"İştahlı Yaralarım"
“Tuz ile besliyorduk iştahını yaralarımızın”
Demiş şairin biri. Yüreğime sıcak bir bıçak gibi işleyen bir tarif… İnsan halden hale savrulan bir yaprak, kelimeler hallere kın. Ve bir gün diz çöktürüyor bir cümle bütün umutlara. Parçaların arasında bir tek bütün kaldıysa diye canhıraş çırpınışlar sahneye koyuyor beden. Nafile! Her şey bir araya gelmez biçimde parçalanıp atomlarına ayrılıyor.
İnsan kendi yarasına tuz basar mı? Basarmış, öğreniyorum. Hatta tüm hücrelerimde idrak ediyorum. Seni her anıma nakşetmek yarama tuz basmak değil de ne ki?
İnsan bile bile uçuruma atlar mıymış? Düşerken buluyorum kendimi. “Dibi görünsün artık Ya Rab!” diye haykırırken. Olmuyor. Göz bebeklerine düşüşüm bir türlü son bulmuyor. Bir avuç tuz daha…
Kızayım mı? Neden geldin diyeyim mi? Neden gittin diyeyim mi? Senin için uçarı bir hevesten başka bir şey olmayan, benim için içine durmadan tuz bastığım bir yara olup kalan bu sevdaya küfredeyim mi?
Bir yanda kelimeler savurup durur beni
Kara sevdan bir yandan kavurup durur beni
İncinir kahrolurum gelemem ki peşinden
Kumru can teslim eder ayrılınca eşinden
Her ne yana baksam sen sana çıkar her bir yol
Gel etme bana sitem şu yarama ilaç ol