SERBEST ŞİİR ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
‘Nasıl olsa serbest, istediğim gibi yazarım’ demişti öğrencilerimden biri. Gülümsemiştim; gülümsememi fark etmiş, daha sonra da neden gülümsediğimi sormuştu bana. Bu yazıda ona cevap vermeyi ve özellikle genç şairlere bu konuda düşündüklerimi ifade etmeyi düşündüm.
Serbest şiir, her şeyden önce zannedildiği kadar –hatta hiç- serbest bir tarz değildir. Bilakis tarzların en zorudur. Öncelikle bunun bilinmesini isterim. Tanpınar bir makalesinde ‘Serbest şiir kabına sığmayan usta şairlerin işidir’ diyor. Bundan da anlaşılıyor ki eline her kalem alanın serbest şiir yazabilmesi mümkün değildir. Hiçbir birikime sahip olmadan, dilin anlam ve ses imkânlarını tanımadan şiir yazmaya kalkışanların komik duruma düştüklerini; daha garibi ise bunun farkına –komikliklerinin- varamadıklarını görüyoruz. Onlara yardımcı olmaya kalkıştığınız zaman bunu reddediyorlar ve o şekilde yazmanın kendi tarzları olduğunu savunuyorlar; işte asıl gülünç tarafı da burasıdır. İnsan içinden ‘hadi canım sen de cehaletin de tarzı mı olurmuş’ demekten kendini alamıyor.
Şiirde bulunan her türlü şeklî unsur şiirin dışındadır; yani şiirin özüyle alakalı değildir; ancak şiiri oluşturan malzemeden olması, onu şiirin tamamen dışında tutmamıza müsaade etmiyor. Dolayısıyla şeklî unsurları ihmal edebiliriz düşüncesi, yanlış bir zandan ibarettir.
İnternetteki şiir sitelerini dolaşıyorum. Binlerce şair var. İçlerinde istikbal vaat edenler olmakla birlikte kahir ekseriyetinin şiiri bilmediğini görüyoruz. Basit bir takım kelime oyunları, garip benzetmeler, dilin anlam yönünü tamamen bir kenara itmeler vs. Mesela: ‘Bir sonbahar ayazının çıplaklığında’ size ne anlatıyor? Şairinin bize verdiği nazikâne cevap şu: ‘benim için şiirde ses önemlidir, öyle söylemek hoşuma gitti, anlam önemli değil’… Şiir yazacak adamın tek gayesinin şiir yazmak olması lazım gelmez mi? Elbette öyle olmalıdır; ama öyle değilmiş gibi, şiirin dışında bir takım eften püften şeylerle uğraşılıyor ve bu yüzden de asıl amaç gözden kaçırılıyor. Tabii ki şiirde tarzlar, anlayışlar, farklı dünya görüşleri olacaktır; olmalıdır da; ancak bunun fikirde derinlikten ziyade şekle irca edilmesi Türk şiiri adına üzüntü vericidir.
Genç şairlerimizin en büyük problemlerinden birisi imla bilmemeleridir. Kelimeleri akıllarına estiği gibi yazıyorlar. Hatta bazıları ‘böyle yazmak hoşuma gidiyor’ diyecek kadar pervasızlar. Dilin bir millet için ne kadar önemli olduğunu idrak edememiş birinin şiir yazması ve kendini şair addetmesi kadar tuhaf bir durum düşünemiyorum. Sanatkârların görevi dili güzelleştirmek, zenginleştirmek ve onun her türlü hususiyetine sahip çıkmaktır. Sanatkâr internet başında sohbet eden bir çocuk lakaydisiyle hareket edemez; buna hakkı yoktur. Dil hiç kimsenin değildir; dil onu kullanan fertlerin tamamına aittir ve her fert onu kullanılması gerektiği gibi kullanmak zorundadır. Sanatkârın dili bozmak, yeni kaideler üretmek, yeni şekiller bulmak gibi bir görevi yoktur. Bilakis dili güzelleştirmek, mevcut kelimelere yeni anlamlar yüklemek, yeni söyleyişler bulmak gibi ancak sanatkârın başarabileceği bir görevi vardır. Tabii ki yanlış da olsa yapılanlara saygı duyarız; ancak zaman hükmünü verecek ve bu hatayı yapanları ‘unutulmak’la cezalandıracaktır. Bu riski göze alan istediği gibi yazar.
Genç şairlerimizin bir diğer eksik tarafları da dilin imkânlarının, ses hususiyetlerinin farkında olmamalarıdır. Müzikte kulak neyse, şiirde de dilin ses özelliklerinin farkında olmak odur. Dilin kendisine has bir melodisi, armonisi vardır. Kelimelerin iç sesiyle kelimeler arasındaki ses uyumunu, ses akışını duyamayanlar ölçülü şiir bile yazamazlar. Kaldı ki çok daha zor olan serbest şiiri hiç yazamazlar; çünkü serbest şiirde şair ölçü, kafiye gibi önemli sazlardan mahrumdur. Bu mahrumiyet içinde bir ses yakalamak, oldukça güç bir iştir. Bu güçlüğü aşmanın en kestirme yolu, isim yapmış ölçülü yazan –aruz veya hece- şairlerimizi çok okumaktır. Bu yolla şair dilin ses hususiyetlerini daha iyi kavrar ve ölçüsüz de olsa yazmış olduğu bir mısrada müzikal bir değerin olup olmadığının farkına varır. Bunun farkına varan bir insanın ahenksiz bir söz söylemesi veya ahenksiz bir sözü şiir zannetmesi mümkün değildir.
Ben Ahmet Haşim’in ‘Yerden ziyade mâha yakın, Mâhtan ziyâde yere yakın’ mısralarını çok anlamlı bulurum. Şiir her ne kadar uçmaksa da bu, yerden tamamen bir kopuş değildir. Tabiri caiz ise ‘ayakları yere değen’ bir uçuştur. Şair bu ifadesiyle şiirde anlamla ses arasındaki ilişkiyi vermeye çalışıyor. Her ne kadar anlamdan ziyade sese önem veriyor olsa da, kullanılan malzemenin tabiatı gereği şiiri anlamdan büsbütün koparmak mümkün değildir; çünkü her kelime, kullanıldığı asırlar boyunca üzerine bir takım anlam yüklenmeleriyle birlikte gelir günümüze. Onu bu anlamlardan soyutlamak ve sadece ses olarak kullanmak pek mümkün görünmüyor. Şairin pek çok güzel şiiri var. Dikkat edilirse günümüze gelen en önemli şiiri ‘Merdiven’dir. Neden bu şiir gelmiş? Çünkü, dili sadedir. Eğer mesele sadece ses olsaydı, şairi asıl temsil eden O Belde, Ölmek, Göl Saatleri gibi şiirlerin yaşaması lazımdı. Oysa bu şiirleri edebiyatla ciddi bir şekilde ilgilenenlerin dışında bilen yoktur. Tevfik Fikret için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu şairleri günümüzden götüren yegâne şey ne kullandıkları aruz, ne de şiirlerin içeriğidir. Tek kusurları kullandıkları dildir. Dil yaşamayınca onunla vücuda getirilen eser de yaşayamıyor.
“Firaz-ı zirve-yi Sina-yı kahra yükselerek,
Oradan
Düşmek ölmek istiyorum,
Cevf-i ye’s-i âşinâ-yı hüsrana…”
Bu mısralar Haşim’in en güzel mısralarındandır; ancak bunları kaç kişi okur, okuyan kaç kişi anlar?!.. Oysa bu şiir ses ve anlatılan olaydaki hareketlerin büyük bir uyum içinde birleştiği nadir eserlerdendir. Özellikle ilk ve ikinci mısralar dikkati şayandır.
Bütün bunların üzerinde durmamın sebebi genç şairlere emek verdikleri sanat dalının dille ne kadar iç içe olduğunu gösterebilmektir. Dilde ne çok yeni moda kelimelere ne de eskimiş, artık kullanılmaz olmuş kelimelere yer vermelidirler. Eskiyenler geri gelmeyecek, yeni çıkanlarınsa dildeki yeri ve ömrü belli değildir. Dolayısıyla her şairin öncelikle bir dil politikası olmalıdır. Bunu belirlerken de, dilin değişimini ve bu değişimin ne yönde olduğunu iyi sezmelidir. Bu hususta yapılabilecek hata, eserinin kalıcılığını olumsuz etkileyecektir.
Burada bahis konusu olanların her şair için önemli olduğunu; hatta şairlikte ilk basamak olduğuna inanıyorum. Bunlar olmadan şiir yazmak, şair olmak mümkün değildir.
Remzi ÇİNKO
Türk Dili ve Edb. Öğrt.
YORUMLAR
"Genç şairlerimizin en büyük problemlerinden birisi imla bilmemeleridir. Kelimeleri akıllarına estiği gibi yazıyorlar. Hatta bazıları ‘böyle yazmak hoşuma gidiyor’ diyecek kadar pervasızlar. Dilin bir millet için ne kadar önemli olduğunu idrak edememiş birinin şiir yazması ve kendini şair addetmesi kadar tuhaf bir durum düşünemiyorum.Tabii ki yanlış da olsa yapılanlara saygı duyarız; ancak zaman hükmünü verecek ve bu hatayı yapanları ‘unutulmak’la cezalandıracaktır. Bu riski göze alan istediği gibi yazar."
Bugun,site uyelerinden bir arkadasimizla, bu konu uzerinde konusmustuk..Siir yazmanin zorluklari ve sairlik..Dildeki akiciligin oneminden,anlatimin siiri okuyan kisiyi etkilemesinden,dilbilgisinin oneminden bahsettik.. Yarinlarda unutulmamak adina bunun gerekliliginden.Kendimizi asla sair olarak goremeyiz(hele ben, hic gormuyorum :) ) dedim. Cunku;yarinlarin bizlere vaadi yok..Siir denilince akla gelen isimlerden biri oluyorsa kisi;iste o zaman sairdir..!
Mukemmel bir anlatim..Tesekkurler.
Son zamanlarda günün yazısı seçilen en değerli bilgi ve emek dolu bir yazı.Bir şiir sitesinde şiir yazmak serçe yavrusunun yuva etrafında uçuş denemelerine benzer.Nasıl serçe yavrusu ana a-babasu-ının bir yanlışında yanında biteceğini bilirse bizlerde burada yazarken sizler gibi değerli öğretmenlerimizin ikazlarına kulak akbartacağımız muhakkaktır.Değindiğiniz tüm hususlara yürekten katılırken özellikle yerleşiş bilinen ve uzun zaman yaşayacak kelimeleri şiirde kullanılması gerekliliğini işaret etmeniz dikatimi çekti.Bu hususta en önemli şairimiz bence Yunus'tur.Yunus hececi bir şar olması ve de o çağdaki halk dilinde kullanılan bazılarımıza basitçe gelen kelimelerle yazdığı şiirlerin hala yaşaması söylediğiniz özelliktendir.Halk Ozanlarımızdan Karacaoğlan ,Pir sultan Abdal ve zamanımız şairlerinden ve serbest tarzda çok sevdiğim Orhan Veli hep uzun soluklu ve benimsenmiş kelimelerin sırlarını çözerek yazmışlardır şiirlerini.
"DİL BİR MİLLETİN VAR OLUŞU VEYA YOKOLUŞUYLA EN İLGİLİ KONUDUR" diyerek değerli bilgilerinizinden çoğumuzun yararlanacağını umuyorum.Sevgilerimle.
Değerli üstadıma yazısı için çok teşekkürler. Eski üyeleremiz, hocamızın şiir altlarına yaptığı eleştirilerle ne kadar faydalı olduğunu bilirler. (Şahsen ben hocamdan en çok yararlananlar içindeydim) Şu sıralar eleştiri yapmaması genç arkadaşlar için büyük kayıp. (Bazı arkadaşlarımızın iyi niyetli yorumlara bile önyargılı yaklaşımından olabilir bu bıkkınlık)
Değerli hocamı bu sayfalarda şiir, eleştiri ve yorumları ile sürekli görmek beni çok mutlu edecektir.
Saygı ve selamlarımla.
Hocam...
Aydınlatıcı ve eğitici yazınızın altına imza attıktan sonra,naçizane bir kaç eklemem olacak..
Öncelikle size ve günün yazısı seçenlere teşekkürler...
....
"Basit bir takım kelime oyunları, garip benzetmeler, dilin anlam yönünü tamamen bir kenara itmeler vs"
Keşke bu kadarla kalsa.Yazılan dizelerdeki mantık hatalarını
ne yazan görüyor,ne de yorum yapanlar.
Örnek...Bir arkadaş şöyle bir şey yazmış...
Ölü bir kuşun kanatlarına yaz şiirlerini
Öttükçe kokunu getirsin bana.
...
Tam olarak hatırlamıyorum ama buna benzer bir şeydi..
Epeyce de olumlu yorun almıştı.....
Gayet nazikçe.....Yahu ölü bir kuş nasıl öter ? diye
dikkatını çekmek için uyardım...
Efendim yorumum kırıcı olmuş diye engelendim.
...
Daha böyle örnekler çok....Şiirin içinde birbirleriyle
uymayan,her kıtanın başka havada olduğu,salt güzel imgelerin alt alta yazılmasıyla şiir yazıldığı sanılan
bir ortamdan geçiyoruz,sizin de belirtiğiniz gibi.
.......
-İmge salatası- diyorum ben bunlara
...
Aydınlatıcı bir paylaşımdı.
Tekrar teşekkürler
kutbo tarafından 7/17/2009 1:55:50 AM zamanında düzenlenmiştir.
katılmamak mümkün değil...ben nurullah ataçın
"şair olamadığım için eleştirmen oldum" yazısını okuduktan sonra şiir yazmanın sanıldığı kadar özgür ve kolay olmadığını anladım..nasıl herkes mimar ressam müzisyen olamıyorsa,bunlar için mesleki eğitim ve liyakat gerekliyse
şairlik içinde aynı durum geçerlidir..zaten turgut uyar 1964 te "şiir çıkmazda" demişti...hala öyle galiba hocam....saygılar ve esenlikler...