- 585 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İçli Bir Tiryakiliktir Yaşamak
Bu çığlık ekili aşk gezegeninde yaşam ve ölüm çizgisinde geçer günlerimiz
Tekrarı olmayan bir film karesinde zumlanır zoraki ve asil gülücüklerimiz
Dönüşümsüz masallar ülkesinde yağmur yağar üzerimize ıslanır yüreğimiz
Her insan ömür sofrasından aç kalkar, doyumsuz lokmalarla biter şölenimiz
Küfünü emmiş sandıklar gibi içim, kendimle çeliştiğim anlarda yol düşünüşleriyle geçiyorum özlemi. Durdurulamayan bir ömür geçişinin ortasını geçtim, yarılanmış yollara aldırmıyorum, mevsimler aşikâre bir yağmurun habercisi, kuşların çehresi hep asık ve ben kendi sızımın merhem sargılarıyla göğsümün kafesini daraltıyorum. Yağmur kararsız, sular sürüklendikçe sele dönüşüyor, uzaklara taşınan kumlar gibi yeni yurtlar arıyor yüreğim kendine.
Kelepçesini inkâr eden kilitler gibiymiş sevda. Durağı meçhul yolculukların devinimsiz izlenceleriyle tükenmiş yılların düş haritalarına bakıyorum, yıkılmış evler, kıyıda köşede sapı çürümüş kürekler, damı değişimlere dayanamayan evler, çocuklara yasaklanmış dikenlerle çevrili bahçelere düşüyor yolum. Dalda kiraz özlemli bir ele, toprakta yer elması hayretle açılacak bir göze ve yavrusunu çamura düşürmemek için yuvasının kapısında çırpınan bir serçe gülümsüyor kaderine.
Yitirilmiş onca düşe, anlamını kaybetmiş bir tutam gülüşe rotasını şaşırmış gemiler yanaşamıyor işte. Işıklar korkak bir teni aydınlatmaktan aciz, masallar eski tadından uzak, zehirli bir düş gibi şüphenin kurdu dolaşıyor bardakta. Ölmüş yıldızlar düşüyor karanlık köylere, bir çoban sürüden önce uyuyor kendi kuytusunda. Sessizlik çarpıyor toprağın gövdesine, su üşüyor, yüreğimdeki çiçekler iç çekerek dönüşüyor hüzünlü dizelere.
Tiryaki dudaklardaki isyan çaresizlik sendromunda. Bir bulut şafak dürtüsüyle yurt arıyor kendine. Gökyüzü nikotin sarmalından arınıyor ah, avuçlar kendini sobelemekte, izli bir söz oluyor rüzgâr ilerliyor nefesi alt edebileceği yerlere. Deniz kalabalık gülüşlerle sarhoş, dalga kıyıya sevisiz dökülüyor, umutlar kulaçlanıyor ötelerde, bir adam çaresizliğin yutkunuşlarıyla yazgısı sonlanmış bedence gömülüyor derinliklere.
İçli bir düşünüşün masasında yapayalnızlığını çoğaltıyor kadın, titrek bedeninde bekleyişin isyanı. Belki de hiç gelmeyecek bir sevgilinin falını yüklemiş sevdalı parmaklarına, sorgulu bakışlarıyla süzüyor etrafı, götürürken dudağına soğumuş çayı. Bir Çingene çiçek bırakıyor masaya, kirli ellerini açarak. Gülümseyişin baygın pencerelerini örtüyor rüzgâr, gün kızıla bürünüyor, hıçkırık masasında umutsuzluğun nöbetleri bırakıyor yerini kahırlı iç çekişlere.
Uykusuzluğa tercih edilmiş sevişmelerin fısıltıya dönüştüğü uzak şehirlerde gecenin artığını süpürür çöpçüler. Bütün okşayışlar faili meçhul bir şefkat ararken kendine yakası kirli ayrılıkların kavline dönüşür her öykü. Dar bir menzil olur ayrılık, yürünür yalınayak uzaklarda kalan yaşanmışlığın ücra kentlerine. Kolun bastı/ramadığı, yüreğin astı/ramadığı, bedenin sustu/ramadığı oyunlarla örselenir, dermansız bir yara gibi kanarız içten içe.
Hüzzam damlalarla birikmiş bir göl olsun yine de düşlerinde, yokladıkça yüreğini şiirler dökülsün dilerim meçhul yarınlarından. Dalga ilahi bir güçle kıyısını dövsün, dudaktaki tüm titreyişler kutsal bir ışığı görsün. Kadın çiçeğin tohumunu didikleyerek, adam ağlara dolaşan tüm balıkların pullarını temizleyerek gökyüzüne serptiler avuçlarındakini, su ve güneşe ulaştı umut, yağmurun bereketiyle buluştu pul ve tohum, gün geceyi sardı, gece yalnızlığı kollarından tutarak kilitledi küflü bir sandığa mevsim geçişleriyle.
Islak bir zemine dönüştü ruhum. Vurgun kelimelerden kule yapıyorum her dem, kehanetin sandukasında bölünürken uykum. Islak kanatlı bir şahinin pençelerine tutunarak denizleri aşacağım. Ağlayışların minörleriyle rüyalar dizeceğim sevdanın kanlı tespihine. Aşk ve huzurun küpeştelerine yaslanarak, bütün yolculukların kavuşmayla sonlandığı sonları düşleyerek bu yalan dünyanın, bu çelişkili masalın sayfalarını huzurla kapatacağım.
Selahattin Yetgin