- 924 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ELLERİN VEDASI
Küçücük ellerini avuçlarımda tuttum, sanki elleri bir kuştu ve ellerim onu tutsak eden kafes gibiydi. Çırpındığını hissettim ellerinin, kurtulmaya çalışan aynı zamanda salıverilmiş olmanın etkisiyle sarsılmaktan korkan bir yavruydu; çaresiz ve mahzun. Emin değildi gitmek istediğinden, belli ki tereddütleri vardı. Bana mı bağlıydı yoksa bağlı olmaya mı? Oysa ben onu bağlamamıştım, belki de tutunduğu da ben değildim; çekiverse ellerini gitmesi an meselesiydi. Sadece elleri ellerimdeydi, bunu çırpınmasından anladım.
Küçücük elleri ellerimdeydi, su kadar berrak ve temiz, hiçbir zaman açıkça göstermediği yüreği kadar sıcak ve o mahzun, çaresiz çocuksu bakışları kadar yumuşak ve iyi huylu. Ellerime dokunuşunun, o masum benliğinin tüm izleri ellerimdeydi şimdi, avuçlarımın içinde görebileceğim kadar yakın ve gerçek; dokunmamla hissedebileceğim kadar bana ait ve benden bir parça gibi her daim benimle olmasını arzuladığım ellerinin narin varlığı, ürkek çırpınışı. Yavaş yavaş bana doğru kaldırmaya başladığında gözlerini, o samimi ve aynı zamanda anlaşılmaktan korkan gözlerindeki umutsuz avuntuydu benim gördüğüm. Bu neyin avuntusuydu da böyle umutsuz ve mahzun yansıyordu gözlerine, dudak büküşüne?
Küçücük elleri benimleydi, içinin ve sevgisinin tüm tazeliğiyle, olabildiğine cesur ürkekliği ile bana, benden kopup gitmiş bir parçayı vermekte tereddüt eden bakışları kendini ele veriyordu. Ne olursa olsun, onun bu zarar vermekten korkan saldırganlığına karşı koymam gerekliydi. Bu kez de yenilmeyecektim ona, ne ona ne gözlerine ne de ellerimde zamanla kendine ait olmaktan çıkıp tamamıyla bana telsim olmuş küçücük masum ellerine. Ve biliyordum ki, ben ona yenilmediğim sürece bana karşı olan bu teslimiyet daha da artacak, gözlerindeki o sis bulutu-en azından sadece bana baktığında- tüm masumiyetine derin anlamlar katacaktı. Yeter ki, o gözler masumiyetini kaybetmesin, küçücük elleri büyümesin, o kendindeki ikinci beni kaybetmesin; ben ona teslim olmamakta kararlıydım onu, ellerini ve gözlerini bir daha bu kadar yakın hissedememek pahasına dahi olsa.
Küçücük ellerinin terlediğini hissettim, yine de ellerinin soğukluğu hala yüreğindeki kaybetme, hissedememe korkusunu sezdirmekte gecikmemişti. Bir an onu, tüm masumiyetini ve soğuk bedenine tezat bir o kadar sıcak ve canlı bedenini elleriyle birlikte kendime, içimde ondan ve benden gizli var olan sevgi ve merhamete çekmek, bu korkunun yok olması, gözlerindeki hüznün silinmesi için var olan gücümle savaşmak istedim; nitekim ne böyle bir gücün varlığından emindim ne de gerçekten o korkuyu yok etmek istediğimden. O korku değil miydi onu bende, kendi öz benliğimde, benden çokça öte ve gücünün büyüklüğünü kabullenemediğim bir tutkuyla var eden, ona yaşama kaynağı sağlayan? O korku değil miydi küçücük ellerine anlam veren, kalbindeki izi yüreğinden gözlerine taşıyan? Eğer bunlarsa bu berraklığın sebebi ve bensem buna yol veren, ne ben yok olmalıydım hayatında ne de korkusu, hüznü, acısı…
Küçücük elleri bendeydi ama bir an kendini çeker gibi oldu avuçlarımdan. Önce oyuncağını esirgeyen çocuğa kardeşi tarafından duyulan küçük de olsa bir öfke belirdi içimde. Bir çocuk için oyuncak ne ise o da benim için o demekti, gerekliydi büyümem için, belki de ikimizin birlikte büyümesi içindi. Hayır, olamazdım, onunla olmam imkansızdı. Tüm bu imkansızlıklara rağmen yine de onsuz olmak, onun o masum gözlerini bir daha göremeyecek, küçücük pamuk ellerini tutamayacak olmak, umutsuzca ama bir o kadar da kırgın acısının bakışlarıyla birlikte üzerimde sessizce gezindiğini hissedemeyecek olmak onulmaz bir acıydı benim için. Bu acı oyuncağını kaybeden bir çocuğun acısı ve matemi kadar içten ve büyüktü, başka oyuncakların asla yerini dolduramayacağı bir boşluktu giderken bıraktığı. Nasıl telafi edilirdi bu kayıp, tesellisi var mıydı böyle bir acının? Daha sonra söndü o küçük öfkem. Tüm yüreğiyle kendini ve sevgisini ortaya sermiş bu küçük ellere kızmak hiç mümkün olur muydu?
Tarif edilemezdi ellerinin küçüklüğü, gözlerinin umutsuzluğu ve varlığının bana verdiği huzur. Küçücük ellerine nasıl sığdırabiliyordu bu kadar duyguyu ki ben de onunla birlikte o derinlikte kayboluyordum; onun ve benim birlikte olduğumuz ama asla var olmayacak olan bir yerde ruhumun tüm karanlık parçalarını aydınlığa çıkarıyordum, korkusuz ama onunki kadar cesur olmayan bir ürkeklikle. Tüm anlama çabalarıma rağmen cevapsız kalan bir soruydu bu, nasıl sığdırabildiği. Onun da cevaplanmayan soruları vardı, ama bu soruların cevaplarını duymak isteyip istemediğinden emin değildim. O da emin değildi hatta soru sorup sormadığını bile bilmiyordu. Hiçbir şey düşünmüyordu, bir hüzün ve o çocukça dudak büküşüne yansıyan bir istekti kendisini bürüyen. Hüznünü yaşarken kendini anlamaya fırsat bulamıyordu besbelli, fakat sözcüklerle anlatamadığı her şey ufacık bir hareketle kendini açığa vuruyordu. Belliydi, o da bir ömür geçirse ellerimde bunun en küçük bir anını bile yaşamış olmaktan pişman olmayacak, bir hatta binlerce çikolatadan daha tatlı, daha faydalı, kalbe, gözlere ve ellere iyi gelecek anlar olacaktı. Ellerinde hissettiğim kalp atışlarının bana söylediği bu tatlı sözleri duyabiliyordum. Ondan kopmak onarılmaz bir acıydı, buna dayanmaya gücüm yoktu. Yüreğim sızlıyordu, bu hissi tarif etmek imkansızdı.
Küçücük ellerini ellerimde tuttum, elleri sanki yeni bir yaşamda var olurken bensiz yok olmaya kanat çırpan bir kuşun kanatları gibiydi. Yumuşak, pak ve ipeksi elleri terlemiş gibiydi, çırpınıyordu, adeta bir çatışma halindeydi. Yoksa o da mı gitmek istiyordu benden öteye? Ne yaparsa yapsın o hep benimleydi, o da biliyordu bunu, onu tamamıyla ne bırakabilip ne de tutabileceğimi de. Vücut ısısının giderek arttığını hissediyordum, gözlerindeki hüzne biraz ciddiyet katıldığını da. Bunlar gidiyor olduğunun belirtisiydi. Sanki ellerimden bir uçuruma doğru yavaşça kayıyordu ve ben buna mani olamıyordum. Onu sımsıkı tutmak istiyor, bu anı bir daha yaşamayacak olmanın acısını dindiremiyordum. İnsanın sevdiğinin düşmesine engel olamaması ne kadar da kötü, bunun acısı gidişinin acısından daha büyük. İkimiz de ölüme giden iki yaralı kuş gibiydik ama ayrı yollardaydık birbirimizden haberimiz olmasına rağmen. Bunun kötü bir rüya olmasını o kadar çok isterdim ki ne yazık ki bu hikayede iyi bir rüya görmek mümkün değildi. Tüm bunlar zihnimi meşgul ederken ellerimden kopuşu, gerisinde beni bırakmaya yol verişi gerçekleşti. Hiçbir şey söylemeye cesaret edemedim, ardından bakakaldım uzunca bir süre. O onulmaz acı işte tam o an içime yerleşmişti bir daha hiç kalkmayacakmışçasına. Gidişi acı vericiydi, ellerimin küçücük ellerinden kopuşu, gözlerindeki çocuksu ifadeye cevap verememek, onun kendi içinde yitişini engelleyememek ve bir daha onu göremeyeceğimi bilmek beni kahretti.
Küçücük ellerinden ayrılalı beri yaşadığım her an onun küçük pamuksu ellerinden, mahzun gözlerinden ve tertemiz, bir bebeğinki kadar lekesiz yüreğinden izler taşıdı. Onu tekrar bulabilmenin umudu her anımda benden daha yakındı bana. Oysa her şey gayet normal görünüyordu, sanki her şey tamdı. Ne var ki onun yokluğundan başka büyük eksiklik olmadı benim için biçilmiş bu hayatta. Acısını, yalnızlığını ve ufak ellerini o umutsuz umuduyla alıp gittiğinden beri her an küçük bir mucizenin peşinde koştum. Bir mucize onu bana geri getirecekti, yine küçücük ellerini avuçlarımda tutacak, gözlerindeki hüznü gözlerimle birleştirecekti. Ellerini tutup hiç bırakmamak istiyordum. Aradan yıllar geçti, büyüdük ikimiz de birbirimizden ayrı yollarda. Onu bir daha ne gördüm ne de onunla ilgili bir haber aldım ta ki beklediğim mucize felaketiyle birlikte gerçekleşene kadar. Evet, felaket diyorum çünkü onun ellerini tutma fırsatı elde ettiğim son an rasgele yardıma gittiğim bir kaza içindi. Yerde her zamankinden daha çaresiz görünüyordu. Onu görmemle varlığını yıllar önce hissettiğim o onulmaz acı tekrar yüreğime yerleşti, gözlerim gözleriyle keşişti.Yine aynı hüzün vardı gözlerinde, bakışları masumiyetinden hiçbir şey kaybetmemişti. Beni görmesiyle bana doğru uzattığı küçücük ellerini avuçlarıma aldım; hala pamuksuydu ama yıllar önceki gibi o cesur ürkekliğinden dolayı mı yoksa korkudan mı titrediğini anlayamadım. Farklı bir şey dikkatimi çekti aniden, hüzün dolu gözlerinde buruk bir tebessüm vardı. Bu tebessümü ellerimdeki elleriyle sonsuz kılmak için neler vermezdim. Yıkılmıştım, içimdeki acı gözlerinin kapanmasıyla katmerleşti adeta, ellerinin ellerimden yavaşça, yıllar öncesindeki kopuşu gibi hüzünle ayrılışı yine gidişinin göstergesiydi.
Küçücük elleri bensizdi, hala yumuşacıktı. Bu masum ellere beni bıraktığı için kızmak mümkün olur muydu hiç? Gözlerindeki hüzün sönmüştü artık. Birlikte büyüyemezdik artık.
Vücut ısısının gittikçe azaldığını hissettim, bunu gittiğinin ve bir daha geri dönmeyeceğinin kanıtıydı.
Ellerindeki kalp atışlarını artık duyamıyordum ama yine bana aynı şeyleri anlatmak istediğini anlıyordum.
Zaten bir arada olamazdık, dudak büküşü istediği alınmayan bir çocuğunki gibiydi. Oyuncağını tamamıyla kaybetmiş bir çocuk gibiydim.
Ne istediğini o da bilmiyordu, benim istediğim ise sonsuza kadar o küçücük elleri tutmaktı.
Gidişinin, pamuksu ve yumak yumak ellerini ve masum gözlerini benden götürüşünün ardından bende kalan içimdeki onarılmaz acıydı. Bu acıya dayanmak ne kadar da zordu.
O küçücük ellere bir daha dokunamayacak olmak hiçbir şekilde tesellisi olmayan bir yaraydı kalbimde. Buna dayanamıyordum, ellerimden uçuruma kayıp gitmişti ama ben buna mani olamamıştım.
İnsanın sevdiğinin düşüşüne engel olamaması ne acı değil mi?
YORUMLAR
Ne istediğini o da bilmiyordu, benim istediğim ise sonsuza kadar o küçücük elleri tutmaktı.
Gidişinin, pamuksu ve yumak yumak ellerini ve masum gözlerini benden götürüşünün ardından bende kalan içimdeki onarılmaz acıydı. Bu acıya dayanmak ne kadar da zordu.
O küçücük ellere bir daha dokunamayacak olmak hiçbir şekilde tesellisi olmayan bir yaraydı kalbimde. Buna dayanamıyordum, ellerimden uçuruma kayıp gitmişti ama ben buna mani olamamıştım.
İnsanın sevdiğinin düşüşüne engel olamaması ne acı değil mi?
çok okunası bir yazıydı.
sürükledikçe sürükledi beni
kendine.
saygılar.