- 2227 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
Dr. Sadık Özen
Bugün 12 Temmuz 2009. Büyük Devlet ve Siyaset Adamı İsmet İnönü tarafından 1947 yılında yayınlanmış olan tarihi “12 temmuz Beyannamesi” nin 62. yıldönümü.
Ben, her yıl bu beyannameyi çevremdeki insanlara ulaştırmaya ve bu suretle kendimce önemli saydığım bir görevi yerine getirmeye çalışıyorum. Zira bu beyanname, sadece Türkiye açısından değil, dünya demokrasi tarihi açısından büyük önem taşıyan bir belgedir.
Ülkemizin içinde bulunduğu bugünkü ortamda; demokrasi havarisi kesilen, ama bilerek veya bilmeyerek demokrasiyi katletme gafletinde olanlar için “12 Temmuz Beyannamesi” bir ibret belgesi olma niteliğindedir.
“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” diye atasözü niteliği kazanmış güzel bir söylem var. Türkçesi, “İnsan belleğinde unutma hastalığı vardır” anlamındadır. Burada kastedilen, unutkanlığın insanlar için zamana bağlı olarak doğal bir şey olduğunun vurgulanmasıdır. Ancak, İsmet İnönü konusunda, bu doğallığın dışında kasıtlı ve düşmanca nitelenebilecek değerlendirmeler yapılmaktadır. Zira, bu büyük insan, siyaset tarihinde en çok ihanete uğramıştır. Ne yazık ki, İnönü düşmanlığı, babalardan evlatlara miras bırakılarak devam ettiriliyor. İşte bu nedenle, benim gibi İnönü gerçeğini yakından bilenlere büyük görev düşmektedir.
Bununla ilgili yeni bir bilgiye bugün, bu tarihi günün yıldönümünde ulaşmam beni gerçekten yaraladı. Bu itibarla yazıma, bugün karşılaştığım şeyi not düşmeyi uygun buldum.
Şu günlerde “Kocatepe’den Dumlupınar’a” adında bir kitap yazmaktayım. Bu kitabımda, Kurtuluş Savaşı Kahramanlarımızdan Kara Fatma’ dan söz etmek istedim. İlgili sitelere girdim ve bu hususta yazılanları okudum. Ne yazık ki, bu ulusal kahramanımız, yaşlılık döneminde büyük sıkıntılara maruz kalmış. Nitekim, hiç istenmemesine karşın, bugün dahi bu tür tatsız durumlarla karşılaşılmaktadır. Kara Fatma büyüğümüzün ihmali asla affedilemez. Ancak, bunun sorumlusu olarak sadece belli bir dönemin ve belli insanların suçlanması da büyük bir hatadır.
İnternetteki bir sitede, Kara Fatma ile ilgili yazıya yorum yapan biri, bu yorumunda bakın ne diyor: “İnönü’yü el üstünde tutarken, Kara Fatma’ya değer vermediler.” Yahu, ne ilgisi var bu konuyla bu yorumun. Buna, “Dam başında saksağan, vur beline kazma ile” den başka ne denilebilir ki !... Bütün bunlar tarihi İnönü düşmanlığının ve İnönü’ye duyulan kindarlığın açık bir kanıtı olmaktadır. Ben de, bu beyni kurumuşlara diyorum ki, “Allah, başınıza İnönü kadar taş düşürsün !”
Şimdi; 12 Temmuz Beyannamesi’nin tam metnini aslına sadık kalarak, kendi yorumlarımla birlikte sunuyorum. Lütfen, sıkılmadan sonuna kadar okuyunuz. Bu beyannameden, ülkeyi yöneten siyasetçiler başta olmak üzere hepimizin ders alacağı çok önemli şeyler var. Sevgi ve saygılarımla…
www.fikirplatformu.net / 12 Temmuz 2009
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
Dr. Sadık ÖZEN
Türk Demokrasi tarihinde önemli bir yeri olduğuna inandığım 12 Temmuz Beyannamesi hakkında yeni kuşaklara bilgi aktarılması gereğine inanıyor ve bunu kendim için önemi bir görev sayıyorum. Büyük Devlet Adamı İsmet İnönü tarafından 12 Temmuz 1947 tarihinde yayınlanan bu beyannamenin yakın tarihimize ışık tutması yanında, sözde demokrasi tutkunlarına gerçek bir demokrasi örneği sunulmuş olacağına inanıyorum.
Kurtuluş Savaşı Kahramanı, Atatürk’ün en yakın arkadaşı ve Lozan Konferansı’nın usta mimarı olan İsmet İnönü, tarihte en büyük ihanete uğramış ve haksız eleştirilere tabi tutulmuş bir devlet büyüğümüzdür. İkinci Dünya Savaşı yılları dahil 12 yıl süreyle ülkemizin kaderini paylaşmış bir devlet büyüğümüz olan İsmet İnönü, özellikle cumhurbaşkanı seçildikten sonra, bazı insafsız yazar ve siyasetçiler tarafından büyük saldırılara uğramıştır. Zaman zaman, kendisinden, iyi bir asker ama kötü bir siyasetçi olarak söz edenler olduğunu görüyor ve üzülüyorum. Hatta, askerlik hayatında gösterdiği büyük başarılara bile gölge düşürme çabası gösterenler oldu. Oysa, O, Wilson Churchil’in “Siyasi bir mektep aç, öğrencilerin olalım” dediği büyük devlet ve siyaset adamıdır.
Kendisini Milli Şef olarak ilan ettiğinden bahisle ona saldıran ve ülkeyi diktatörce yönettiği yalanını uyduranlara; 12 Temmuz Beyannamesi başlı başına bir yanıt olup, İsmet İnönü’nün ülkemize kendi getirdiği demokrasi konusunda ne kadar duyarlı olduğunu ispatlayan tarihi bir belgedir.
Bu belgeyi tam metin halinde gazetemizin diğer bölümlerinde okuyabilirsiniz. Ben, burada bu beyannamenin hangi koşullarda yazıldığını ve neyi amaçladığını kısaca özetlemeye çalışacağım.
Cumhuriyetimiz’in ilk kuruluş yıllarındaki denemelerden sonra, 1945 yılında “Demokrat Parti” ve onun hemen arkasından “Millet Partisi” nin kuruluşu ile ülkemizde demokrasiye ilk adım atılmıştır. Bir yıl sonra yapılmış olan 1946 seçiminin pek de demokratik olduğu söylenemez. Çünkü bu seçim CHP’nin güdümünde ve denetiminde yapılmış, sonuçları da demokrasiye uygun şekilde tecelli etmemiştir. Zira, “Açık oy”, “Kapalı tasnif” usulü ile yapılmış olan bir seçim halkın iradesini gerçekleştirmiş olamazdı. Nitekim olamadı da. Ancak İsmet İnönü ülkemize gerçek demokrasiyi getirmekte kararlıydı. Çalışmalarını bu yönde sürdürdü ve sonunda 14 Mayıs 1950 de, örneği bugün bile görülmeyen son derece demokratik bir seçim yapılmasını gerçekleştirdi ve diktatörlük yolunu seçmeyerek iktidar koltuğunu muhaliflerine bıraktı.
12 Temmuz Beyannamesi işte bu süreçte yayınlanmıştır. Beyanname, ülkenin o yıllarda içinde bulunduğu durumun gerçekçi bir saptaması olması yanında, aynı zamanda iktidar ve muhalefet arasındaki kötü münasebetlerin düzeltilmesine yönelik bir çabanın ürünüdür. Bu beyannameden kısa bir bölümü buraya alıyorum:
“Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi, şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim, bu son dinlediğim karşılıklı şikayetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm.”
Bu ifadelerin diktatörlüğünden söz edilen bir kişi tarafından söylenmiş olmasını son derecede önemli kabul ediyor ve İsmet İnönü’ye haksız olarak yönetilen iftira ve isnatlara bir kanıt ve yanıt olarak sunuyorum.
“İdare mekanizması, yani Valilerimiz ve maiyetleri, bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükümetin mevcut olup olmadığı bile şüphe götürür idi.”
Bugün bile, kendi iktidar dönemi için bu sözleri kullanabilme basiret ve cesaretini gösterebilecek bir devlet başkanının varlığından söz edilebilir mi?
“Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir.”
12 Temmuz Beyannamesi’ni ve özellikle de son olarak yukarıda sunduğum bu alıntıyı günümüzün Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve diğer siyasi parti liderleri ile halkımızın okumalarını öneriyorum. Bu beyannameden herkesin alması gereken çok büyük dersler olduğuna inanıyorum. Saygılarımla… 12.07.2008 / Antalya
Antalya Gerçek Gazetesi
www.haber.gen.tr/forum
www.fikirplatformu.net
12 TEMMUZ BEYANNAMESİ
Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın yani emniyetin yerleşmesidir..
Bu emniyet, bir bakımdan, memleketin emniyeti manasını taşıdığı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin, kanuni haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih bulunacaktır.
Siyasi havayı yumuşatan bir iyilik olmak üzere, dertleri bilenlerin, kendiliklerinden, karşı tarafı teskin edici tedbirler alacakları ümidi uyanmıştır.
Hükümet Reisi ile ve Muhalefet Lideri ile son günlerde memleketin iç durumu üzerindeki konuşmalarımı ve bu hususta kanaatlerimi ve fikirlerimi söylemek zamanı gelmiştir.
3 Haziran tarihinde görüşmek üzere çağırdığım Bay Celal Bayar bana Demokrat Partinin, idare mekanizmasının baskısı altında bulunduğunu beyan ve şikayet etti. Haberdar ettiğim Başbakan, aynı mevzuları daha evvel aralarında görüştüklerini hikaye ederek, böyle bir baskının olmadığını, idare mekanizmasının memleketin huzurunu bozacak mahiyetteki tahriklere karşı çok güç durumda kaldığını beyan eyledi. Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek için, 14 Haziran tarihli buluşmayı tanzim ettim. Başbakan ve Yardımcısı Devlet Bakanı ile Demokrat Parti Genel Başkanı hazır bulundular. İki taraf arasıda karşılıklı tartışma içinde iki buçuk saat devam eden bu konuşma, başladığı noktada bitti. Demokrat Parti Başkanı, partisinin baskı altında bulunduğu noktasında ısrar ve partisinin kanun dışı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettiğine dair ithamları reddetti. Hükümet Reisi, idare mekanizmasının baskı yaptığı iddiasını kabul edemeyeceğini ve şikayet vesikalarını tetkik ve takibe hazır olduğunu tekrar söyledi ve Muhalif Partinin çalışma usullerini düzeltmesi lazım olduğu iddiasında kaldı.
17 Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana, vaziyeti arkadaşlarıyla görüştüğünü, benim durumuma karşı teşekkürle mütehassıs olduklarını söyledikten sonra, baskı vardır kanaatinde olduklarını ifade eyledi. Bunun üzerine; iki defa görüştüğüm Başbakan, iktidar partisiyle muhalefet partisinin Büyük Meclisteki münasebetleri ve karşılıklı çalışmaları yolunda hayırlı terakkiler olduğunu takdirle söyledikten sonra, biz de kendimize düşen vazifeleri sadakatle ifa edeceğiz, size söz veriyorum dedi ve iki ay sonra Büyük Meclis toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde itimadı artıran terakkiler olacağına ümidinin kuvvetli olduğunu ilave eyledi.
Bu beyanatı Bay Bayar’a 21 Haziran tarihinde naklettim. Bay Bayar, bu konuda fiili neticeye intizar edilmesi lazım geleceğini bildirdi. Bundan sonraki tartışmalar Muhalefet Liderinin Sivas nutkunda ve Hükümet Reisinin 2 Temmuz tarihli beyanatında ve ondan sonraki karşılıklı cevaplarda görülmüştür. Vaziyet hulasa olunursa, iki taraf şikayetlerinde ve savunmalarında ısrar etmiş ve şiddetli tartışmalar esnasında karşılıklı iyi niyetlerin ifadesi olan bazı tatmin edici parçalar hatırlarda kalmıştır. Siyasi havayı yumuşatan bir iyilik olmak üzere, dertleri bilenlerin, kendiliklerinden, karşı tarafı teskin edici tedbirler alacakları ümidi uyanmıştır. Bunun dışında olarak, durum, Muhalefet Partisi Liderinin “fiili bir netice beklemek” şeklinde ifade ettiği hükümde görülür. Yani, bir başka türlü söylenirse, vaziyet karşılıklı iddialar bakımından düğüm halini muhafaza etmiştir.
Şimdi ben, bu düğümü çözmeğe çalışacağım. İki tarafın şikayet ve müdafaalarının delillerini tafsil etmekte fayda görmüyorum. Zaten bunlar umumi efkarca da kafi derecede bilinmektedir. Gördüm ki, taraflardan hangisinin haksız, yahut hangisinin daha evvel karşısını kırmağa başlamış olduğunu aramakta da fayda yoktur. Ben, idare mekanizmasının baskı yaptığını Hükumet Başkanının kabul etmemesini, öyle bir hareketi tasvip etmeyeceğini katiyetle beyan eylemesini, bir teminat ifadesi olarak aldım ve bunu Bay Bayar’a söyledim. Ben, Muhalefet Liderinin kanundışı maksatlar ve metotlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalışması için şart olan kanun içinde kalmak esasının göz önünde tutulduğuna ve tutulacağına dair tatmin edici bir teminat olarak kabul ettim ve Başbakana bunu söyledim. Her iki tarafla uzun konuşmalardan çıkardığım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu inanışa getiren bu durumu, memlekette siyasi partilerin çalışıp gelişebileceğine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. Şimdiye kadar, memlekette geçen iktidar ve muhalefet tecrübesinin muvaffak olmamasını, bir seneden beri geçirdiğimiz tecrübelere, onların dayanamamış ve bu günkü siyasi durumu elde edememiş olmalarında görüyorum. Benim kanaatimce, bir buçuk seneden beri geçirdiğimiz tecrübeler ağır ve bazen ümit kırıcı olmuştur; amma, gelecek için her türlü ümitleri haklı çıkaracak bir muvaffakiyet temin edilmiştir. Bu durumu muhafaza etmek ve onun gelişmesini sağlamak, iktidar ve muhalefet partilerinin vazifeleri olmak lazımdır. Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi, şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim, bu son dinlediğim karşılıklı şikayetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm.
İdare mekanizması, yani Valilerimiz ve maiyetleri, bir seneden beri çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükümetin mevcut olup olmadığı bile şüphe götürür idi.
Sorumlu Hükümetin huzur ve asayiş vazifesi münakaşa götürmez. Fakat, meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız, eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır. Bu arada, siyasi partilere mensup olan veya görünen hususi maksat sahiplerinin şirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda partilerin dikkat göstermeleri icap eder.
Siyasi partilerin hangisi işbaşına gelirse gelsin, onları, idare mekanizmasında çalışanların, haklarına ve itibarlarına karşı adaletli bir zihniyette olacaklarına inandıracaklardır.
Zannediyorum ki, Hükümet Reisi ile Muhalefet Lideri arasındaki son tartışmada, iki tarafı sebat ettikleri noktadan ayırmak gayretine düşmeksizin, her iki tarafın bekledikleri şeyleri söylemiş ve temin etmiş oluyorum.
Vatandaşlarıma, Hükümetle ve iktidar partisi ile muhalefet partisi arasında görüşme ve araya girme safhalarını olduğu gibi anlatmış olduğumu ümit ederim. Varmak istediğim netice, başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın bu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı ile düşünebilecektir. Bu neticeye varmak için karşılaştığım güçlükler, çok zaman, yalnız ruhi mahiyette olan amillerdir. Bu güçlükleri yenmek için, siyasi hayatımızı idare eden, iktidarda veya muhalefetteki liderlerin samimi yardımlarını isterim.
Bu beyanatımı, neşrinden önce, Başbakanla Muhalefet Lideri görmüşlerdir. 12 Temmuz 1947
T.C. Cumhurbaşkanı
İSMET İNÖNÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.