SORGU-LAMA!
Hayat ışıklarını söndürdüğünde ne yapar insan? Ne yöne gideceğini bil(e)mediğinde öylece durmak mı gerekir? Yoksa karanlıkta düşe kalka yola devam mı edilir?
İnsan hiçbir şey hissedemezken nasıl olur da acıyla kıvranır?
Bu soru işaretlerinin ucunda asılı kalan bir ben değilim biliyorum...Biliyorum bu yazıdan da birileri payına düşen cümleleri alacak heybesine...Hepimiz aynı çemberde dolaşıyoruz ama nasıl oluyor da bu kadar duyarsız kalabiliyoruz bir diğerimizin sancılarına?
Her sabah,aynı güne uyanıyoruz.’Günaydın’ dediğimiz insanın gözlerindeki kaygıları göremeyecek kadar duyarsız oluyor ’merhaba’larımız...Belki bir dudak kıvrımında çaresi,bir insanı hayata bağlamanın...
Her günün sonunda,kendi iç hesabımızı kapamanın telaşında kapatıyoruz gözlerimizi.’bitse de gitsek’ der gibi otobüslerde rastlanılan simalar...Kafamızın içindeki ’yarın’ sorguları yolu uzattıkça uzatıyor,biz farketmiyoruz,farketmemekle kalmayıp acısını ’İstanbul trafiği’nden çıkarıyoruz...
İnsanız,içimizde her daim birilerini suçlama potansiyeline sahibiz.O yüzdendir bunca sitem dolu şarkıların yazılması...Aşkı bile,anlatmak zor,lanetlemek kolaydır...
Evet,bu yazı da bir çeşit isyan...
Ama ne hayata ne insanlara...Sadece kendime...Hayatın bana yaşattığı onca kötü zamanlardan payına düşen acıları almış ve sindirmiş biri olarak ben sadece kendime isyan edebiliyorum.Nedeni çok basit...Yaşanmış hiçbir olayın tek suçlusu yoktur bu hayatta.Benim hikayemde de tek oyuncu hayat ya da birbaşka insan değildi.Sahneleri ben açtım,rolleri ben dağıttım ve perdeyi ben kapattım...Ve her kapanan perdenin ardında,gözyaşlarımı yine ben sildim...
Ve sen!
Sen de vardın bu hikayede!
Ama dedim ya!
Sen de bir oyuncuydun sadece!!!
............................