- 1133 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜNE AŞK - 2
Karısına doğru çatık kaşlarının ardından bir bakış atarak, içeriye girdi. Sanki onun sesini duymamış gibi hiç sesini çıkarmadan ve karşılık vermeden devamlı oturdukları odaya yöneldi. Sonra sedirdeki her zaman oturduğu yerine oturarak ayaklarını uzattı. Sessizce karısının çoraplarını çıkarmasını seyretti uzunca bir süre. Çorapları çıkaran kadın, elinde bir leğen ve maşrapa ile yanına geldi. Kocasının ayaklarını güzelce ovalayarak yıkadı. Havluyla kuruladıktan sonra, orada bulunan eşyaları toplayarak odadan çıktı . Çıkarken de tekrar bir kez daha baktı kocasına. Ökkeş bu akşam daha da sinirli ve gergindi.
Odaya döndüğünde , pencereden dışarıya dalgın gözlerle ve biraz daha sakinleşmiş bir halde buldu onu. Sanki, aklı başına gelmiş gibi karısından tarafa baktı. Yüzünde yarım bir gülümsemeyle karışık sert bir ifadeyle
“ Kezban, oğlanlar neredeler, gelmediler mi hala ! “
“ Gelmediler bey.Yemek az sonra hazır olacak. Yemeğe kadar gelirler herhal “
“ Otur ! hele karşıma. Bugün çok canım sıkıldı. Düğün yeri değil, can pazarı oldu sanki. Adam, bacak kadar çocuğun canını Azrail gibi aldı geçti gitti. Kurşun, Abbas’ ın silahından çıktı. Ben gördüm. Amma velakin söyleyemedim. Ben değil kimse söyleyemedi. Ah dünya
ah ! İstersen söyle. Biz marabayız. Garibanlık var. Fakirlik var. Bir de aşiret töreleri var. Bir de Abbas ağanın yakını. Ağzını açmaya kalksan sonun gelir hemen. Çok ağrıma gitti Kezban çok. Haykırmak istedim orada ama nasıl yapardım. Zar zor karnımızı doyuruyoruz. Onun da yine ağanın sayesine. İş veriyor da öyle. El mahkum. Yoksa ben size nasıl aş, ekmek getiririm. Hemen kaçtı zaten olaydan sonra. Allah vere de başkasının üstüne kalmasa bu iş. Hoş, bir iki gün sonra unutulur gider. Gariban olunca çocuğun ailesi aramazlar ardını. Zengin olaydı bak bırakırlar mıydı. İsyan ediyorum Kezban isyan. Zor attım eve kendimi. Biraz vakit geçireyim dedim kahvehane de ama duramadım.
“ Haklısın bey. Ama töreler böyle gelmiş, gidiyor. Keşke senin dediğin gibi olsa ama olmuyor. Dur bakam bir hükümet işin peşini bırakmaz elbet. Kanunsa herkes için geçerli. Sana bana farklı değil ki. Aman bey! Bu konuştuklarını başka yerde konuşma. Maazallah başın derde girer sonra. Kimseynen kötü olmayalım. “
“ Öyle Kezban. Konuşmaya gelmez zaten. Ağanın bir kulağına giderse. Uğraşır benimle. Zindan eder bize dünyayı. Kendim için korkmam ama siz varsınız. Benim sert olduğuma bakmayın öyle. Ben sert görünürüm ama her gece yatağıma yatıp ta uykuya dalmadan önce sizler için ne dualar ederim. Allah şahidimdir. “
“ Bilmem mi bey. “
Konuşmaları bittikten sonra , mutfağa kızının yanına gitti. Gülistan yemekleri hazırlamıştı. O sırada evin dış kapısının önünde erkek sesleri duyuldu. Büyük bir gürültü halinde içeri girdiler. Odaya girdikleri ve babalarını görünce sesleri kesildi. Sofrayı kurmakta olan anaları
“ Hadi yiğitlerim. Yemek hazır. Elinizi, yüzünüzü yıkayın da oturalım sofraya “
Bütün ev ahalisi sofra başında toplanmıştı. Ökkeş , ciddi tavrıyla tek tek oğullarının yüzlerine baktı. Çorba tenceresinin ortaya konmasıyla sofradakilerin birden daha da artmıştı iştahı sanki. Yoğurdun, un ile karışımından ortaya çıkan o nefis koku burunlarının derinliklerine indi. Babanın ilk kaşığı savurmasından sonra , acıkan diğer aile fertleri de çalakaşık daldılar tencerenin içine.
“ Gülistan! Kızım çok güzel olmuş çorban ! Sen de anan gibi güzel yapıyorsun yemekleri. Gelinlik çağına geldin artık. Yakında evimiz dolar taşar. “
Gülistan, babasının bu tür konuşmalarına hiç alışık olmadığı için biraz şaşırmıştı. Böyle konuşmazdı her zaman. Yüzünün kızardığını hissetti. Önüne bakarak hiç cevap vermedi babasına. Hemen sonraki yemeği getirmek için mutfağa koşar adımlarla gitti. Yaz olduğu için yemek yapmakta sıkıntı çekmiyordu. O akşam da patlıcan yemeği yapmıştı. İçine de bol et koymuştu. Nefis kokusunu tencerenin uzağına dayadığı burnuyla içine çekti. Az da olsa kendi bahçelerinde yetiştiriyorlardı bazı sebzeleri. Koşar adımlarla sofraya götürdü tencereyi. Kalabalık bir ailenin sofradaki hali de başka oluyordu. Yemeğin yenmesinden sonra erkekler, sedirin üzerindeki yerlerini aldılar. Gülistan ve Kezban sofrayı toplayarak mutfak kısmına geçti.
Gençler babalarının yüzüne bakıyor ve onlarla konuşmasını bekliyorlardı. Ökkeş, en baş köşede oturan en büyük oğluna dönerek
“ Abdullah ! Tarladaki işler ne alemde ! . Ben bugün size yardıma gelecektim ama ağanın düğünü vardı. O yüzden gelemedim. Yolunda mı her şey ? “
“ Kardeşlerimle epey işleri yoluna koyduk baba ! Merak etmeyesin sen . Yarın gelince bakarsın yine de “
“ Tamam Abdullah. Sen, bu evde benden sonra geliyorsun. Kardeşlerine de öğret işleri. Sıkıntı çekmesinler. Benim de gözüm arkada kalmasın. Allah korusun bana bişey olursa ev ahalisi sana emanet. Kardeşlerine sen kol kanat gereceksin tamam mı ? “
“ Allah korusun baba ! İnşallah sana bir şey olmasın. Ama öyle bir şey olursa da içini rahat tut sen. “
Abdullah, babasının konuşmasını yadırgamıştı. Hiç bu zamana kadar bu kadar yakın ve samimi konuştuğu görmemişti. O sert mizaçlı insan değişmişti sanki. Her konuşmasında emirler yağdırır, yaptığı hiçbir işi beğenmezdi. Ona saygısından hep susmuştu. Haklı bile olsa susmak zorunda kalmıştı. Kız kardeşine de yemekte iltifat etmişti. Alışkın oldukları bir durum değildi. Aslında bilirdi babasının yufka yüreğini ama , o rolünü oynarken, onlarda karşılığında rollerinin gerektirdiği şekilde davranırlardı.
Biraz daha oturduktan sonra Ökkeş efendi, ayağa kalktı ve iyi geceler dedikten sonra odasına çekildi. Gençler, içlerinden sanki “ Oh be yalnız kaldık “ der gibi içlerini çektiler. Hemen arkasından neşeyle dolu sohbetlerine başlamışlardı bile. Yavuklularını anlattılar birbirlerine. Tarlada başlarından geçen komik olaylara kadar her şeyi konuştular. Çok kardeş olmalarının avantajıydı tüm bunlar. Kahkalarla gülerlerken odadan içeriye Kezban girmiş faklat onu fark etmemişlerdi. Kapıda durdu ve öylece evlatlarına baktı sevgi dolu bakışlarla. Sonra o da odasına çekildi hiç seslenmeden.
Odaya girdiğinde, Ökkeş efendinin uyuduğunu sanmıştı. Ama yatağa yaklaşıp baktığında, uyumadığını fark etti. Gözlerinde bir hüzün bulutu hakimdi. Bir anlam veremedi . Sonra sormaya karar verdi.
“ Bey, sıkıntılısın. Bana anlatmadığın başka bir şey var. “
Ökkeş efendi, önce bir düşündü sonra da sıkıntısını karısına anlatmaya karar verdi. Ne de olsa kaç yıllık karısıydı. O da fark etmişti onun halini.
“ Kezban, evet anlatmadım. Bizim kızı isteyenler var. Ama ben münasip bulmadım. Fakat çok bunaltıyorlar beni. Üstelik araya ağayı da aracı koymuşlar. O da sıkıştırıyor. Bizim kız narin bir yapıda. Harcarlar orada onu. Üstelik onu kuma olarak istiyorlar. Ben karşıyım kumalığa. Kızımı nasıl uygun görürüm. Yaş olarak ta çok fark olacak aralarında. Nasıl çıkacağım bu işin içinden. Onun sıkıntısı içindeyim. Kendi ellerimle atamam biricik kızımı.
Kezban’ ın birden içi burkuldu. İçinden keşke kızım bu kadar güzel olmasaydı diye geçirdi.
Yapacak bir şey kalmıyordu bu durumlarda. Ne kadar da direnseler adetlere ve töreye karşı koyamayacaklardı.
“ Allah büyük bey, canını sıkma sen. Gün doğmadan, neler doğar. “
“ İnşallah “
Uykuları gelince de erken saatte yatarak uyudular.
Gülistan, mutfakta işini bitirdikten sonra ağabeylerinin yanına geldi. Biraz onların konuşmalarını dinledikten sonra, yatmak için odasına geçti. Küçük bir odaydı onun ki. Bir tek kişilik yatak sığacak kadar ve sehpanın üzerine koyduğu bir aynadan ibaretti ona ait ne varsa. O aynayla bütün sırlarını paylaşırdı neredeyse. Aynadaki sanki kendisi değilmiş gibi dertleşirdi . Kız kardeşinin olmayışı onun için çok büyük bir eksiklik gibi gelirdi. Arkadaşlarını kardeşleriyle gördüğü zaman daha fazla hissederdi. ağabeyleriyle konuşacak ortak bir konuları bile yoktu. Onlarla hem yakındı, hem de mesafeli. Hem de onu anlamazlardı zaten.
“ Şimdi o yakışıklı asker ne yapıyor acaba ? Belki de uyumuştur. Memleketinde yavuklusu varsa onu görüyordur düşlerinde “ diye mırıldandı kendi kendine.
Tekrar o günkü bakışı canlandı gözünde. O bakışları bir türlü unutmamıştı. Yine içinde değişik duygular hissetti. Tüyleri diken diken oldu heyecandan. Aynanın önüne geçti. Yemenisini çıkardı. Gür ve siyah saçları tüm canlılığıyla omuzlarına doğru aktı. Başını iki yana sallayarak dağıttı. Simsiyah gözleri Halil aklına gelince, gecenin o saatinde daha a parlaklaşmış ve güzelleşmişti sanki. Yüzünü seyretti aynada. Çok güzel görmüştü bu bakışında kendini. Hiç beğenmezdi kendisini nedense. Konu komşu güzelliğini öve öve bitiremezlerdi arkasından. Ama yüzüne hiç söylemezlerdi. O bazen rast gele duyardı bu konuşmaları. Saçlarını fırçasıyla taradıktan sonra son bir kez daha baktı aynaya. Ve aynadaki aksine doğru öpücük gönderdi. O öpücüğü kendine değil Halil’ e göndermişti sanki. Gece, rüyasında görebilme umuduyla yatağına uzandı. Bir süre Halil’ in kişiliğiyle ilgili kafasında tahliller yaptı. Sağlam bir karaktere sahip bir kişilik görmüştü onda. Dik duruşunun yanında, yüzünde de samimi ve asil bir ifadesi vardı. Kimdi? ? Neyi severdi? Nelerden hoşlanırdı ? Bunları düşünürken uyuyakalmıştı.
DEVAM EDECEK
Nermin KAÇAR 15.07.2009 BOLU