- 585 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Genç Kızın Çöküşü...
Yavaş yavaş delirdiğini hissediyordu. Ruhsuz, mutsuz, devam etmek istemediği bir hayat sürüyordu. Diğer insanların özenebileceği bir hayattı bu belki ama o nefret ediyordu..
Lisede ki en büyük hayaliydi o üniversite. Onun için yıllarını vermiş ve orasını kazandığını öğrendiğinde ise tüm hayalleri gerçek olmuş, geriye hiçbir şey kalmamıştı. Hayalsiz bir dünyaya “merhaba” diyordu. Solgun, bitkin , yorgun ve cılız vücudu hayali olmayan bir dünyada yaşamaya çalışıyordu. Acaba ne kadar dayanacaktı.. Diğer insanlara çok basit görünen bu problemler onun altından kalkamayacağı bir yük haline gelmişti. Kimse ama hiç kimse onu anlamıyor zaten kendini anlatamıyordu.
Konuşamıyordu, attığı çığlıklar yankı yaparak geri dönüyor yine onun duvarlarına çarpıyor, içinde gürleyen su azgın dalgalarıyla onu boğuyordu. Evet boğuluyordu. Hiç sevmediği bir şehirde sevmediği insanlara katlanmak zorundaydı. Başkası sevdiği için bir şeyi yapıyor, başkası öyle olmasını istediği için öyle yaşıyordu... Bitmek bilmeyen “başkaları”..... Hayır... Buna karşı çıkıyordu ama nefret ettiği düşünceler onu yine yenik düşürüyordu.
Ne geleceği ne de geçmişi umut veriyordu ona. Onu anlamayan bu dünyada anlayışsız insanlarla yaşıyor, her gün nefretini tekrar tekrar kusuyor ama yapmacık sevgilerin olduğu bu iğrenç dünyada yaşamaya devam ediyordu.
Sevmiyordu, sevemiyordu.... Arıyordu... Bir dipsiz kuyunun içine düşmüş taşı arar gibi benliğini arıyor, sorguluyor ama cevap bulamıyordu. Yalandı her şey.. Zorunlu olan bir birlikteliğin devam etmesini sağlayan koca bir yalandı.
Gözlerinin içine bakıp gülümseyen her insandaki sahte gülüş gibi o adam da yalandı. Ne yapılanlar ne de yaptıkları... Hiçbir şey etkilemiyordu artık onu. Düşlerinin içinde kaybolup gidiyor, yalnızlığın hayalini kuruyor, bilmediği bir şehirde hiç tanımadığı insanlarla yaşamak istiyor ve onları ömrünün sonuna kadar tanımak istemiyordu.
Ne annesi ne babası ne sevdiği adam... Hiçbiri onu mutlu etmiyordu artık. Onların dediklerini yapmaktan sıkılmıştı. Benliğini koruyamamış, kişiliğini diğerlerinin isteklerine göre yönlendirmiş, öyle olgunlaşmış, olgunlaştırılmıştı.
Küçüktü ama hayatın tüm yükü omzuna konmuştu. Olgunlaşmak zorundasın diye konulan kurala uymak için yürümüştü.. Sadece yürüyordu gözleri kapalı...
Koca bir ormanda kaybolmuş, gözlerini kapatmış ve tüm ağaçlara çarparak yürüyordu. Biliyordu ki yolunu kaybetse bile geri dönmek isteyeceği bir yön yoktu.
İdealleri, kariyeri, geleceği adına kurduğu hayaller bomboş, koca bir yalandı. Okulu bitirip ardına baktığında yaşadıklarının hiçbir şey olmadığını anlayıp gidecek ve gençliğini nasıl bu kadar boş işlere, boş insanlara harcadığına yas tutacaktı.
Tüm yaşadıkları o istediği için değil “diğerleri” istediği içindi. Bunu kabullenmek istemese de bu düşüncelerle beslenen beyni onunla savaşıyor, diğerlerinin zorla kabul ettirdiği düşünceleri benimsetmeye çalışıyordu.
Günden güne , yavaş yavaş kanına karışan zehir gibi, kansere yakalanan bir hastanın yavaş yavaş tükenmesi gibi o da yenik düşüyordu. İniş çıkışlar onu yoruyor, her gün düşmekten yoruluyor ve bittiğini hissediyordu.
Milyonlarca insanın , kalabalığın içinde yapayalnız can çekişiyor ama hiç kimse kalbine akıttığı göz yaşlarını hissedemiyordu. Herkes kördü ... Tıpkı onun gibi... Ama o kendine bile yabancıydı artık ve başka kimseyi hayatına sokmadan yavaş yavaş bedeninin ölmesini bekliyordu.
Bedeninin ölmesini bekliyordu çünkü ruhu çoktan ölmüştü....