, uzun boylu, mankenleri aratmayacak kadar yakışıklı denebilecek, biraz da havalı bir genç,ve birde Ümit Hanım’ın
eski eşinden hamile kaldığında düşürmeye çalıştığı ve bu yüzden özürlü doğan on yaşların
daki Ferhat... Esmer, kıvırcık saçlı, başı vücuduna göre biraz büyük görünen, o da hep güleryüzlü olmaya çalışan özürlü çocuk..
Sabriye Hanım’dan başladı el öpmeye çocuk. Babası da bir yandan tek tek tokalaştı insan
larla. Çok kibar davrandılar. Oturmaları için yer gösterdiler. Çocuğu ablası Ferhat’ın odasına götürüp onunla oynamasını tembih etti. Yürüyemiyordu Ferhat, konuşamıyordu
da. Sadece emekliyor ve yarım yumalak bir şeyler söylüyordu. Çok güzel oyuncakları vardı.
Birlikte oynamak hoşuna gitti her ikisinin de.. Mukaddes sık sık yanlarına geldi. Başka oyuncaklar, yiyecekler getirdi onlara. Salondakiler hal hatır sordular Mustafa Efendi’ye.
Onlarla konuşurken utandı adam. Saygı görmeye pek alışık değildi. Oysa onlar çok saygılı
davranıyorlar, anlattıklarını sözünü bile kesmeden dinliyorlardı.
İlerleyen saatlerde önce Remzi Bey’in oğlu Can , sonra da Ümit Hanım ve eşi çıktılar evden.
Çıkmadan önce çocuğa hiç kullanılmamış yeni kâğıt paralar verdi Ümit Hanım. Çocuk, en
çok da yeni olduklarına sevindi paraların. Kahvede her gün ellerine bir sürü para geçiyor
du ama hepsi paçavra gibi oluyordu. Böyle yenisini adeta ilk defa görüyordu.
Yemek saati geldiğinde ablası lavaboya çağırıp ellerini bir güzel yıkadı çocuğun. Ne güzel
yemekleri vardı. Hiç böyle güzel yemekler yediklerini hatırlamıyorlardı baba- oğul..Servisi
hizmetçi yapıyor, Mukaddes de onlara yardım ediyordu.
- Ben de yemek pişirmesini öğreniyorum, dedi babasına.
- Aferin kızım, diye mutlu bir şekilde cevap verdi babası. Önce utandılar, sonra devam eden muhabbetten cesaret alıp, iştahla yediler yemeklerini.
Çocuk tekrar Ferhat’ın yanına gitti. Onun yemeğini hizmetçi Kevser Hanım yedirmişti.
Güzel bir günün ardından mutlu bir şekilde ayrıldılar Mukaddes’ten. Balkondan el salladı Mu
kaddes onlara..Gözden kaybolduklarında gözlerinde bir ıslaklık hissetti. Toparladı kendini.
Ve doğruca Ferhat’ın yanına gidip onunla ilgilenmeye , oynamaya devam etti.....
Devam etmeli.....
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Sayfa sayfa gerçek hayat...Okudukça yazarın o yıllara geri dönüşü sırasındaki hislerini, hafızasına kazınmış kareleri çekip çıkarttığı anı gözlemliyorum sanki.Çocuk duygularını sorgularken yetişkinliğin çocuksu masumiyetiyle harmanlanışını izliyorum.Sayfaları çevirdikçe çocuğu büyüten olaylar ve kişiler zincirinde geri dönüp merak ettiklerimiz olacak.Bu kahramanların çocuğun hayatındaki yerini öğreneceğiz.
Okuru sürükleyici ve devamında merak uyandıran anlatımınız için kutluyorum Fikret bey.