- 2526 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
***
NOT: BU ÖYKÜNÜN GERÇEKLE ALAKASI YOKTUR................
*** ÇATLAK CARİYE ***1..BÖLÜM***
Girit’ li sahtekar Francesco, o güne kadar görülmemiş sayıdaki kalabalık Venedik soylu ailelerini, Girit’ lileri hayrete düşüren ihtişamlı bir törenle ağırlıyordu.Çok pahalı ziyafetler veren üçkağıtçı Francesco sadece halkın değil, Girit Despotluğunun da tepkisine neden olmaya başlamıştı.Tek oğlu hovarda Benito’ nun, Venedik’ in soylu ve zengin ailelerinden Salvatore’ nin kızı Lucia ile evlenmesi nedeniyle düzenlenen şatafatlı düğün töreni, bardağı taşıran son damla oldu. Çünkü, Doğu geleneklerine benzer şekilde yapılan, günler süren ve hayli masraflı olan düğünün maliyeti, Girit Despotluğunu kızdırıyordu.Eğer Francesco’ nun oğlu Venedik Dükü Salvatore’ nin kızı Lucia ile evlenirse, maddi yönden çok güçlü olacak ve Despotluğu ele geçirecekti.Muhalifleri, halkın da desteği ile onlardan kurtulmak istiyordu.Bu arada, Francesco ile ilgili yolsuzluk ve rüşvet iddiaları duyulmaya başladı.Osmanlı korsanları sahilde muhaliflerden gelecek haberi bekliyordu.Muhalifler Osmanlı korsanlarına müjdeli haberi verdiler.Düğünü basan Osmanlı korsanları, salonda bulunan soylu asilzadelerin üzerlerindeki değerli mücevherleri topladılar.Francesco ve oğlu Benito savaşırken muhalifler tarafından öldürüldü.Bu sırada salonun üst katında gelinliğini giymeye hazırlanan Lucia, aşağıda babasının ve annesinin Girit Despotluğu tarafından esir alındığını gördü ve kendisine zarar vereceklerini anlayınca, korkudan panikle üzerindeki elbiseyi çıkardı.Beslemeleri yoksul ve kimsesiz Donetta’ ya gelinliğini giymesini söyledi;
“- Bak Donetta…Bundan sonra senin adın Lucia emrediyorum.Ölecek olsan bile isminden vaz geçmeyeceksin tamam mı.Benin ismim de Donetta olacak! ..”
“- Tamam hanımcım.Siz ne derseniz o olur.Bu yalan ikimiz arasında kalacak…”
Korsanlar odaya girdiğinde kızları yakaladılar.Korsanların başı emretti;
“- O…Güzeller geçidi var anlaşılan.Bu gelin hanımı ve hizmetçisini alın gemiye götürün.Gemideki diğer kızların yanına kapatın.Esir pazarında satarız… iyi para ederler ha ha ha…”
Lucia ve Donetto korkularından hiç ses çıkarmadan, hayatta kaldıklarına dua ederek gemiye bindiler…Gemi yelkenlerini açtı ve nazlı bir gelin gibi rüzgarın önünde Akdeniz’ in mavi sularında, yol almaya başladı.Osmanlı Korsanları Akdeniz’ de var olabilmenin yegane şartının çok iyi bir donanmadan geçtiğini Venedik’ lilerden öğrenmişlerdi.
Geminin depo kısmına kapatılan kızlar, içeride başka kızlarında olduğunu gördüler.Karanlık ambara süzülen loş bir ışıkta, diğer beş genç kızın zenci oldukları fark ediliyordu.Hepsi kaçırılmış ve nereye gideceklerini bilmeden ayaklarından prangalanmış, korku içinde bekleşiyorlardı.Arada bir önlerine bırakılan yemekleri yiyorlardı.Yol boyunca her gün zenci kızlar korsanlar tarafından yukarıya götürülüp tecavüz ediliyor ve aşağıya bırakılıyordu.Korsanların başı Hüseyin emretti;
“- Şu gelinlikli kıza kimse el sürmesin.Venedik Dükünün kızı…O’ nu padişahımızın sarayına satmayı düşünüyorum.Çirkin de olsa bir dük kızı…Yanındaki hizmetçisine bakın Efendisinden daha tatlı…O’ na sakın dokunmayın o da sadece benim sevgilim olacak…”Lucia Türkçe konuşmaları anlamasa da Hüseyin’ in kendisine bakışlarından sıranın kendisine geldiğini ve tecavüz edileceğini anlayınca İtalyanca bağırmaya başladı;
“- Hayır…. Asıl Dükün kızı Lucia benim.Bu gelinliği giyen benim hizmetçim Donetto’ dur.O’ na tecavüz edin, beni saraya gönderin! ...”Kurnaz Donetto atıldı;
“- Kıskanç…Yıllardır seni büyütüp besledik.Benim baş hizmetçimdin.Nankör seni kovuyorum hizmetçim değilsin artık defol! ...”
“- A…aaa yalancıya bak…Seni lağım faresi seni...Ben sana yapacağımı bilirim. Evime bir geri döneyim gör bak…Seni babama söyleyip işten kovduracağım.Ayrıca zindanlarda çürüyeceksin…”Bunların kavgalarını gören Baş Korsan Hüseyin Hizmetçi kılıklı Lucia’ yı zorla kolundan tuttuğu gibi yukarıya doğru sürükledi ve kucağına aldı. İtalyanca güzel aşk kelimeleri söylemeye başladı.Geminin yukarısındaki odasına götürdü ve yatağa fırlattı.Önce hırçınlık yapan Lucia, sonra kendini hüseyin’ in güçlü kollarına bıraktı ve sevişmeye başladılar;
“- Eğer çaresiz kalırsan tecavüzden zevk almaya bak derlerdi de inanmazdım.İyi ki beni kaçırdın…Çok güzel İtalyanca konuşuyorsunuz sayın bayım.Nerelisiniz? ...”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***2..BÖLÜM***
“- Ben Osmanlı Leventiydim.Bana yapılan bir haksızlıktan sonra askerden kaçtım.Girit’ de beş yılım geçti.İtalyancayı orada öğrendim.Sonra bu Osmanlı korsan gemiciler Girit’ e yiyecek depolamak için geldiklerinde onlarla tanıştım.Gemide birlikte çalışmaya başladık.Başlarındaki Korsan despot Ahmet’ in ağzı çok bozuk ve küfürbazdı.Anama küfretti dayanamadım ve kılıçla düelloda yenerek öldürdüm.Halkın oylarıyla baş korsan seçildim…Zenginlerden topladığımız değerli hazineleri kendi aramızda eşit bir şekilde bölüşüyoruz.Bir kısmını da yoksul ve garibanlar için ayırıyoruz…”
“- Fakat siz aşağıda çok zenci kadın var kaçırıyorsunuz…”
“- Ha…Onlar mı? ..Onları başka korsanlardan esir aldık.Ne yapalım yani denize mi atalım.Gelsinler bizim ülkeye karınları doyar hiç olmazsa…”
“- Bak ben Venedik Dükü Salvatore’ nin kızıyım gerçekten…Aşağıdaki gelinlik içindeki de benim hizmetçim çatlak Donetto…İnan bana! ...”
“- Sana inansam ne fark eder güzelim, sen artık benim oldun.O ise hala bakire..Çatlak patlak, Padişahın haremine kız seçenlere Dük kızı diye yutturur iyi para alırız…”
“- Tamam anlaştık.Bırakalım da bu çatlak kendini dük kızı sansın…ha ha ha..”
“- Senden çok hoşlandım…Dur sana kadınlardan topladığım en güzel gerdanlıklardan birini hediye edeyim.Gel bak hangisini istersin? ..”
“- Aaaa ben bunu isterim…Bu annem Nicci’ nin gerdanlığı…”
“- Al hayatım senin olsun.Ananın malı gibi kullan.Sadece bir elmas parçası….Senin kadar değirli değil hayatım…”
“- Ay çok heyecanlı bir macera olmaya başladı.İyi ki beni kaçırdın.Monoton hayatımdan sıkılmaya başlamıştım.Yalnız bi şey soracam…Annemle babama bu muhalif Girit’ liler zarar vermezler değil mi? ...”
“- Hayır…Konuştuğumuzda esirleri atlara bindirip kendi ülkelerine iadeli taahhütlü postalayacaklardı.Korkma sözlerinde dururlar…Sözlerinde durmazlarsa geri döndüğümde topunu silerim! ...Belki senin şu çatlak Donetta padişahın gözdesi olur da biz de askerlikten filan yırtarız.Beni veziri azam yaptırır.Sen de Vezirin karısı olursun güzelim.Ne dersin? ...Olur mu olur! ...ha ha ha…”
“- Tamam ben O’ nunla konuşurum…Önce şu solgun suratını süsleyip püsleyip güzelleştirelim ne dersin? ..Yukarıya çağırayım mı? ..”
“- Ayağındaki prangayı çözersek denize filan atlamaya kalkmasın sakın? ..”
“- Yok canım…Hem O iyi yüzme bilir ki boğulmaz..Ben O’ nunla konuşur anlaşırım.Hayatta kimsesi yok.Biraz delimsi biridir fakat çok komiktir.Bununla evlenen padişahın vay haline.Çıldırmazsa iyidir…”
“- Padişahımız ağır hasta, ölüm döşeğinde.Söylentiye göre padişahımızın sayısını bilmeyecek kadar çok çocuğu varmış.Manisa’ da yaşayan şehzade Tiki Salim Valide Naşidil Sultan sayesinde padişahlığı ele geçirmek için bilinen dört erkek kardeşini boğdurtmuş.Tiki IV.Salim’ de kendi gibi kaçık biraz.Bunlar iyi anlaşırlar.Haremine bir kapağı atarsa yaşadık! ...”
“- Harem nedir Hüseyin? ...”
“-Sözlük anlamı ’saadet evi’ olan harem, Arapça “yasak” anlamına geliyor. Arapça’dan dilimize yerleşmiş bu kelime…Gerçekte aile reisinin eşleri, cariyeleri ve kız çocukları ile oturduğu yer anlamını taşıyor.Haremin en renkli kişileri şüphesiz ki cariyeler.Haremde padişahın karıları ve kızları yaşarlar.Orada tatlı ve düzenli bir hayat geçirirler.Cariyelerin tek bir dileği vardır; Padişah tarafından fark edilmek ve padişahla bir gece geçirmek.Böylelikle padişahın gözdesi olabilirler…Sen aşağıya git ve durumu Donetta’ ya anlat.Gelsin ben Haremle ilgili her şeyi ikinize de anlatacağım! ...” Lucia süzüle süzüle kendinden emin bir biçimde Korsanların şaşkın bakışları arasından yürüdü ve geminin depoya inen merdivenlerinden aşağıya indi.Donetto’ nun zincirlenmiş ayağındaki prangasının kilidini açtı.Durumu olduğu gibi anlattı.Donetto’ nun sevinçten gözleri parlamaya başladı;
“- Ay gerçekten ben kraliçe filan mı olacam…Ay rüyamda görsem inanmam Lucia…Sen de vezirin karısı olacaksın sözüm söz…”
“- Haydi yukarı çıkalım da sevgilim Hüseyin planını ve sarayı bize anlatsın…”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***3..BÖLÜM***
Hüseyin geminin üzerindeki korsan bayrağını indirdi ve Girit ticari gemi bayrağını astı.Gemi yavaş yavaş boğazın sularını geçti ve Haliç körfezine doğru yanaştı.Hüseyin içlerinden iki Girit’ li korsan gemici ile birlikte beş esmer kızı ve Donetto’ yu bir çarşaf içine sokarak, İstanbul’ daki Kapalıçarşı’ nın Nuruosmaniye kapısının kuzeyinde bulunan tavuk pazarı yakınındaki köle pazarına getirdi.Köle pazarının kapısında anlaştığı bir köle taciri, Hüseyin ve adamlarına öncülük etmeye ve pazarı tanıtmaya başladı;
“- Pazarımız, satış yapılmayan Cuma günleri dışında, sabah sekizden öğleye kadar süren alışveriş saatlerinde açık tutulan işte bu büyük ahşap kapıdan içeri girilir…Kızlar da pek güzelmiş.Komisyonumu alayım da kızları odalara yerleştirelim beyim! ...” Hüseyin ilk kez geldiği köle pazarına şöyle bir göz süzdü.
İçerisi düzgün olmayan bir dörtgen şeklindeydi. Ahşap büyük kapıdan girince ortada büyük bir avlu, avlunun yaşanabilen üç yanında, tahta direklerle desteklenen ve köşelerdeki merdivenlerle çıkılan bir eyvan vardı. Eyvanın altında birbirlerinden alçak parmaklık ve peykelerle ayrılan platformlar bulunuyordu.Üst katında esirci odaları. Alt katında acemi(yeni devşirilmiş köle) hücrelerinin bulundugu ayrı bir bina vardı. İş saatlerinde, bunların üzerinde oturup nargile içen ve fiyatları tartışan esirci ve müşteriler sohbet ediyorlardı.
Bu platformların arkasında her biri kafesle ikiye bölünmüş bir sıra küçük oda... Ön kısma genellikle zenci, arka kısma da beyaz köleler yerlestirilmişti. Bu odalar tamamiyle kadın kölelere ayrılmıştı. Kuzey ve batı yönlerindeki odalar ikinci el zenci ve beyaz kölelere ayrılmıştır ki, bunlar daha önce satın alınmış ve eğitilmiş kölelerdi, belki de ikinci veya üçüncü kez satılmaya gönderilmişlerdi. Bazılarının birçok kez satıldığını öğrenmişti Hüseyin… Platformları odalardan ayıran dar geçidin duvara bakan yanındaki tahta peykelerde siyah kadınlar satışa sunuluyordu. Bu geçit haberleşmeyi ve açık artırmayla köle satarak komisyon alan tellalin yürümesini sağlardı. Bu durumda kölelerce izlenen tellallar geçitte yürür ve önerilen fiyati ilan ederlerdi. Platformların üzerine oturmuş alıcılar, cariye satılıncaya veya geri çekilinceye kadar canlarının istediği gibi, gözden geçirir, soru sorar ve fiyat yükseltirlerdi…Galerilerin altında bir dizi hücre, daha doğrusu, hastalık dolu, pis ve karanlık, tonozlu odalar bulunuyordu. Bunların sağ kolda olanları, ikinci el erkek köleler içindi. Bu deliklerin en kötü ve en uzakta olanları ise, kötü davranışlarından dolayi kahyanın zincire vurduklarına ayrılmıştı…“
Osmanlı’da köle ticareti profesyonel satıcıların elinde değildi. Köle ticareti yapan kişiler genellikle başka malların da ticaretini yapıyorlardı. Kölelerin alınmasından satılmasina kadar olan aşamada taşra tacirleri, köleleri Imparatorluk dışından alıp antrepolara getiriyorlar, burdan nakliyeciler yada direk pazar satıcıları tarafından büyük şehirlerin satış merkezlerine götürülüp satılıyorlardı.Esircilerin çoğu yılda ancak birkaç düzine köle satışı yapıyordu. Sudan, Basra Körfezi ve Hicaz’ da sayıları oldukça fazla olan daha büyük çaplı tacirler de vardı. Türkler, Araplar ve Arnavutlar Akdeniz ticaretini, Kuzey Afrika Arapları, Tibu ve Tuareg aşiretleri Sahra ötesi ticareti ellerinde bulunduruyordu. Beyaz Çerkes köle ticareti ise Çerkesler, Gürcüler, Lazlar ve Türkler tarafından yapılıyordu.İstanbul’ daki köle ticaretinde özellikle cariye yada ilerde evlenmek üzere satın alınan beyaz kadın köle ticaretinde kadın esircilerin de ciddi bir ağırlığı vardı.İstanbul’ un büyük haremlerine mensup hanımlar küçük esir kızları alıp eğitiyor ve çok daha yüksek ücretlerle satıyorlardı.
sınırdan giren köleler için yüzde 9 oranında resmi vergi, bunun da yüzde onu oranında harc alınıyordu.Köleler için alınan vergiye pencik resmi deniyordu. Verginin ödenmesi üzerine köle sahibine verilen belgeye de pencik deniyordu.Savaşta esir alınan küçük yaştaki erkek çocuklar Yeniçeri ve memluklar, tarım köleliği, ev işleri için alınan zenci halayıklar ve cariyeler kölelerden seçiliyordu.
Birden bir ses duyuldu;
“- Herkes bir adım öne çıksın.Sarayımızın gözdelerinden Nilüfer hatun Şehzade IV.Tiki Salim Efendi Hazretleri için Cariye seçmeye geldi…”Hüseyin hemen Donetta’ nın yanına giderek İtalyanca beklenen anın geldiğini ve işaretle gösterdiği kadına her ne olursa olsun kendisini seçtirmesini söyledi; Padişahın gözde Cariyesi Nilüfer Hatun, kılı kırk yarıyordu.Kiminin gözünde kaş var, kiminin burnunda kıl var diye bahane ederek ince eleyip sık dokuyordu.Sıra Donetto’ ya gelmişti.Donetto birden üzerindeki örtüyü çekti... Lapiska saçlarını savurdu ve elleriyle hafifçe göğüslerini okşadı.Kiraz dudağını dar açı yaptı ve kirpiklerini titretmeye başladı.Nilüfer hatun kızın kendine güveninden oldukça etkilenmiş ve sersem tavuğa dönmüştü;
“- Bunun efendisi kim, nereli bu kız? ..”Hüseyin komisyoncuya işaret etti;
“- Buyrun benim efendim.Kızımız Venedik Dükünün savaşta esir alınan kızı.İsmi Lucia…”Nilüfer hanım sevinç içerisinde İtalyanca olarak;
“- Vay hemşerim…Bizim memleketten gelmişsin.Benim adım da Madelena…Şimdiki ismim Nilüfer…”Daha sonra Türkçe olarak köle tacirine seslendi;
“- Ne kadar altın istiyorsan bu kıza ödeyeceğim.Hemen faytona bindirin bunu ve yanındaki şu zenci kızı da...Her ikisini de alıyorum…”
Hüseyin ve adamları kızların hepsini elden çıkardı.Komisyoncunun ücretini altın sikke olarak ödediler ve sevinç içinde oradan ayrıldılar.Fayton hızlı bir şekilde Topkapı Sarayı’ nın içerise doğru ilerledi ve durdu.Nilüfer Hatun emretti;
“- Çabuk şu iki kızı alın Türkçe konuşmasını ve Arapça yazı yazmasını öğretin.Zenci kızı, bu beyaz kızın yanına halayık olarak aldım.Beyaz kızın ismi bundan böyle Akasya hatun, zenci kızın ismi Sümbüle olarak çağrılacaktır.Size beş ay müsaade ediyorum.Kızımız IV.Tiki Salim Şehzademizin zevcelerinden biri olarak hazırlanacaktır…Ud çalmasını, şarkı sölemesini de iyice öğretin.Demedi demeyin! ...”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***4..BÖLÜM***
Haremin kurallarını padişahları bile bozamıyordu. Sıkı kuralları bakımından kadınlar manastırı gibiydi.Gelen cariye bu örgüt içinde sıkı bir disiplin altında, uzun bir eğitimden geçirildikten sonra, padişaha taktim edilebilirdi.Harem örgütünü ve kurallarını İslam hukuku ve hanedan siyaseti belirlemekteydi. Bunun yanında ikinci faktör Osmanlı kul sistemiydi. Bu sistem Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminin temel kurumuydu. Enderunda ve birun dış hizmetlerde padişaha mutlak biçimde bağlı görevliler yetiştirmek için her türlü aile kavim ve kabile bağlarından kopmuş kul ve cariyeleri kullanmak sistemin esasını oluşturuyordu. Harem cariye örgütü, kul sisteminin tamamlayıcısıydı. Cariyelerin çoğunluğu saraydan çıkarılarak beylere ve vezirlere zevce olarak verilirdi. Böylece vali ve kumandanların saray dışındaki vilayetlerde yerli aile ve hanedanlarla akrabalık kurmaları önlenmiş oluyordu. Bu gibi yerel ilişkilerin merkeziyetçi mutlak idare için tehlikeleri meydandaydı.Akasya ve Sümbül bir çok cariyenin oturduğu büyük salona girdiğinde meraklı kızlar ikisinin yanına yaklaştı Cariye Mehrinaz yılışarak;
“- Hoş geldiniz acemi kızlar…”Akasya(Donetto) İtalyanca olarak;
“- Böyle havalar bizi bozar…Ne diyor ayol bunlar! ...” diye seslendi;
“- Ay bu kız Frenk kızı.Gevuristan memleketinden gelmişler anam söylediklerinden bi şey anlamıyom…Şu zenci kız da olsa olsa Afrika’ dandır ayol…”Çeşmisiyah söze katıldı;
“- Benim adım Çeşmisiyah fakat bu benden daha kara…Kızlar şu hatun da Venedik Dükünün kızıymış…Amanın pek de tahtakurusu gibi bi şey…”dedi yanağından bir makas aldı.Ben müzik öğretmeninizim şam fıstığım dedi ve iyice yanağını sıktı.Akasya sinirlendi ve kızın saçlarından tutarak arkasına geçti ve yanağını şap diye öptü.Çeşmisiyah ve diğer kızlar yapılan bu hareketten dumura uğramışlardı.Birden kapı açıldı ve Nilüfer Hatun içeri girdi ve şaşkınlıkla seslendi;
“- Kızlar…bu ne hal? ..Size yeni iki arkadaşınızı getirdim.Bunlar daha acemi.Kendilerine Müslümanlık ve Türk İslam adetleri ve adabı, ibadet vb. dini malumatlar, dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, hikaye anlatma sanatı gibi sanatları öğretecek ve Cariye haline getireceksiniz! ... Güney cephesindeki odada Akasya, Sümbül, Çeşmisiyah, Badegül, Mehrinaz birlikte yatacaksınız.Aranıza Gedikli tombul Rukiyye yatacak.Koğuş yatma planı buna göre hazırlansın! ...” Cariyeler, haremin geniş odalarında yan yana yatarlar, her beş kızın arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli, doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir, onun haremdeki yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerine bakardı. Hünkarın yatağına aldığı gedikli “ikbal” veya “haseki” adıyla anılırdı. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadınefendiler, başkadın, ikinci kadın diye sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan kadına bir daire ayrılırdı ve yüksek gündelik tayin edilirdi.Çocuk doğuran haseki, ayrıcalık kazanırdı.Bu sistem içinde her cariyenin belli bir maaşı ve giysisi vardı. Haremin çoğunluğu, doğuda güzellikleri meşhur olan Kafkas kızlarından oluşmaktaydı. Bu Hıristiyan kökenli kızlar daha çok Gürcü kızlarından, Çerkez kızlarından, Rus kızlarından seçilirdi. Bu kızların güzellikleri kadar sağlıkları da önemliydi. Sınavı geçen güzel cariyeler o geçmek bilmeyen bekleyişe dahil olurlardı. Ve bu bekleyiş de öncelikle temizlikle yani hamam sefası ile başlatılırdı. Tabii bu zevkli, rehavet verici adetten daha önce gereksiz tüylerden kurtulmak gibi can yakıcı bir işlemden de geçmek zorunda idi cariyeler. Ama cariyelerin emelleri o kadar yüksekti ki, büre (boraks) ile zırnığın arsenik-kükürt karışımı) karıştırılarak, tüyleri alana kadar kaynatılan, sonra kurutulan ve gerektiğinde ısıtılarak tekrar kullanılan bir karışım ile tüylerden arınmaktan çekinmiyorlardı. Vücutlarındaki gereksiz tüylerden böylelikle kurtulurken, saçlar ise çok başka bir işleme tabi tutulmaktaydı. Çoğu cariyenin topuklarına kadar inen saçları vardı. O günkü dönemde saçlar bir kadının en büyük hazinesi idi. Bu hazinenin daha güzel parlaması, daha sağlıklı ve uzun olması için toz haline getirilmiş kına bitkisinden yararlanılırdı. Kına tozu genellikle ceviz, sumak ve incir yaprağıyla karıştırılarak saçlarda uzun süre bekletilirdi.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***5..BÖLÜM***
Tüy temizliği, saç bakımı derken, cariyelerin çok yorulduğu kesin. Hem yorgunluklarını gidermek, hem de ciltlerinin daha beyaz ve parlak gözükmesini sağlamak için sıra kutucu ustalar tarafından mis gibi sabunlarla sabunlanıp, liflenmeye gelmiştir. Bol sabunlu, bol köpüklü banyo sebebi ile iyice yumuşamış bedenleri tekrar kutucu ustalar tarafından çiçek kokulu yağlar ile ovulmaya başlanırdı. Masaj sonrası cariyeler iyice dinlendirilir, en güzel yemeklerle doyurulurdu. Güzellik uykusuna hazır olan cariyeler ipek döşemeliklerin üzerinde kendilerini uykunun tatlı derinliklerine bırakırlardı. Güzellik uykusu sonrası esas süslemelere geçmeye hazır cariyelerin elleri ve ayakları hazırlanan kınalarla nazikçe boyanırdı. Cariyeler, giyinmeden önce o zamanlar “yüz yazmacılığı”’ denmekte olan makyaj yapılırdı. Önce” düzgün” bugünkü adı fondöten ile işe başlanırdı. Düzgünün malzemelerinden biri, kırmızı renk veren bir ot cinsi olan “gülgün” idi. Düzgünün üzerine yanakları daha da koyultmak için allık sürülürdü. Allık, doğal bitkilerin ezilmesi ile elde edilen boyaları ve gaz denilen tülbendin boyaya sürülmesi ile kullanılırdı. Yanaklarda istenen görüntü elde edildikten sonra sıra kaşlara ve gözlere gelirdi ki, bir cariyenin en büyük silahı bu ikiliydi. Durum böyle olunca kaşlar “rastık” denilen, kına tozu ile karışımından doğan kestane rengi ile itinalı bir şekilde boyanır, iyice belirginleştirilirdi. Gözler ise sürme denilen kirpik ve göz boyası olan antimon, yani sürme taşı ile boyanırdı.O günlerde dudaklar da yanaklar gibi allık ile boyanırdı. Padişahların kiraz dudaklara, ince bellere ne kadar düşkün oldukları harem tarafından iyice bilinirdi. Yüz yazmacılığı işlemleri bitince cariyelere, vücut hatlarını ortaya çıkaracak, mevsimine uygun entariler giydirilirdi. Bele, dört parmak genişliğinde, kıymetli taşlarla süslü bir kemer bağlanır, belin inceliğini ortaya koyacak biçimde sıkılırdı. Tüm bu işlemlerden sonra, padişahı ilk etapta etkileyecek güzel kokular sürülerek cariyelerin güzellik yolculuğu tamamlanırdı.
Akasya’ nın canı sıkılmıştı.Sarayın bahçesinde dolanırken,halayıkların kaldığı köşke doğru yürüdü.Sedirin üstünde oturan Sümbül’ ün ağladığını gördü;
“- Neden ağlıyorsun Sümbül’ üm.Bir sıkıntın mı var? ..”
“- Ailemi çok özledim canım efendim…Köyümüzde aç da olsak, çok mutluydum.Ormanlarda koşar ok atardım.Fillerle, aslanlarla oynardım.Burada altın kafes içinde, karga gibi hissediyorum kendimi…”
“- Bak canın sıkılırsa eğer, şu kapıda duran zenci gençle, oynaş güzelim.Sıkma tatlı canını…”
“- Geçen gün yoklama çektim.Adamın s…ni koparmışlar.O yüzden kadınlar hareminin başına dikmişler.Hadımağası diyorlar bu yüzden….Fakat olsun yine de ben onu seviyorum.Arada bir geceleri, aga nigi işte anlarsın ya canım efendim! ...Parmakları çok güzel ve güzel de öpüşüyor hani...”
“- Ah Tanrım ben hala bakireyim Sümbül…Korsanlar gemide seni kucağında zıplatırken, ben aşağıda örümcek ağları örüyordum kız…”
“- Ah…ah çok yakışıklıydı gemideki Türk.”Bir Türk dünyaya bedeldir…” derlerdi de inanmazdım.Türk korsanları böyleyse, padişahları nasıldır kimbilir hanımım? …”
“- Eh bırak da O’ nun tadına ben bakayım Sümbül…Türkçeyi de ne güzel öğrendik bu beş ay içinde.Ne güzel aynı dili konuşup anlaşıyoruz artık seninle.Hazırlan yarın birlikte Manisa şehrine gidecekmişiz.Nilüfer hatun başkanlığında, Malta’ lı Manolya, Rus güzeli Nergiz, Gürcü papatya ve Çerkez suçiçeği ve halayıkları da gelecekler…”
“- Dünya güzellik yarışması gibi hanımım…Şehzadenin karşısına çıkarken şöyle içini dışını gösteren, tülden bir giysi giy hanımım.Vücudunun tüm güzel hatları ortaya çıksın….İnşallah Şehzade bey seni seçer de hanımım, ben de halay çeker göbek atarım.Dua edeceğim senin için tütsü yakacağım…”
“- Tabi ki beni seçecek.Onlar benden çok çok güzel olabilirler fakat, ben onlardan daha akıllıyım…Çok akıllılar en deli olanlardır bunu sakın unutma! …”
Sabah erkenden faytonlara binen güzeller, hızla İstanbul’ dan Manisa’ ya doğru yol aldılar.Üç gün süren yolculuktan sonra nihayet Şenzadenin yaşadığı Manisa’ daki küçük saraya geldiler.İçeride kendilerine ayrılan odalara yerleştiler.O geceyi uyuyarak ve dinlenerek geçirdiler.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***6..BÖLÜM***
Ertesi gün Şehzadenin karşısına çıkacaklardı.Akasya’ nın kalbi küt küt atmaktaydı…Aklından bin türlü sorular geçiyordu”- Acaba beni beğenecek mi? ..” diye söyleniyordu…Nilüfer hatun’ un sesi duyuldu."- kızlar hemen hazırlanın, Şehzademin karşısına çıkacaksınız!…"Kızlar son rütuşlarını yaptı ve herkes hazırlandı.Nilüfer Hatun büyük salonun ahşap oymalı kapısını açtı.Tahtta oturmuş ve ayaklarını da önündeki ahşap sehpeya uzatmış elinde üzüm yiyerek gelecek kızları bekleyen Şehzada IV.Tiki Salim kızlara doğru gülümseyerek;
“- Ho…ho…ho…hoş gel…gel…geldiniz! ...” diye söylendi.”- Ba…ba…baraj so..sor…sorusu.He..he…he..herkes…ken..ken…di..ni tanıtsın ba…ba…bakalım! ...”Bütün kızlar kendini süzüle büzüle tanıtmaya başladılar Malta’ lı Manolya;
“- Sayın Şehzadem benim adım Manolya.Ben öğrendi burada dikiş diker, nakış atarım…Ayrıcana şarkı söyler, guzel dans ederim.Hamamda iyi liflerim ve ayaklarına leğende su dökerim…”
“- Benim adım Negiz efem….R leri söyliyemiyoyum kusuya bakmayın.İsmimden “ r” harfini men ediyoy ve çıkayıyoyum…Güzel şiiy okuyamasam da güzel gözleyimle bakayım..Ne söyleyseniz onu yapayım…”
“- Ben Papatya sayın devletlü şehzadem.Güzel ud çalar, hikaye kitapları okurum…”
“- Ben de Suçiçeği Şehzadem…Tatlılar benden sorulur.Aşure yapmasını, kazandibi, tavukgöğsü, padişah göbeği ve bülbül yuvasını iyi yaparım.Çamaşır ve ütü bilirim..Size kazak örerim…” İ…yi i…i…iyi ta…ta…tamam sıra sen…sen…sen..de.. sen anlat! ..”Akasya Şehzadenin yanına yaklaşarak arkasına dolandı.Kavuğunu çıkardı ve saçlarını okşadı.Elleriyle omuzlarına yavaş yavaş masaj yapmaya başladı.Saçlarını aşağı doğru atarak kafasını eğdi, göz göze geldiler;
“- Sayın Şehzadem…Gözleriniz çok güzel size mi ait? ...O kadar güzel konuşuyorunuz ki, siz konuşurken dakikalar ay, aylar yıl gibi gelip geçiyor sanki.Benim adım da Akasya…İyi çalım atar, yürek yakarım.Bağlama çeker, düdük çalarım.Yağlama yıkama, boya badana işleri benden sorulur.Ha…roconuma uymayanın, fiyakasını bozarım…Ayrıca fermanı da okkalı yazarım...”
“ - Gü…gü…güzel…Bar…bar…barajı geç…geç…geçtiniz.Siz …siz…sizlere ba…ba…başka soru.Şehzade yine kekeleye kekeleye yarım saat içinde sorusunu tamamladı;
“- Elimde üzüm yiyorum görüyorsunuz.Manisa’ da çok bağlarımız var.Üzümleri herkese dağıtıyorum fakat çok artıyor.Siz olsanız artan üzümleri ne yapardınız? ..”Manolya;
“- Sirke yapardım…” Nergiz; ”- Kaynatır şıra, pekmez yapardım…” Papatya; ”- Kuruturdum…” Suçiçeği; ”- İstanbul’ daki saraya gönderirdim…” Müslümanlıkta şarap içmek günah sayıldığı için kimsenin “şarap yaparım” demeye dahi cüret edemiyor ve söylemeye dilleri varmıyordu.Fakat Padişahlar cariyeleri ile yalnız kaldıklarında gizliden gizliye şarap içiyorlardı Akasya;
“- Valla Efendi hazretleri fazla üzümü sıkar, suyunu küplere doldurur, mahzende bekletirdim…”Şehzadenin gözleri faltaşı gibi açıldı kekeleyerek;
“- İyi de üzüm suyu çok beklerse şarap olur.Şarap dinimizce günah sen bilmiyor musun? ..Günah..Tövbe tövbe…Ağzını ayrı aç! ...”
“- Şehzadem Orasını Allah bilir…Ben küplere bırakır, mahzende bekletirdim...Allah ister sirke yapar, ister şarap..Allahın işine biz karışamayız…Günaha girer, çarpılırız alimallah! ...”Nilüfer hatun başta olmak üzere verilen bu güzel cevap karşısında Şehzade çok şaşırmıştı ve hayranlıkla Akasya’ ya baktı…
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***7..BÖLÜM***
“- Hepinize son bir soru.Bu soruyu doğru cevaplayan beni kazanacak. III.Salim dedemin dedesi padişahımız, neden intihar etmiş olabilir? ... Sırayla soruyorum…”
Manolya afalladı;
“- Savaşı kaybettiği için gururundan! ”
“- Hayır sen çık kaybettin beni…Nergiz sen söyle! ..”
“- Efendim sıcaklaydan bunalmıştıy ve kafayı oynatmış olabiliy mi? ..”
“- Soruma soruyla karşılık verilmesinden hoşlanmam sıfır…Sen de çaktın, çık dışarı! ...Güzel papatya sen söyle! ...”
“- Ay ne diyeceğimi bilmiyorum ki.Ağzım dilim kurudu şehzadem sizi görünce heyecandan.Ben biraz düşünüp yarın cevabımı versem olmaz mı? ...”
“- Olmaz…Bu günkü işini yarına bırakma diye bir atasözü var.Hiç mi işitmedin? Sen de hakkını kaybettin güzelim..Bay bay…Suçiçeği bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz acaba? ”
“- Belki ağır hastadır.Suçiçeği, kanser filan olmuş, ince hastalığa yakalanmıştır belki…Belki Kurtulamayacağını anlayınca acılarına bir son vermek istemiştir belki…”
“- O…Belki belki…Çok kararsızsınız küçük hanım sen de kaybettin.Saltanat kaygı ve kararsızlık götürmez…Sıra sizde Akasya hanım…”
“- Bundan kolay bilmeyecek ne var Şehzadem…Neden ben I.değilim diye intihar etti…Dördüncülüğün keyfini çıkarın…Odadada sen ve ben kaldık.Bu gece birlikte olalım, yarına kuş gibi hafifler, bülbül gibi ötersiniz…”dedi ve göz kırptı.
Şehzade ayağa fırladı ve salonun kapısını açarak annesine doğru koştu.Bul…bul..buldum….Val….val…valide Sul …sul..sultan buldum…
“- Ne buldun oğlum? ...”
“- Ar..ar..aradığımı bul..buldum iş…iş…işte bu kız! ...”
IV.Salim Manisa’ da doğdu. Küçük yaştan itibaren değerli hocalar huzurunda tahsil ve terbiye gördü. Onüç yaşına geldiğinde Padişah babası tarafından Salihli sancak beyliğine tayin edildi. Bu vazifesi sırasında kıymetli hocalardan askeri ve idari bilgileri öğrendi.Diğer erkek kardeşleriyle tahta kılıç oynayarak ve ok atarak pratiğini tamamladı.Padişah olabilmek için annesinin zoruyla, ilk kardeşinin başına çuval geçirtip onun boğulmasını seyrederken, korkudan dili tutulmuş ve kekeme olmuştu.Yani kekemeliği doğuştan değil, sonradan olmaydı.Bu olaydan sonra diğer kardeşlerini suda boğdurtmuş ve bir daha seyretmeye cesaret edememişti.Halk tarafından ke_keme “Tiki” lakabını almıştı. Ondokuz yaşına yeni basmıştı ve hayatında ilk kez cinsel beraberliği olacaktı.
Konak kadınları Akasya’ yı en güzel biçimde yıkayıp yağladı.Vücuduna gül ve fesliğen kokuları sürdüler.İnce tülden yapılan pembe bir elbise giydirdiler ve beline altın işlemeli kemer taktılar.Diğer kızlar kıskançlık içinde bakışıyorlardı.Kendileri çok güzel olmasına rağmen Şehzadenin Akasya’ yı seçmesine anlam veremiyorlardı.Şehzadenin anası Akasya’ yı alnından öptü yatak odasına uğurladılar. Aradan bir zaman geçmişti ki yatak odasında patırtı kütürdü sesleri duyulmaya başladı.Şehzadenin anası Naşidil içeriye bağırıyor ve kapının başında nöbet tutuyordu;
“- Şehzadem iyi misin? ...”Her seferinde içeriden bir ses;
“- İyiyim siz karışmayın! ...” nihayet pata küte sesleri içinde, Sabah olmuştu. Konağa hızla gelen atlı sipahiler kötü haberi Valide Sultana verdi;
“- Padişahımız öldü…Padişahımız öldü…Yeniçeriler kazan kaldırmadan çabuk tahta IV.Salim’ i çıkarmalıyız Sultanımız…”Valide Nakşidil Sultan içinden:
“- Oh be…Nihayet yavaş yavaş verdiğim zehir etkisini gösterdi.Diğer karıları da havasını aldı.Ayrıca içkilerine çaktırmadan kattığım ilaç sayesinde erkeklikten de düştü.Yazık olanlar Çeşnicibaşı’ na oldu.Adamcağız genç yaşta padişaha verdiğim içkilerin tadına bakmaktan hormonal dengesiz oldu.Benim oğlum Padişah olacak ve anasına iyi bakacak..” dedi ve yalandan timsah gözyaşları dökmeye başladı.Sonra yatak odasının kapısını yumruklamaya başladı;
“- Şehzadem aç kapıyı…Çabuk aç ne olur! …”Nihayet IV.Tiki Salim Kapıyı açtı ve kapı aralığından;
“- Ne var Valide? ...Şunun şurasında kırk yılda bir gerdeğe girdik rahat bırakmıyorsun ya…”
“- Aaaa! …Oğlum sen bülbül gibi şakıyorsun gerçekten.Bu kız sana büyü mü yaptı.Konuşman düzelmiş.Sana şok güzel bir haber…Padişahımız öldü! ...”
“- Ne..ne..ne dedin sen? ...Ha…ha..hapşu! ...”Sipahi askerleri seslendi;
“- Padişahım çok yaşa..Padişahım çok yaşa…”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***8..BÖLÜM***
“- Akasya...Akasya…Çatlak Cariye…Çatlak Cariye...”
“- Of…Kes sesini Tuti kuşu(papağan) …Kafamın içinde karıncalar dans ediyor...Şimdi senin tüylerini yolmayayım, zaten akşamdan kalmayım…Eyvah! ...Saat sekize geliyor.Padişahım çabuk kalk ve çataldonunu giyin.Sefere çıkacaktınız hani bugün? ..Hazırlan mesaiye geç kalacaksın! ...Bak sana son kez söylüyorum, Tunus’ u da istiyorum! ... ”
“- Canım İkbalim, gözün doysun emi.Sana Doğu illerinin en güzel köşelerini aldım.Şimdi gözünü Kuzey Afrikaya’ ya diktin. Ülkeme de sahip oldun.Bugün canım çok sıkkın…Sefere Serdarıekrem(sadrazam) gitsin.Ben daha uyumak istiyorum.Sabaha kadar canıma okudun, pestilimi çıkardın, çok yorgunum çok…”
“-Ay evet padişahım.Ülkene de sahip oldum fakat adaların dışarda kaldı...Adalarını da alacağım bir gün ha ha ha...Aşkolsun, sabaha kadar alkol muayenesi yaptırdın bana padişahım...Hadi çabuk hazırlan da Askeri Divanı topla ve görüşmeni yap! ...Mabeyinde Seni bekliyorlardır.Unutma söyle onlara, sakın bir hafta içinde Tunus’ u almadan gelmesinler! ... ”
“- Ver şu çakşırımı(şalvar) ve kaftanımı.Söyleyip hemen geliyorum.Bir yere kıpraşma…”Padişah Divanı topladı ve gerekli emri verdikten sonra yatağına geri döndü.Akasya Sultan, yatağa uzanmış Padişahı bekliyordu;
“- Hayatım Kaftanının modası geçti.Şu çuhadar Mahmut efendiye söyleyeyim de bu yılın modası, sana beyaz ayı postundan kaftan hazırlasın.Kavuğunun önüne elmas taşı ile süslü, tavuskuşu tüyünden otağa(püskül) …Ben de kendime timsah derisinden çanta ve yılan derisinden papuç hazırlattırayım bari… Vişneçürüğü renk kadife üzerine brokar, nakkaş Halime’ ye yaptıracağım kül rengi bir seraser şal(altın ve gümüş alaşımlı telle dokunmuş ipekli kumaş) …Atlas kirli sarı kumaştan da özel günler için bir fistan istiyorum…”
“- Emanetullah(halk) yarı tok yarı aç yaşarken, fazla masrafları kıssak diyorum ikbalim…Bu gidişle hazinemiz batacak! ...”
“- Benim için o kadar vilayet aldınız, oralardan gelen hazineyi ne yapıyorsunuz padişahım? ...”
“- Sana verdiğim en değerli mücevherat dahil, binlerce askeri ve binlerce uç beyliklerini, saraylıyı doyuruyoruz.Yeniçerilere fazla bahşiş ve ulema dağıtmazsam nerdeyse “kazan kaldıracağız” diyerek greve gidecekler.Senin her hafta sarayda verdiğin eğlencelere altın yetiştiremez oldum ikbalim…”
“- Ay…yine başlama.Ben sana ikiz oğlan verdim hınzır...Bugün esir pazarına gideyim mi? ...Yeni güzel bakire kızlar gelmiş.Sana en güzellerini hediye edeceğim.Öpeyim geçer…” Padişahın en zayıf noktasından vurmuştur.Padişahın heyecanla gözleri parladı;
“- Zevkimi biliyorsun…Pazarlık yapmadan sakın alma emi! …”
“- Bak yine kırbaçlarım padişahım! ...”
“- Kırbaçla Sultanım…En büyük hobim bilirisin.Sayende tikim geçti.Sakın kimseye söyleme dilini keserim! ..”
“- Ay özel hayat bu hiç anlatılır mı canikom...Adı üzerinde özel…Sen ben ve Sümbül biliyoruz sadece…”
“- Ne…Sümbül’ e de mi söyledin? ...Evvelde geçen gün meyve kokteylini yatağımıza getirirken, kıs kıs gülüyordu! ...”
“- O bizden biri…Söylesem de sayılmaz! ...”
“- Akşam çok şarap içmişim kafa da zonk zonk zonkluyor ikbalim…Halka içki ve tütünü serbest bırakdığımızdan beri İstanbul’ da meyhane ve kahvehane sayısı hızla arttı biliyor musun? ..”
“- Halkımıza Üç tas hoşaf içirmekten gına gelmişti.İşte ne güzel padişahım.Halkı oyalamak gerekir…Halk oyalanacak bir şey bulamazsa, ayaklanır amentübillah…Zaten gençlerin çoğu asker.Askerlik sekiz sene az.Onsekiz sene yapalım da uzak illerde savaşırken Hakkın rahmetine kavuşsunlar, nüfus planlaması için gereklidir efendim…”
“- Kahvedekilerin çoğu yaşlı.Oturmuşlar akşama kadar siyaset yapıyorlar.Gençler askerden dönmezse Türk nüfusu nasıl artacak ikbalim? ..Bence askerliği dört yıla indirmemiz gerekecek! ...On yılda onbeş milyon genç yaratmak lazım her yaşta…”
“- Ay o kadarını düşünmemiştim…Bırak kahvedeki moruklar iş yapamıyorlar karılarına, bari ağızları siyaset yapsın dokunma! ...Padişahım Sen çok yaşa…ha ha ha…Bak sana ne vereceğim! ..”
“- Nevruziye(mesir macunu) Manisa’ dan senin için özel getirttim.İçinde kırk çeşit baharat var.Yarasın koççum..’
’- Bayılırım…’” Padişah ve Akasya Sultan,yine halef selef oldular...
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***9..BÖLÜM***
Sultan IV.Salim Han; Arapça ve Farsça’yı çok iyi bildiği gibi, İslamî ilimlerin tamamına vakıf olup, bazı ilimlerde mütehassıs idi. Tedbirli hareket etse de Akasya Sultan’ ın sözünden dışarı çıkmıyordu. ifrattan (aşırıya kaçmaktan) ve küçük bir haksızlık yapmaktan çok sakınırdı. Şair bir sultan olup Salimi mahlasıyla cariyelerine güzel şiirler yazıyordu.Ülkede pek çok bayındırlık eseri ile ilim, kültür ve sanat merkezleri inşa ettirdi. Sarayın duvarlarını mermerden yaptırdı. Harem-i Şerif’in kanalizasyonlarını temizletti. İstanbul’ da Akasya medresesi, Akasya mektebi ve zaviyesi, Manisa’da imaret ve tabhaneden meydana gelen Akasya külliyesi en önemli eserleri arasındadır.
“- Ey ahali çekilin yoldan! ...Valide Sultan Akasya hazretleri, Padişah efendimize Cariye seçmek için esir pazarına geliyor…”
Bu sırada Lucia ve Hüseyin, Donetto’ nun esir pazarına geleceğini önceden haber almış, bekliyorlardı.Lucia kucağında ufak bir kız çocuğu ile ağır ağır Akasya Sultan’ ın yanına yaklaştı ve peçesini çıkardı.İki yıl aradan sonra Lucia’ yı karşısında gören Akasya Sultan ve yanındaki Sümbül, sevinçten deliye döndüler.Başlarında bulunan Harem ağası, olan biteni şaşkınlık içinde izliyordu.Korkusundan bir soru soramıyordu.Akasya İtalyanca konuşmaya başladı;
“- Lucia hayatım…Seni gördüğüme inan çok mutlu oldum.Küçüklüğümden beri beraber büyüdük.Ufak tefek kavgalarımız olsa da birbirimizi hep sevdik.İki yıldır seni merak ettim ve çok özledim nerelerdeydin? ..Dur bekle! ...şuradan Padişah efendimize birkaç güzel Cariye seçip, birlikte Saraya gidiyoruz.Orada bol bol muhabbet ederiz.Seni bir yere bırakmam…”
“- Eşim Hüseyin’ i tanıyorsun.Bu da bir yaşında kızım Aişe…Ben Hüseyin’ le evlendim…”
“- Çok sevindim Lucia, benim de ikiz oğlum oldu.Şimdi Manisa’ da Şehzade olarak yetişiyorlar…Hem sana sözüm vardı biliyorsun.Hüseyin’ i baş vezir, seni de vezir karısı yapacağım demiştim.Şimdi çok güçlü bir imparatorluğumuz var.Sınırlarımız çok genişledi.Canım isterse Venedik’ e asker yollar, ülkeyi alırız.Babanı ve anneni de getiririz istersen…Salvatore amcanın çok iyiliklerini gördüm.Sarayda size bir köşk ayarlarım…”
“- Ay sen çok yaşa Donetta…Geliyorum, ben de seni çok özlemişim.Haydi Hüseyin gel hayatım! ... Gidiyoruz…”
Süslü saray arabaları, sarayın kapısından içeri girdi ve hızla ağaçlık yolda ilerlemeye başladılar.
Lucia, sana yaşadığım Sarayımı gezdireyim.Burası Harem Dairesi.Sarayı’ mın üç önemli bölümünden bir tanesidir. Harem’de yaklaşık 150 oda, 4 hamam, 2 Cami, 1 hastahane ve koğuşlar ile çamaşırlık var. Harem’in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.Padişahımızın babasından kalan Cariyeleri, Enderûn’daki ağalarla evlendirip, Harem’ den çıkarttım.Hepsi benim seçtiğim güzel kızlardan oluşur.Bana çok sadıktırlar.Sözümü dinlemeyen başına gelecekleri iyi bilir.Benden çok korkar ve çekinirler…Bak burası “Birun” yani dış saraydır. Sancak-ı Şerifin bulunduğu Akağalar Kapısı’na kadar olan ve geniş bir bahçesi bulunan kısımdır. Burada Sadr-ı Azam’ ın bakanlar kurulu demek olan Divan-ı Hümayun vesaire bulunur…”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***10..BÖLÜM***
“- Yollarını öğreninceye kadar anam ağladı.Bana karşı gelen kişileri az boğdurup denize atmadım! …Burası da Enderun’dur. Enderun iç saray demektir ve Enderun Mektebi, genelkurmay ve padişah köşkü gibi, kısımları vardır.İşte karşınızda padişahla benim oturduğum kısım.Kaynanam ve Padişah efendimizin kalabalık aileleri ile birlikte oturuyorum.Evimi canım sıkılır diye ayırmak istemedim.Bu lojmanlara İslam’ın hükümlerine göre yabancı erkekler ve başkalarının girmesi yasak olduğundan dolayı Harem-i Hümayun denmiştir.Sadece Hadımağası nöbetçi olarak bulunur.Haremin başı Padişahımızın anası olacak cadı valide sultandaydı.O ‘ nu illegal hale getirdim.Şimdi haremi ’Ustalar ve Kalfalar’ aracılığı ile yönetiyorum.Valide sultan ile hükümet arasın da ’Kızlar Ağası’ ve ’Darüssaaı Ağası’ bulunur.Hepsini özel seçtim, benim adamlarımdır.Harem kapısını bekleyen Ak veya kara harem ağaları, Kızlar Ağası’ na bağlıdır.Haremde hizmet gören ustaların isim listesi şöyledir; ’Hazinedar usta, çeşnigir usta, çamaşır usta, ibrikdar usta, vekil usta, kethüda kadın, saray usta, Kanbe usta, hastalar ustası, ebe, sütnine, dadı.Padişahımızdan hamile kalıp doğum yapan Cariyelerin sadece kız çocukları olmasına izin veriyorum.Erkek çocuğu doğuran yandı…Benden korkularından cariyeler, hamile kalmamanın bir yolunu buldu.Çoktandır hamile kalan da yok zaten…Haremde ayrıca, bulundukları dairelerin işlerini gören kalfalar var.Haremi teşkil eden bütün kadınlar gibi onlar da cariyelikten gelmedir; ancak ustalara oranla daha yüksek mevki sahibidirler.
Sarayda Ramazanlar çok güzel oluyor.Bir hafta evvel hazırlıkları başlatırım. Temizlik yapılır, kiler-i hümayun’ dan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şuruplar, birçok iftariyeler getirtirim.Ramazanın ilk gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurdururum, harem ağalarıyla birlikte, bir imam, iki güzel sesli müezzin gelir. İlahiler okunur ve namaz kılınır.Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalır. Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz verir. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç bozulur, iftar takımları hazırlanır, buzlu limonatalar, şuruplar içilir... Sarayın harem dairesi, ramazanda adeta cami haline girer, herkes ibadetle vakit geçirir...Ramazan ayında şarap içmeyi yasakladık.Herkes dini vecibelirini yerine getirmeli…Geceleri Sultanahmet meydanı’ nın çevresi renkli fenerler ve fanuslarla donatılır, cami meydanı bir ışık dünyası haline gelir. Hava kararmadan önce haremde bulunan kadınlar ve sudanlı halayıklar, iki atın çektiği arabalara biner.Ben yanıma Sümbül’ ü alır özel bir faytonla alana giderim.Arabalarımız meydanda bize ayrılan yerde durur. Arabalardan inmeyiz. Arabaların perdeleri inik durur ve biz kurulan panayırdan, direkler arası tiyatro ve kantoları, ateş içen sihirbazları, Hacivat-Karagöz oyunlarını, telde yürüyen cambaz ve palyaçoları ilgi ile izleriz.Harem ağaları, her arabaya gümüş tepsilerle iftariye, yemek, meyve, (yaz ise dondurma) kahve dağıtırlar. Harem ile alayın geçeceği meydana kadar olan yol, renkli kandiller ve fenerlerle donatılır. Harem arabaları önlerinde ikişer kavas, gümüş kaplamalı deri fenerler taşırlar, Padişahım camiye girdikten sonra meydanda bulunan askerlere büyük pideler ve şerbetler dağıtılır.Namaz bitinceye kadar meydanda atılan fişekler seyredilir.Namazdan sonra kadın efendiler ve sultanlar, şehirde yapılan şenlikleri seyretmek için kısa bir tur yaparlar, sonra hareme dönerler...’
Padişahımla ilişkiye giren veya yakınlaşan cariyeye Gözde denir. Gözdeler kız çocuk doğurduğunda özel bir daire tahsis eder ve onlar sınıf atlarlar.İkbal veya Kadınefendi olarak tayin ederim.Sayıları sekizi geçmez.Çocuklarımı Manisa’ ya sancak beyi olarak yolladım.Başlarına da kaynanam Kadınefendi’ yi gönderdim.Aman benden uzak dursun her şeye karışıyordu…”
“- Kız sen ne cadısın.İyi yapmışsın.Benim kaynanam filan yok.Hüseyin’ in askerlik işini de ayarlarsın değil mi? ..”
“- Askerliğini vezir olarak yapacak.Daha ne istiyorsun kız! ...”
“- Olur mu dersin? ...”
“- Ben ne dersem o olur.Kocan Hüseyin’ i Birgivi’ de Enderun mektebinde yetişmiş bir ulema diye tanıtacağım.Merak etme bir yalan uydururum…”
“- E..Vezir ne olacak? ...”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***11..BÖLÜM***
“- Zaten O’ na gıcık olmaya başlamıştım.Geçenlerde popoma cimdik attı.Hep gözü bende, beni kesiyor.Yakışıklı olsaydı bi şeyler olurdu belki de…Çok çirkin be anacım! …Adamlarıma boğdurum olur biter! ...”
Sarayda selamlık ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği avlulardan özenle gizlenen Harem Dairesi, Arabalar Kapısı girişinden Has Oda’ya kadar sıralanan taşlıklarla, harem halkını dört ana gruba ayırır. Girişteki ilk kısım Kara Hadım Ağalar’a ayrılmıştır. Bundan sonra Harem’ in Cümle Kapısı gelir ve buradan kadınefendi ve cariyelerin, valide sultanların, padişahın yaşadıkları yapı gruplarını çevresinde toplayan taşlıklara geçilir.
Sarayda Kara Ağalar Ocağı, Enderûn Avlusu’ndaki koğuşlar gibi bir eğitim yeri niteliği taşır. Bu ağaların başlıca görevleri Harem’in kapılarında nöbet tutmak, giriş-çıkışları kontrol etmek ve dışarıdan içeriye kimseyi sokmamak.
Sistemin tüm yapılarının yer aldığı bu dar ve uzun avlu, taşlarla kaplı olduğu için taşlık adını alır. Taşlığın ortasında boydan boya uzanan podimo taşlı bu yol, padişahın büyük binişten sonraki girişten başlayarak, Valide Sultan Taşlığı’ nda Saltanat Kapısı denilen Ocaklı Sofa’ nın kapısı önündeki Binek taşına kadar devam eder. Bu güzergah at üzerinde geçeriz.Kara Ağalar Avlusunda, onların yaşamları için gerekli olan tüm yapılar yer alır. Girişten itibaren sol tarafta, ibadet için mescitleri, koğuşları, Dar’üs-saade Ağası’nın şehzadelerin eğitim yerini ve hamamını içeren dairesi bulunur. Karşı tarafta ise Harem’in üst düzey görevlilerinden muhasiplerin, hazinedar kara ağanın ve cücelerin yaşadığı mekanlar vardır.
Harem’in kadınlar ve padişahın yaşadığı kısma “Kendi evleriniz dışındaki evlere izin istemeden ve orada yaşayanlara selam vermeden girmeyiniz” anlamındaki Kur’an’dan ayetler bulunan taç kapıdan girilir. Harem’i, Harem Ağaları Bölümü’nden ayıran bu kapı, Harem’in üç ana bölümünün bağlandığı nöbet yerine açılır. Kubbeli ve kemerli açık bir sahanlık olarak Harem’e girişi sağlayan hole mermerden müşebbek taçlı sembolik boş bir kemerle girilir.
Saltanat Kapısı da denilen bu kapıdan, Harem girişinin nöbet yeri olan mekana geçilir. Nöbet yerinin solundaki kapı Cariyeler ve Kadın efendiler Taşlığı’na; ortadaki kapı, diğer hanedan kadınları ve üst düzey yönetici kadınların yaşadığı Valide Taşlığı’na; sağdaki kapı altınyol ile Padişah ve Şehzadeler Dairesi’ne bağlanır. Bu konumuyla hol, Harem’de hanedan ve kadınların yaşadığı mekanların başlangıcını oluşturur.
Kadın efendi veya cariye taşlığı olarak bilinen bu alan Harem’in en küçük avlusudur. Bu taşlığa, Harem’in Cümle kapısından geçilen nöbet yerinin sol tarafındaki bir koridorla ulaşılır. Bu koridor bir yandan Kara Ağalar Bölümü’nü ayıran bir duvar, diğer yandan Valide Taşlığı’nı ayıran Ustalar Dairesi’yle oluşturulmuştur. Koridorun bir kenarında mermer tezgahlar bulunur. Bunlar saray mutfağında harem halkı için pişen yemeklerin Kara Ağalar tarafından tepsilerle konduğu yerdir.
Diğer taşlıklarda olduğu gibi, taşlığa bakan çift katlı oda sıralaması burada da görülür. Taşlığın kara ağalarla bitişen yönünde hamam, hamam külhanı ve kiler bulunur. Dar yan cephede ise mutfak, çamaşırlık, tuvaletler vardır. Haliç cephesinde şirvanlı bir cariye koğuşu bulunur. Bu koğuşun yanındaki kırkmerdiven denilen taş basamaklarla harem bahçeleri, cariye koğuşları ve hastahane bölümlerine inilir. Taşlığın Haliç cephesindeki diğer kanadında, ikişer katlı kadınefendilere ait üç özel daire sıralanır.
Koğuşla Kadınefendiler Dairesi arasındaki bir kapıdan merdivenle ara katlara inilir. Kırkmerdiven denilin bu iniş sistemin üzerinde ara katlar oluşturulmuştur. Kırkmerdiven ile Hastahane veya Cariyeler Avlusu denilen taşlığa ulaşılır.
Taşlıkta yer alan hamam, burada yaşayan kadınlara hizmet vermek amacıyla yapılmıştır. Hamam, Enderûn’daki hamam gibi kadın efendiler, ustalar ve çeşitli kademedeki cariyelerin kullanımına belirli günlerde ayrılmıştır. Kubbeli büyük bir soyunma odasından yıkanma bölümlerine geçilir.
Padişahın çocuk doğurmuş eşleri olan kadınlara ait dairelerin, Valide Sultan Dairesi ile birlikte yapılmış oldukları kabul edilir. Kadınefendilerin bu dairelerde yaşadıkları, sultandan çok Valide sultana yakın oldukları sanılmaktadır. Boyutları ve süslemeleri kısmen farklılık gösteren bu üç özel dairenin plan şemaları birbirine benzer. Kırkmerdiven kapısının yanında yer alan ilk daire, diğerlerinden daha büyük ve kubbeli oluşuyla dikkati çeker. Dairelerin üst katlarında şirvan denilen yarım asma katlar bulunur.
Kadınefendi ve Valide Sultan Daireleri’ni taşıyan payeli alt yapının oluşturduğu bölümde Cariye Koğuşları bulunur. Cariyeler burada en alt katta başladıkları Harem yaşantısına, kabiliyetleri ve talihleri oranında üst katlarda ve üst düzeyde devam edebilir veya hizmet yılları olan 8 yılı doldurduktan sonra çırağ edilirler. Bu koğuşlar çift kat ahşap şirvanları, aydınlık mekanları, tuvaletleri, apdest alma yerleri ile Harem’de cariyelerin en kalabalık olduğu yaşama cevap verecek şekilde yapılandırılmış mekanlardır.
Hastahane veya Cariyeler Avlusu denilen taşlık çevresinde iki katlı şirvanlı kargir cariye koğuşu, hamam, çamaşırhane, hasta koğuşu, hasta mutfağı ve ölülerin yıkandığı gasilhane ile ölen cariyelerin cenazelerinin çıkarıldığı Meyyit Kapısı bulunur.
Yüzyıllar boyunca Hanedan ve Harem halkının yaşadığı yapılar topluluğunun çekirdeğini Valide Sultan Taşlığı oluşturur.
Türk evinin orta sofasında “Hayat” taşlığı karakterindeki Valide Taşlığı Avlusu, türünün Osmanlı mimarisindeki en önemli örneğidir. Bu anlamda Osmanlı hanedanı ve Haremi’nin merkez mekanı olan taşlık üst düzey harem kadınları kadrosunu çevresinde topluyordu.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***12..BÖLÜM***
Bu bölümMabeyn taşlığıdır.Harem’in, Selamlığa, yani Has Oda ve bazı köşklerin bulunduğu Sofa-i Hümâyun adı verilen dördüncü yerine en yakın kısmıdır ve direkt bağlantılıdır. Mabeyn Taşlığı’ nın diğer avlulardan farklı olarak önü açıktır. Üç tarafında çeşitli yapılar çevirir. Valide Sultan Taşlığı yönünde, Cinlerin Meşveret Yeri denilen revak bulunur. Bu revağın üst katı Şehzadegân Dairesi’dir. Aynı istikamette, taşlığın üzerinde Çifte Kasırlar yer alır.
Burası Hünkar Sofrası; Hünkar Sofası, ölçüleriyle Harem’in en büyük mekanıdır.Harem’in müzikli eğlenceleri, toplantıları, bayramlaşma ve diğer törenlerinin yapıldığı bu büyük sofada, harem halkının padişahların tahta çıkışı ve bunu izleyen günlerde Eyüp’teki türbelerde yapılan kılıç kuşanma törenlerinden sonra, bağlılık ve tebriklerini sundukları bilinir. Padişahın kız veya erkek çocuklarının dünyaya gelişi ve hanım sultan denilen padişah kızlarının nişanlanmaları, evlenmeleri dolayısıyla yapılan eğlenceler de bu salonda gerçekleşmiştir…”
“- Bak burayı çok beğendim.Güzel süslemelerle işlenmiş, çok etkileyici…”
“- Bu fıskiyeli havuz taşlık boyunca uzanan büyük havuzla bağlantılıdır. İslam dininin apdest alma ve yıkanma konusundaki zorunlulukları hamamların önemini arttırır. Valide Sultan Dairesi ve Hünkar Sofası arasındaki konumlarıyla Hünkar Hamamları geleneksel saray hamamlarındaki yıkanma ve eğlence işlevlerine paralellik gösterir. Sultanla beraber olacak gözdenin Hazinedar Usta’ nın denetiminde Valide Hamamları’ nda törenle yıkanması, kına yakılması, kokular sürülüp süslenmesi ve giydirilmesi, doğumdan sonra çocukların kırk hamamının aynı hamamlarda yapılması ve tüm bu yoğun tören ortamına hamamın yanındaki Hünkar Sofası’ nın da katılması, hamamların Harem yaşamındaki önemini kanıtlar.Roma hamamlarında da görülen hypokaust sistemi Hünkar ve Valide Hamamları’ nın mermer tabanı altında olduğu gibi Hünkar Sofası altında da devam ederek buyapılarınortakısıtmadüzeninioluşturur.
Sultan’ın Mabeyn Taşlığı tarafında çıkma yapacak şekilde inşa edilen bu Çifte kasırlar iç içe iki odadan oluşur. Dıştan çini kaplı ve sürekliliği olan bir saçakla çevrelenmiş olması eş zamanlı bir inşaat izlenimi verir.
İşte burası en önemli yol…Altın yol. Harem’in en uzun, eski ve önemli geçidi olan Altınyol, Harem’i, Enderûn Avlusu’ndan ayıran duvar boyunca uzanan tonozlu bir yoldur. Bu Uzun Yol, Rah-ı Padişahî, Sokak-ı Hazret-i Padişahî, olarak adlandırılan bu koridorun, genellikle Sultanların Harem’deki dairelere kestirmeden ulaşmak amacıyla kullanılır.
“- Padişah senden habersiz başka dairelere uğrarsa nerden bileceksin? ...”
“- Her köşede adamlarım var merak etme.Buradan benden habersiz kuş uçamaz! ...”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***13..BÖLÜM***
Bir gece yarısı onlarca top atışı yapılmaya başlamıştı.Uykusundan irkilerek uyanan Akasya üzerine sabahlığını giydi, sarayın avlusuna koşarak çıktı.Doğruca Silahtar Osman Ağa’ nın yanına gitti ve sordu;
“- Asker, bu top atışları niçündür? ...’
“- Tunus’ u ilhak etmişüzdür Sayın Sultanımız.Şerefine havai top atışları yapıyoruz…”
“- Bre densiz…Milleti gece yarısı uyandırmaya utanmaz mısınız? ...Yazıktır, günahtır…Devletimizi bu kadar top atışıyla zarara uğratırsınız.Bundan böyle yekpare top atışı yapıla! ...”
“- Emriniz baş üstüne Sultanımız…”
“- Padişahım nerede gören var mı? ...”
“- Hünkar sofrasında…Tunus’ u almamızın zaferine komutanlara dansöz oynatıyor…”
Yanına Lucia(kasımpatı) , Hüseyin ve Sümbül’ ü de katarak Hünkar sofrasından içeri girdiler…Padişah mindere uzanmış, yanına cariyeleri almış komutanlarla birlikte meyve yiyerek dansözü izliyorlardı.Padişahın yanına gitti ve oturdu;
“- Sayın devletlü hazretleri gazamız mübarek ola…”
“- Sağolasın Sultanım sen çok ısrar etti ve sayende Tunus bizim oldu.Bu seferin adını I.Akasya Zaferi ilan ediyorum…”
“- Vergiye bağladınız mı? ..” Veziri azam atıldı;
“- Evet 3000 duka vergi verecekler her yıl…”Akasya hiddetlendi;
“- Salak şey…Bu benim altı aylık mutfak masrafım.Keşke 30.000 duka alsaydınız…”Padişah Lucia ve Hüseyin’ i ilk defa görüyordu ve sordu;
“- Bu bayan ve bu adam kimdir İkbalim? ...”
“- Tanıştırayım…Bu genç adam; devrin en büyük ulemalarından birisi ve yedi yabancı dil biliyor. Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanır. İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazar ve bunları inceler.Eşsiz bir komutan ve idareci. Yapacağı işleri planlı ve programlı yapar. Farsça ve Arapça’ya çevrilmiş olan felsefi eserleri vardır.Dünya Haritasını yeniden tercüme edip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazar. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur, onlara eserler yazdırır. Bilime büyük önem verir. Büyük bilginleri İstanbul’a getirir ve seminerler düzenler. Astronomi bilginidir. Asıl en büyük özelliği Aynı zamanda deniz savaşları üzerinde yüksek ihtisas sahibidir! ...”Birgivi’ den senin için özel getirttim.Bu yanındaki hatun da zevceleri Kasımpatı hanımdır… Bundan böyle sarayda bizlere özel danışmanlık yapacaklardır…””
Şaşkınlık içinde konuşmaları dinleyen Hüseyin ve Lucia padişahın önünde doksan derece açı yaparak eğildiler.Konuşmaları dinleyen Veziriazam kıskançlık krizlerine girdi.Akasya Padişaha cilve yapmaya başladı;
“- Canım Mısır istiyor! ...”
“- Sana Mısır’ ı da alacağım söz…”Vezir atıldı.
“- Savaşların en önünde ben gidiyor savaşıyorum, siz oturduğunuz yerden sadece mühür basıyorsunuz.Haksızlık bu ya…”Akasya istediğini elde etmişti nihayet.Veziri azamı sinirlendirerek ağzından baklayı çıkartmıştı.Vezir bile söylediğine bin pişman olmuştu fakat naçar.Padişah hazretleri bu konuşmaya oldukça kızmıştı;
“- Bre deyyus.En son soğuk damgayı vuran benim.Sen nasıl böyle söz edersin.Seninle hesaplaşacağız.Askerler tez atın bunu zindana! ..”Akasya gülerek söylendi;
“- Padişah efendim ben Mısır derken kaynamış mısırdan söz ediyordum.Canım mısır çekti…Zaten ben bu vezirden çok şüpheleniyordum.Yerin kulağı varsa, bende de var.Ben yer miyim? ...Yemem…”
“- Senin emrin olur İkbalim.Sümbül..Çabuk hanımına kaynamış mısır getir! ...”
“- Emrin baş üstüne padişahım…”
Akasya kısık sesle padişahın kulağına eğildi;
“- Sana bir bilmecem var Sayın sevgili Padişahım…
“- Sor bakalım Sultanım! ...
“- Padişah mı büyük, vezir mi? ...”
“- Tabi ki Padişah en büyüktür Sultanım.Sen bilmezmisin ki bunu bana sorarsın! ...”
“- Fakat vezir_i azam hazretleri sağda solda, senin hakkında dedikodu yopıyordu …Ben kulaklarımla taşlıkta dinledim.Ben padişahı bilek güreşinde yenerim diyordu! ...Hem de kaftanının içinde akşamları çıplak dolaşıyormuşsun…Kaftanını yeniçerilere açıp “- Yiğidin malı meydanda olur” diye önündeki aleti gösteriyormuşsun…”- Gören de malını bir şey sanacak soğan cücüğü kadar bir şeymiş! …”diyerek arkandan dedikodunu yapıyor ve Kuyunu kazıyor… ”
“- Ne…Yarından itibaren Aldığı Tunus’ un şerefine tez kafasını koparalar! …”Akasya Lucia ve Hüseyin’ e doğru dönerek göz kırptı;
“- Yeni Vezirimiz Yüksek denziler uzmanı, Ulema Hüseyin Hazretleri olsun isterseniz canım efendim…”
“- Yarınki idam töreninden sonra vezir atamasını törenle yapacağım.Hazırlanın Hüseyin efendi! ...”Hüseyin;
“-Emriniz başımın üstüne padişahım..” dedi ve padişahın eteklerini öptü.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***14..BÖLÜM***
“-Padişah deden III.Salim’ in, hamamda Cariye kovalarken sabuna basıp kayarak, kafasını kurnaya vurup, şehit düştüğünü anlattılar bugün..”
“- E..ne olmuş yani ikbalim? …Ölüm bu… Azrail aleyselamın nerde ne vakit karşımıza çıkacağını kim nerden bilebilir ki? ..”
“-Efendi hazretleri, senin böyle ucuz yollardan şehit düşmeni istemem doğrusu...Kendine biraz dikkat etsen iyi olacak! ...Sana bir şey olursa, inan ki ben sensiz yaşayamam! ...”
“- Aman ikbalim sensin benim istikbalim…Nerden çıkarıyorsun şimdi bu ölüm kalım laflarını? ..”
“- Korkuyorum.Çektiğim acılardan kalbim nasır tuttu, katılaştım.Haremden çok devletin iç ve dış siyasetini düşünür oldum…Yeni vezirin Hüseyin Efendi’ nin Vezir olması şerefine, av partisi vermeyi düşünüyorum? ...”
“- Ah…iyi olur İkbalim.Çoktandır Geyik avına çıkmamıştım.Bu yeni vezirim çok felsefik ve deniz korsanları hakkında ihtisas sahibi bir adam.Ondan çok hoşlandım.Bana Arapça ve Farsça yazdığı eserlerden örnekler sundu.Bir şiir okuyuşu var ki müptelası oldum.Sultanım ne iyi ettin de bu ulemayı bulup getirdin.Karısı da pek güzelmiş, kız kardeşim olsun! ...Valla sana helal olsun… Hafta sonu tatilde, hep birlikte atlara biner, Gülhane ormanına gideriz canım Sultanım..Hem piknikte yapmış oluruz…Vuracağım geyikleri de ayarlamayı unutma? ..”
“- Onüç geyik yeter sanırım Padişahım.Hepimizi doyurur…”
“- Hayır Sultanım ondört olsun…Onüç uğursuz sayıdır bilmez misin? ...Yeni aldığın cariyelerden Bezmialem de bizimle gelsin.Söyle O’ na ata binerken iç donunu giymesin! ...”
“- Of…Padişahım yeter artık, İki lafın arasında Bezmialem’ den bahseder oldun.Çok tutuldun sen bu kıza ya hayırlısı…”Akasya bu durumdan hiç memnun değildi.Padişahın son günlerde gözü Bezmialem’ den başkasını görmüyordu.Bezmialem’ e içten içe diş biliyordu.Akasya kendisinin ikinci plana düşmemesi için Padişaha birbirinden güzel carieyeler sunuyor, böylelikle padişahın devlet işlerine karışmasını engelliyordu.Padişah ne zaman bir cariyesine tutulsa, O cariyenin gözden düşmesi için olmadık sebepler yaratıyordu.Kimini büyü yapmakla suçluyor, kimini de yeniçeri askeriyle bahçede uygunsuz yakaladığı yalanını uydurup, saraydan kovduruyordu.Sefehat alemlerine dalan IV.Salim için yatak odası ve hamamdan başka yer önem taşımıyordu.Akasya bunu bildiği için Sarayın bodrum katına havuz yaptırmıştı. IV.Salim havuzun biraz yükseğindeki tahtından cariyelerin çırılçıplak oynaşmalarını izlerdi.Hünkar sofrasındaki müzik gecelerini, Akasya Köşkündeki alemler takip ediyordu.ıv.Salim’ in bir gününü şöyle tasavvur edebiliriz. Gecenin rehavetiyle uyanırdı.Sabah kahvesini getiren bir gözdesi, vücuduna masaj yapan diğer gözdeleri çevresinde olurlardı. Kahvesini içtikten sonra Hünkar Hamamı’na gider, en sevdiği cariyeler, elmaslı altın taslarla padişahı yıkarken cilveler yaparlardı. Saatler süren hamam sefas,ı cariyelerin kendi aralarında oynaşmasına neden olurdu. Henüz Salim’ in yatağına girmemiş cariyeler vardı.Kurulama ve padişahın vücudunu ovma iki tarafta da kıpırdanmalara yol açardı.Hamamın sıcaklığına cariyelerin pembe tenleri karışırdı.Soğukluğa geçerek şerbetini içen padişah, hizmetinden hoşlandıklarına değerli hediyeler sunardı.Öğle yemeğini merasimle yedikten sonra gece yarılarına dek sürecek saz ve raks alemi başlardı. Hünkar Sofasının muhteşem dekorunda şarap içilir ve dans eden kıvrak vücutlar izlenirdi.Sarhoş dilberlerin çeşitli oyunlarıyla kendinden geçen padişah en beğendiklerini alarak yatak odasına çekilirdi.
Padişahın fikrinde ve zikrinde hep kadın vardı.Bu zafiyetini bilen Akasya Sultan, önemli makamlara adamlarını getirerek büyük söz sahibi olmuştu.Devşirilen erkekler, Enderun Mektebinde terbiye edilerek Osmanlı Devleti’nin askerî ve idârî üst makamlarına yükselme imkânlarını elde etmişlerdi.Hepsi de Akasya Sultan’ a saygıda kusur etmezlerdi.Zaten Akasya Sultan kendisi hakkında olumsuz düşünen ve konuşan birisi oldumu anında haber alır ve bir şekilde O’ nu yok ederdi.
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***15..BÖLÜM***
Padişah av esnasında misafirlerine hayvanları takdim ediyordu.
“- Bak Vezirim bu fil, Hindistan kralının hediyesi.Şu Zürafa Kenya’ dan gönderildi.Malezya Aslanlarına fazla yaklaşmayın saldırırlar…”
“- Maşallah..maşallah Padişahım.Sanki hayvanat bahçesinde yürüyormuşum gibi hissediyorum kendimi…Bir ayı eksik? ..”
“- Bak ayı karşında armut ağacının altında…”
“- Ağacın altında elini açmış ne bekliyor ki? ..”
“- Ayı armutun düşmesini bekliyor! ...”
“- Armut piş ağzıma düş” diye boşa dememişler padişahım çok yaşayın…”
Bu sırada at üzerinde oturan Bezmialem’ in rüzgardan etekleri uçuştu ve tüm çıplaklığı göz önüne serildi…Bunu gören padişah kendi atını kızın yanına sürdü ve kızın arkasına atladı ve uçuşan eteklerini elleriyle tuttu.Hüseyin hemen gözlerini kapadı ve;
“- Destur padişahım! ...” dedi.
Fakat avlayacakları geyikleri mangal yapacak olan oduncu ve sökükleri dikecek olan terzileri, kıza hayran hayran bakmaya ve kendi aralarında gülüşmeye başladılar.Bunu gören padişah hiddetle! ...”
“- Bre densiz uşaklar…Kafirler, münafıklar…Benim avradıma, namusuma nasıl yan gözle bakarsınız? ...Askerler yakalayın şu ikisini, çabuk mesleklerine göre hadım edin.Sarayımda hadımağası kalmadı.Bu ikisini hadım ağası olarak hareme atıyorum.Bundan böyle haremdeki çıplakları doya doya seyretsinler! ...”
“- Yapmayın padişahım acıyın bize…Vallahi de billahi de gözümüz kaydı, biz hiç kara kutuya bakmadık! ...”
Ne kadar yalvarsalar da boştu.Emir demiri keserdi. Hemen orada, mesleği oduncu olanın önündeki alet baltayla, terzi olanın önündeki alet makasla kesilerek hadım edildi.Lucia seslendi;
“- Ah Akasyacım şu geyiklerin güzelliğine bak…” Akasya;
“- Padişahımız iyi avcıdır.Attığını karavanadan vurur…”
“- O nasıl iş Akasya Sultanım? ...”
“- Hedefe atar fakat vuramaz.O ok atarken ben de ardından ok atarım.Benim hedef şaşırmaz.Padişah geyikleri kendisi vurdu sanır! ...”
“- Bırak vurdum sansın padişahım…Aman ne olacak ki yani.Geyik eti güzel mi bari? ..”
“- Eh..idare eder işte.…Fakat kapıkulu Rüstem ayısının eti çok lezzetli! ...”
“- Ay kız…Sen çok yaşa emi…”
“- Senin geyiğin eti nasıl güzelim? ...”
“- Şifa niyetine günde üç kez yiyorum güzelim.Üzerine dondurma yalıyorum! ..Ha ha ha…”
Padişah Vezirine dert yanmaya başladı;
“- Sayın vezirim.Bir çare bulmalıyız.Hazinemizin altınları yavaş yavaş tükeniyor.Sen ulemasın ne yapmamız lazım? ..”
Vezir kafasındaki kavuğu yana kaydırdı ve kafasını kaşımaya başladı;
“- Galata köprüsüne asker dikelim.Her gelen geçenden vergi alsın! ...”
“- Verecekleri iki dirhem arpa buğdayla Nuh’ un gemisi yürümez..Başka bir yol bulmak gerek Vezirim! ...”
“- Dur beş dakika düşüneyim! ...”Beş dakika elini kafasına dayayarak düşünen Hüseyin sonunda;
“- Buldum padişahım buldum…”Padişah heyecenla;
“- Ne buldun hadi anlat durma! ...”
“- Hazineye sahte para basacağız.Aman ne parası be…Sahte altın demek istedim…”
“- O nasıl olacak, vezirim Hüseyin ulema hazretleri? ...”
“- Yurdumuzda bol miktarda bakır madeni cevherleri mevcuttur.Altınla karıştırım yeni altın paralar yaratacağız.Üzerine de senin Tuğranı basacağız efendüm…”
“- Düpedüz dolandırıcılık bu..Fakat başka çaremiz kalmadı.Fethettiğimiz yerler haddini aştı.Sınırlarımız çok genişledi.Bırakacağım artık millet kendi başının çaresine baksın.Ben Bizans’ tan öteyi istemiyorum ya..Oynamayacağım artık yoruldum savaşmaktan vezirim…”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***16.BÖLÜM***
“- Padişahım Cezayir’ den Cezerye istiyorum.Bana Cezair’ i de alır mısın? ..”
“- Tamam Sultanım…Bu sefer savaşa ben de katılacağım.Hem de geminin güvertesinde en önde ben savaşacağım.Yaz geldi artık hiç olmazsa şöyle bir yat gezisi de yapmış olurum.Bezmialem’ e söyle hazırlansın! ... O da benle gelecek.Hem Hüseyin de deniz yollarını çok iyi biliyor.Belki korsan hazinesi filan buluruz belli mi olur, bu sayede ükemiz kurtulur.Sana Cezerye alacağım.Ne cezeryesi be..İşte o dediğin ülke Cezayir mi neresiyse orayı alacağım.Divan_ı Hümayünü toplayayım haftaya kadar hazırlıklarını tamamlasınlar.II.Akasya seferine hazır olun savaşçılar.Denizlerin fatihi IV.Salim dalgaları yara yara geliyor…Yakında Akdeniz’ e yat gezisi var…”
Hüseyin’ in Ceneviz, Livorno ve emsali büyük Avrupa limanlarında gizli ajanları vardı. Bunlar o limanlara bağlı gemilerin giriş-çıkış ve rotalarını Osmanlı’ ya bildiriyorlardı.Türk deniz akıncıları eski hüviyetlerini korumakla birlikte, Akdeniz’ de büyük denizci devletler arasına girdiler.Derya ve akıncı beylerinin çok mühim bir vasıfları da ellerinin son derece açık olması ve ünlü zenginlerin yapamadıkları cömertliği yapabilmeleri, fukara babası olmalarıydı. Bütün bir bölgenin fakirleri, bir tek derya ve akıncı beyinin sayesinde geçinip giderlerdi. Beylerin konakları misafirhane olup, herkese açıktı. Misafir, derecesine göre ikram görürdü. Misafiri çevirmek olmazdı. Geri çevirmek, düşmana silâh teslim etmek derecesinde olup büyük şerefsizlik sayılırdı.Deniz korsanlarının faaliyetleri iyice artmaya başlayınca, deniz yolculuğu tehlikeli bir hal aldı. Avrupalı korsanlar, kendi milletlerinin gemilerine bile çekinmeden saldırmaya başladılar. Avrupa kral ve prensleri, yapılan yağmalardan istifade için korsanlara arka çıkmaya başladılar.Korsanlığın korkunç boyutlara ulaşması üzerine devletler, bunlardan kurtulma çarelerini araştırdılar.Akdeniz sınırı devletler antlaşmaya göre, aralarında olacak muharebelerde, karşılıklı korsanlık müsaadesi vermemeleri ve tüccar gemilerinin serbestçe dolaşmaları esası kabul edildi. korsanlığın tamamen kaldırılması kararı alındı. Bu konuda devletlerarası çalışmalar, kesin bir netice vermedi
Osmanlı gemileri Vezir Hüseyin döneminde özellikle kuzeye yapılan bu uzun ve zorlu seferler sonunda küllüyetli miktarda işlenmiş altın, mücevherat ve kıymetli gümüş parçalarla, nadir kumaşlar, zahire ve silahlarla geri dönüyorlardı.Fakat korsanlar yüzünden uzun süredir seferlerini iptal etmek zorunda kalmışlardı.Fakat Padişahın kesin emri vardı, Cezayir’ i alacaklardı.Denize açılalı üç hafta olmuştu.Üç Osmanlı savaş gemisi Cezayir açıklarına doğru gidiyorlardı.Hüseyin birden;
„- Padişahım beş adet Venedik bayraklı savaş gemisi üzerimize doğru yaklaşıyor.Dümen kıralım mı? ...“
„- Fark etmez Verzir.Biz de onlara doğru yaklaşırız olur biter.Ne var yani bunda abartacak.Oturup bekleyecek halimiz mi var.Atın şunlara üç-beş top mermisi! ...“
Büyük bir çarpışmadan sonra Osmanlı donanmaları denize batmak üzereydi.Bir çok denizci boğulmaktan kurtulmak için, Yıkılan geminin tahtalarına tutunmuşlardı.Venedik gemileri deniz üstünde sağ kalanları teker teker urgan atarak topladılar.Yakaladıkları Osmanlı askerlerini, Venedik‘ de bir zindana zincirlediler.Duvara zincirlenmiş Osmanlı Padişahı ve Vezir, kendi aralarında konuşmaya başladılar.Padişah;
„- II.Cezerye Seferi yenilgiyle son buldu Vezir_ül azam hazretleri...“
„- Ben sana söylemiştim sefere çıkmayalım diye Padişah efendimiz! ...“
„- Ama ne yapayım.O kadar güzel deniz savaşları anlatmasaydın bana...Aslında heyecan geldi üzerime be...Ne o hergün hamam – harem usanmıştım.Bak savaş esiri olduk sayende...Birazdan elimizde kalan bir kaç ülkeyi de elden çıkarırım, bizi serbest bırakırlar.Altın bu altın hiç bir şeye benzemez.Ülkeyi dinden imandan çıkarır! ...“Yavaş yavaş zindana doğru gelen ayak sesleri işitilmeye başladı.Uzun boylu yaşlı bir adam italyanca;
„- Nöbetçi aç şu kapıyı! ..“ diye seslendi.Nöbetçi hemen kapıyı açtı.
„- Gelen adamlar kendi aralarında konuşmaya başladılar uzun boylu yaşlı adam yeniden;
„- Bunlardan hangisi Osmanlı padişahı? ..“Diye nöbetçiye seslendi.Nöbetçi bilmediğini söyledi.
Zincirlenmiş onlarca savaş esirine soru sordu.Kimse İtalyanca anlamadığı için aval aval bakmaya başladı.Hüseyin İtalyancayı iyi bildiğinden hemen cevap verdi;
„- Aradığınız Padişah benim.Bu yanımdaki adam da vezirim...“
Adam nöbetçiye seslendi;
„- Çabuk Padişahın zincirlerini çıkarın ve benim salona getirin! ...“
Bu arada Padişah olan bitene anlam veremiyordu ve „-İtalyanca ne konuştunuz? “ diye Hüseyin‘ e sordu;
„- Sayın padişahım.Müsade edersen senin yerine ben padişah oldum.Sen de benim vezirimsin sakın aklından çıkarma...“
„- İyi de neden yalan söyledin? ...“
„- Adamlar padişaha zarar verecekler ve vezirini zindanda sağ bırakacaklarını söylediler.Senin yerine ben zarar göreyim.Padişahım sen daha çok yaşa! ...Bana müsade ölmeye gidiyorum...“
„- Ah canım...Vezir dediğin böyle olmalı işte.Padişah için seve seve ölümü göze alabilmeli! ...Allah sonunu hayır etsin evladım.Allah Cennetine kabul eder inşallah...Güle güle yolun açık olsun.Gözlerin arkada kalması.Karına ben gül gibi bakarım...“
Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***17..BÖLÜM***
Venedik Kralı Santonios Yanında Osmanlıca bilen tercümanı vasıtası ile İtalyanca olarak konuşmaya başladı;
“- Sayın Osmanlı Padişahı, sizin canınızı bir şartla bağışlarım! ..”Yeminli tercüman, Osmanlıca çeviri yapmaya başladı.Hüseyin İtalyanca seslendi;
“- Sayın Kralım.Ben İtalyancayı kardeş dilim gibi biliyorum.Ayrıca aracıya hiç gerek yok.Direkt gözlerimin içine bakarak temas edebilirsiniz! ...Hayatımı serbest bırakma karşılığında ne istiyorsunuz? ...Açık açık söyleyiniz lütfen! ..”
“- 50.000 altın istiyorum.Ayrıca birazdan Sayın Soylu Dük’ üm Salvatore, sizinle korsanlar tarafından kaçırılan kızı hakkında görüşmeye gelecek.Şu anda yolda olsa gerek.Kızı Lucia’ yı hareminize kapatığınızı duymuş.Lucia’ yı da serbest bırakacaksınız! ...”Hüseyin işlerin ters gittiğini anladı ve korkmaya başladı.Zira Lucia eşiydi, ondan ve kızından ayrılması imkansızdı.Salvatore kendisini görürse, Osmanlı Padişahı olmadığını ve Korsan olduğunu anlayacaktı.Ne yapması gerektiğini kara kara düşünürken birden kapı açıldı ve Salvatore içeri girdi.Kralın önünde saygıyla eğildi.Kral;
“- Sayın soylu Dük’ üm Salvatore…Kızınızı haremine alıp, kendine karı yapan Osmanlı Padişahı IV.Salim huzurlarınızda.O’ na ne söylemek isterdiniz? ...”Hüseyin tanınmamak için kavuğunu yana kaydırsa da Salvatore O’ nun kızı Lucia ve besleme Donetta’ yı kaçıran Korsan denizci olduğunu anladı.Acıyla karışık gülmeye başladı;
“- Ha…ha..ha…Bu adam mı Osmanlı Padişahı.Güldürmeyin beni sayın Kralım.Bu adam tam bir sahtekar.Kendisi düğünümüzü basan ve Kızımı ve evlatlığımı kaçıran Kara Korsan! ...”Aldatıldığını hisseden Kral öfkelendi ve askerlerine emir verdi.Çabuk götürün bu adamı zindana geri ve yarın kafasını koparıp bedenini denize köpek balıklarına yem diye atın.Beni kandırmanın ne demek olduğunu görsün uyanık! ...”Kaçacak deliği kalmayan Hüseyin;
“- Durun vallahi benim bu işte bir suçum yok.Akasya’ nın canı Cezerye çekmiş.Ben gerçekten padişahın Veziriyim.Önümde göreceğim ve sefahat süreceğim daha nice güzel yıllar var.Bana acımıyorsanız bari eşime ve küçük kızıma acıyın.Size söz veriyorum istediğiniz kadar altını ve Kızınız Lucia’ yı geri göndereceğim.Hatta ellerimle teslim edeceğim.İnanmazsanız başımda bir tabur asker gönderin…Şu an Padişah sizin zindanınızda tutsak.Tercüman askerinizle zindana gidelim, diğer Osmanlı Leventlerine sorun isterseniz…”Hep birlikte zindana gidildi.Tercüman diğer esir askerlere “- Padişahınız kim? ..” diye sorduğunda, bütün askerler elleriyle duvara pranga ile bağlı Padişah IV.Tiki Salim’ i gösterdiler. Padişahın gerdeğe girdiği günden beri kaybolan Tiki, korkusundan yeniden nüksetmeye başladı.Salvatore Padişaha iyice emin olmak için sordu.Zira Kara Korsan Hüseyin’ e hiç mi hiç güvenmiyordu artık;
“- Siz Osmanlı Padişah mısınız sayın bayım? ..” Tercüman çevirdi.Padişah kekeleyerek cevapladı;
“- Ev…ev…evet benim…Siz…siz…siz kim…kim..kim siniz? ...”
“- Ben Venedik Dükü Salvatore.Memnun oldum.” Dedi ve duvara prangalı eliyle tokalaştı.Padişah, Venedik Dükü Salvatore ismini, yıllardır Akasya’ dan dinliyordu.Babası sandığı Düke kekeleyerek;
“- Kız…kız…kızınız Luc…Luc…Lucia ben..ben…benim zev…zev…zevcem olur.Siz…siz…siz de ben..ben..benim kayın…kayın..kayınpederimsiniz.Ne…ne..ne mutlu ba…ba..na dünya gözüyle sizinle tanış…tanış..tanışmak nasip oldu.İyi…iyi…iyi ki bu yaz tatiline çık..çık…çık mışım! ...”
“- Kızım nasıl, hala yaşıyor mu? ...O ‘ na bir kötülük ettiyseniz eğer sizi Ahtapotlara salata diye doğrarım bak! ...”
“- Kızınız çok iyi Sayın bay Dük hazretleri.Bir eli balda, bir eli yağda…O’ nun yediğini yiyen, giydiğini giyen yok alimallah…Yediği önde, yemediği arkada! ...”
“- Kızımı senden geri istiyorum.Hem de yasal faiziyle birlikte…”
“- Tabi ki veririm kayınpeder.İki de torununuz oldu, yasal faizi! ..”
“- Ne? ...Çok sevindim oğlan mı kız mı? ...”
“- Her…her…her ikisi de oğ…oğ..oğlan.İkizler…Beni bağla..bağla..yarak..yarak…bağlayarak bir…bir.. çöz…çöz..çözüme ulaşamazsınız.Çöz…çözün el..el..ellerimi! ...”
”- Hay maşallah koçum benim…”dedi ve padişahın sırtına iki yumruk geçirdi.
“- Erkek adamın erkek oğlu olur damat! ...”Hüseyin içten içe sinirli bir şekilde gülerek konuşuyordu;
“- Yakında anlarsın Hanya’ yı Konya’ yı bay Dük hazretleri.Erkek adamın erkek damadı olur! ...”
Yazan: Sedat ERDOĞDU
ARKASI YARIN
*** ÇATLAK CARİYE ***18.BÖLÜM***
Padişah, vezir ve sağ kurtulan askerler bir gemiye bindirilerek İstanbul’ a doğru yola çıktılar.Padişah Tiki IV.Salim ve Veziri Hüseyin geminin ambar kısmındaki bir direğe kaçmamaları için zincire vurulmuşlardı.II.Cezerye antlaşması adı verilen bu savaş antlaşmasına göre; Savaş esirleri teslim edilecek ve Lucia ile 50.000 savaş altını tazminat olarak Venedik Krallığına ödenecekti.Antlaşma senedinde kapı gibi duran, Padişahın sol beş parmak mühürlü imzası, vezirin sağ baş parmak imzası vardı.Antlaşmaya göre kefilsiz ve cirosuz, ödemeler peşin olarak takas yapılacaktı. Venedik savaş gemileri Haliç’ de limana yanaştılar.Padişahın gemide esir alındığı ve tazminat ödendikten sonra serbest bırakılacağını Akasya Sultana haber verdiler.Bunu duyan Akasya Sultan ne yapacağını şaşırdı.Sevinse mi üzülse miydi.Kendi ülkesinden gelen, yıllarca kendisine ve Lucia’ ya babalık yapan Salvatore bey kendilerini kurtarmak için yollara düşmüştü.Diğer yanda çok sevdiği kocası Padişah hazretleri vardı.Hemen Lucia’ ya durumu haber verdi.Ne yapacaklarını kararlaştırdılar.Akasya Sultan;
“- Ay Lucia hayatım”Yalancının mumu yadsıya kadar yanar” derler…Kocam benim bir besleme olduğumu, Dük kızı olmadığımı öğrenecek.Ben şimdi O’ nun yüzüne nasıl bakarım? ...Şimdi bu 50.000 da altını nerden bulacağız? ...”
“- Düşündüğün şeye bak.Hazineden sahte altın vereceğiz.Sahte olduğunu nerden bilecekler.Üzerinde Koskoca İmparatorluğun Tuğrası mevcut…”
“- Peki sen Venedik’ e geri mi gideceksin Lucia? ...Beni yalnız başıma koyma buralarda! ...”
“- Benim vatanım bundan böyle eşimin ve çocuğumun yanı.Korkma hiçbir yere gitmiyorum.Burada senin yanında kalacağım.Hadi Haliç’ e doğru gidelim Sultanım…”
Padişah ve Vezir geminin güvertesine çıkarılmıştı.Takas için limana toplanan Halk yenilginin ezikliği içerisinde padişahlarına kötü kötü bakıyorlardı.Her kafadan bir ses çıkıyordu.Padişah seslendi;
“- Kulak tıkacınız bulunur mu, sayın Soylu Dük’ üm, kayınpederim Salvatore? ...”
Askerler tarafından getirilen iki pamuklu tıkaçla, padişahın kulakları edilen küfürleri duymamak için tıkandı.Limana hızla gelen at arabasının içinden Lucia ve Donetta indi ve gemiye binmek için bir sandala birdiler.Kendilerine atılan ip merdivenle yukarıya çıktılar.Karşısında kızı Lucia ve Donetta’ yı gören Salvatore ve eşi Nicci hasretle kızları kucakladılar.Anne Nicci;
“- Lucia kızım benim seni çok özlemişim.Nasılsın iyi misin.Bunlar sana kötülük yapmadılar değil mi? ...Eğer yaptılarsa vay hallerine! ...Kızım Donetta sen de iyi misin.Her ikinizi de çok özlemişim…Kurtuldunuz sonunda…”Padişah vezir Hüseyin’ i dürterek;
“- Vez…vez…vezirim.Bu…bu…bu…iş..iş..iş..işte bir…birrr yanlışlık var.Bu av…av..avrat kızım Lucia diyerek Kas…kas..kasısımpatı Hatuna sarılıyor? ...” Donetta kocasına;
“- Yine Tikin artmış kocacığım.Akşama geçer merak etme.Bana cezerye alamadan geldin ya, ben sana yapacağımı bilirim! …hımmmm” Salvatore ve Nicci, Kim kimin karısı, kim kimin kocası iyice şaşırmıştı.Donetta ve Lucia olayları olduğu gibi anlattılar.Osmanlıları çok sevdiklerini ve İstanbul’ da kalmak istediklerini.Eğer isterlerse Saray’ da misafir olarak bir müddet kendilerinin de kalabileceklerini anlattılar.Padişah da olanlara kafasıyla olur işareti yapıyordu.Dışarıda müthiş bir gök gürültüsü ve sağnak başladı.Gemiye 50.000 sahte altın dolu küpler yerleştirildi.Salvatore ve Nicci bir müddet kalmaya karar verdiler ve Gemiden indiler.Gemi altınlarla birlikte yol almaya başladı.Donetta padişahın kulağına fısıldadı;
“- Hepsi sahte altın kocacım.Nasıl da kandırdım…”Padişah gülümsedi ve elini mucuk yaparak gemiye doğru sallamaya başladı.Tam bu esnada müthiş gök gürültüsü ardından bir yıldırım gemiye düştü.Gemi yanmaya başladı.Padişah eliyle mucuk sallarken düşen yıldırımın etkisini padişahın ütün gücü sanan halk, Padişahın önünde yere ellerini vurarak korkuyla saygı duruşunda bulundular.Akasya Sultan halka hitaben yüksek sesle;
“- II.Cezerye Seferimiz kutlu olsun…Zafer bizimdir biz kazandık…” diye haykırdı.
S O N
Yazan:Sedat ERDOĞDU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.