- 850 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
KUMDAKİ İNCİ
Genç kız arkasından gelen ayak sesini tanımıştı. Heyecandan ayakları basma şalvarının paçalarına dolaşıyordu.
‘Aman yarabbi, ya bir gören olsa, ne söylerim nasıl açıklarım ben şimdi.’ Diye düşünmekten kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başlamıştı.
Zeynep on beş yaşına henüz girmiş, uzun boylu, beyaz tenliydi. Sarı saçları bukle bukle omuzlarından aşağı, kadar uzamış, yürürken ahenkle dans ediyordu. Beli oldukça ince olmasına rağmen, göğüsleri iriydi. Göğüslerinin iriliği O’nu yaşından daha olgun gösteriyordu. Arkasından gelen gencin adımları sıklaşmıştı. Genç adamın yaklaşmasına bir iki adım kala genç kız ani bir kararla hemen yol değiştirmişti.
Hem korkmuş, hem de çok fazla heyecanlanmıştı. İki tarafı kavak ağaçlarıyla çit gibi çevrilmiş toprak ara yola girivermişti. Murat sevincinden neredeyse bir çığlık atacaktı. O’da hızla genç kıza yaklaşıp:
-Zeynep durur musun?
Genç kız olduğu yere yapışmış gibi kalakalmıştı. Gözleri yerde, avuçları terden ıslanmış, kalbi öyle bir çarpıyordu ki, bir an genç adamın kalbinin sesini duymasından korkup, utanmıştı. Hızla genç kızın önünde duran Murat, elini kıza doğru uzatıp.
-Al bunu Zeynep; senin için aldım. O an olanlar olmuştu…Elleri genç adamın eliyle kenetlenince, kuvvetli bir akıma kapılmış, aşırı heyecanlanmıştı. Ne yapması gerektiğini bilemeden, şaşırıp hızlıca elini geri çekmişti. Zeynep elini çekerken, parmağına takılan incinin ipi kopmuş, inciler kumun içine tek tek dökülmüştü. Genç kız arkasına bile bakmadan hızla uzaklaşmıştı oradan.
Murat yıkılmıştı. Öylece baktı; kuma dökülen incilere. Sonra derin düşünmüştü. Bu incileri alabilmek için, ne çok çalışmıştı çocuk haliyle…Evlerinin yakınında bulunan marangozda, sebze kasası çakıyordu. Bütün parasını babasına verir, babası sadece bir sigara parası, harçlık verirdi Murat’a. Murat sevdiğine inci almaya karar vermiş ve çok çalışmıştı. Gecenin geç saatlerine kadar çalışıp, her zamanki çaktığı kasaların iki katını çakmıştı. O paraları babasına vermeyip, kendine ayırmıştı. Sevdiği kıza inci almak için.
Murat esmer, uzun boylu, siyah dalgalı saçlı, siyah gözlüydü. Zeynep, bu gözlere aşık olmuştu. İlk kez bir düğünde göz göze gelmişler, gözleriyle birbirlerini sevdiklerini söylemişlerdi. O düğünden sonra, bir daha da hiç karşılaşmamışlardı. Karşılaşmamış olmaları sevgilerine engel değildi. Uzaktan da olsa, göz göze gelmişlerdi ya… İşte bu dünyalara bedeldi… Birbirlerini bekleyeceklerini yine gözleriyle söylemişlerdi.
Murat yere dökülen incilere öylece baka kalmıştı. Şimdi ne yapmalıydı? Şaşkındı. Kızın arkasından bakıp kalmıştı. Ne dur gitme diyebilmişti, ne de dökülen incileri toplayabilmişti.
Genç kız şaşkın ve kızarmış bir yüzle bahçe kapısından girince, babasıyla yüz yüze gelmişti. Babası çitin üzerinden Murat’la konuştuğunu görmüş, aşırı sinirlenmişti.
-O ne öyle ıssız sokaklarda, işin ne senin? Bakıyorum büyümüşsünde oğlanlarla fingirdiyorsun. Kenefff!
Deyip Zeynep’in yüzüne okkalı bir tokat indirmişti. Neye uğradığını şaşıran genç kız, biraz daha utanıp, kızarmış, bu işin burada kalmayacağını hissetmişti içinden. Hemen o akşam aile meclisi toplanıp, Zeynep’in acilen evlenmesine karar vermişlerdi.
-Kiminle? Diye sordu annesi, babasına.
-Kiminle olduğunun bir önemi yok, ilk gelen dünürcüye vereceğim! Böyle giderse, benim şapkamı önüme indirecek bu kancık!
Artık karar alınmıştı. Verilen kararı bozmaya kimsenin gücü yetmiyordu. Anne kız korkuyla beklemeye başlamışlardı.
Kısa zamanda beklenen dünürcü gelmişti. ‘Hiç araştırmaya lüzum yoktur, verdim gitti. Başını yere eğdirip namusunu kirletmektense, zülüm bile olsa evlilik yapılmalıydı.
Karar kısa zamanda verilmişti. Çalgılı çengili bir düğünle evlenmişti Zeynep. Yüzünü bile görmediği bir adamla…
Murat, çıldırmıştı. Yemiyor, içmiyor, sadece, kavga ediyordu her önüne gelenle. Artık çalışmıyor, babasına olur olmaz karşılık veriyor, her olaydan kavga çıkarıyordu.
Artık, yaşamanın bir önemi yok diye düşünüyordu içinden. Zeynepsiz bu dünyada yaşamaktansa, yaşamamak daha iyi diyordu kendi kendine.
Evliliği sıradan bir evlilik olan Zeynep, bir sabah bahçeyi süpürürken kapının önünde yolda toplanmış, dedikodu yapan kadınların sesleri gelmişti kulağına.
Kadınlardan biri:
-Duydunuz mu? Saraçların Murat dün kahvede kavga çıkarmış, delibaşların Hüseyin’e durduk yerde küfür etmiş, Hüseyin de kendini tutamayıp bıçaklamış Murat’ı. Hastaneye falan götürememişler. Oracıkta ölüvermiş zavallı.
Bu sesleri duyan genç kadın, beyninden vurulmuşa dönüp, ne yapacağını şaşırmıştı. İçinden inanmak istemiyordu. Aslında sabah verilen salâyı kendi de duymuştu.
Elindeki süpürgeyi bırakıp, amaçsızca bahçedeki kuyunun yanına gelmişti. Şaşkın şaşkın iki tarafına bakındıktan sonra, biraz soğuk su çekip yüzünü yıkamak istiyordu. Çok bunalmıştı. Kovayı kuyuya daldırınca, dalgalanan suyun içinde, elinde bir bağ inci tutan Murat’ı görmüştü.
-Zeynep al bunu sana aldım. diyordu kuyunun içinden Murat’ın sesi. Bir süre, sevdiği adamı ve incileri seyretmişti. Sonra birden sevdiğine kavuşmak, O’na sarılmak ihtiyacı duymuştu ta yüreğinin derinliklerinde. Ani bir kararla kuyuya atlayıvermişti.
-Geldim sevgilim; bu defa incileri koparmadan alacağım.
Akşam işten eve gelen kocası, bütün çağırmalarına rağmen kapıyı açmamıştı karısı. ‘Acaba evde yok mu?’ Düşüncesiyle yan komşuya sormuştu.
Komşu kadın:
-Nere gidecek oğlum, bugün hiç dışarı çıkmadı.
Bahçe duvarından tırmanan adam, bütün aramalara rağmen karısını bulamamıştı. İyice bunalmış, yorulmuştu. Elini yüzünü yıkamak isteyince, evde su olmadığını fark etmişti. ‘Bari biraz su çekip elimi yüzümü yıkayayım, o da neredeyse gelir’ Kovayı kuyuya sallarken, karısının basma şalvarı suyun içinde balon gibi şişmişti. Adam çığlık çığlığa bağırmaya başlamıştı. adamın yürek paralayan çığlığına, konu komşu toplanmıştı. İçlerinden biri hemen yorumunu yapmıştı. Herkesin her şey için hazır bir yorumu vardı nasıl olsa…
__ Vah vah, gebeydi zavallı, su çekeyim derken başı dönüp düşüvermiş kuyuya…
Emine uysal / 12/07/2009