- 1065 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KANLI ŞEKER DE AYVA AĞACI BAĞLIYMIŞ
(Yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesidir)
Ondan önce doğan kardeşleri öldüğü için adını yaşasın diye Yaşar koydular. Bahtı kara olacağı ta o zamanlardan belliydi. Güzel olduğundan küçüklüğünde çok nazara uğradığı için ağlamaktan sakat oldu ve bir kaç defa ameliyat geçirdi.
İlkokul, lise yılları da yatılı okumasına rağmen hayli rezil geçti. Baba ve anası çeşitli ayak oyunlarıyla üniversite okumasına izin vermediler. Kızlarına aynı muameleyi yapmış domuzdan farksız birisinin aynı şartlara maruz kalan kızıyla pazarlama usulüyle everdiler. Bereket versin Yaşar’ın kız kardeşi vardı onun hatırına everdiler değilse belki de ömür boyu bekârda kalabilirdi.
Otuz yıla yakın evlilikleri süresinde bir yıl bile mutlu günleri geçmedi. Yaşar babalığına, analığına ve büyük kayınına defalarca haber yolladığı halde muhatap bile olmadılar. Çünkü kızlarını veya kız kardeşini savunacak yüzleri yoktu. Sadece babalığı bir defasında “Erkeklik yapamadın” dedi. Doğruydu. Yaşar hep demokrasi uyguladı. Barbar ya da yalaka bir erkeklik yapsaydı belki de yaşadıklarını yaşamazdı. Kendileri oğlan-baba karşılıklı ana-avrat birbirlerine küfredip, iki saat sonra aynı sofrada yemek yiyebiliyorlardı. Yaşar bunu yapacak kişilikte biri değildi.
Babalığı tarafında hiç bir ailede erkek hâkimiyeti olmadığından Yaşar’ın eşi oğlanlarını da kendi safına çekince Yaşar’a hayat daha zor geliyordu. Yaşar’a iki taraftan da sahip çıkan yoktu. Bunu fırsat bilen eşi Yaşar’ı sıktıkça sıkıyor, hayatı burnundan getiriyordu.
Yaşar’ı iyi bilen ve durumdan faydalanmak isteyen kocası yüksek maaşlı, dört çocuklu, dört kışlığı ve bir yazlığı olan maddi yönden sıkıntısı olmayan fakat bir tutam sevgiye muhtaç, aynı yaşlarda Aliye bunlara çeşitli yollarla kancayı taktı. Yaşar onu manen seviyordu. Bir gün Yaşar’dan borç para istedi. Yaşar da Aliye’nin şartlarını kabul edip parayı verdi. Ancak vaat ettiği sürede göndermeyince Yaşar parayı istedi. Para başkasının banka hesabına yatırılarak geldi ama kırgınlık olduğu belliydi. Aliye Yaşar’a “Karın beni kıskanıyor” demeye başladı. Buna benzer daha başka sözlerde de bulundu. Yaşar evine geldiği zaman bilhassa eşi evde olmadığında ne yedireceğini, nasıl hizmet edeceğini bilemiyordu. Adeta solan gülleri açıyordu. Onunla devamlı sohbet etmek isteyen bir durumu vardı. Hâlbuki Yaşar 20 yıldır kazalar dışında namahreme bakmak değil değmiyordu bile. Yaşar olayların farkında bile değildi. Çünkü Yaşar kalbinin tasdik ettiği her şeyden bir gün hesaba çekileceğine inanıyordu. İspatsız bir şey düşünmek istemiyordu.
Yine Yaşar’ın iyi niyetinden yararlanmak isteyen Yaşar’la benzeri bir geçmişe sahip evli ve iki çocuklu Aysel’in de kendine kancayı taktığının farkında değildi. Garip diye bayanı üç dört yıldır mevsimlik işe getiriyordu. Yaşar yanlarından ayrılınca işçilerle eşi devamlı dedikodularını yapıyorlardı ama Yaşar yine hakkında dönen dolapların farkında değildi.
Ramazan bayramının üçüncü günüydü. İşe gelen art niyetli Aysel bütün işçilerle birlikte Yaşar ve eşine şeker dağıttı. Yaşar yarı şaka “Aysel bu şeker büyülü olmasında” diye söylendi ama pek şüphelenmediği için şekeri yinede yedi. Sanki başına gelecek kara günler kalbine doğmuş gibiydi.
Üç gün çalıştıktan sonra işe beş gün ara verdiler. Yaşar’la eşi boş durmamak için kendi hallerine çalışıyorlardı. Bir gün Yaşar’ın eşi durup dururken olay çıkardı. Ağzına geleni söyledi ve öğleden sonrada kovayı atıp “Benden buraya kadar” deyip anası evine gitti. Zaten babası yıllardır kızına “Gel git” diye destek veriyordu. Anası, babası ve kardeşlerinden destek alan Yaşar’ın eşi otuz yıldır evinde liderlik savaşındaydı. Çünkü başka bir sıkıntısı yoktu.
Akşam Yaşar üzgün olarak eve geldi ve işçilere telefon etti. Ertesi gün işçi için yemek yoktu ama hazır alırım diye düşündü. Sabah işçilerin köyüne gitti. Moralinin sıfırın altında olduğunu gören art niyetli Aysel ihanetinin meyve verdiğini gördüğü için neşeliydi, keyfinden dört köşeydi, ama Yaşar yine hiçbir şeyin farkında değildi.
Sabah saat on gibi eşi geldi. Üç günde kalan meyveleri de topladılar. İş bitince Yaşar okuyan küçük oğlunu ziyaret ve başka işleri için şehre gitti. Telefonuna baktığında art niyetli Aysel’in beş defa aradığını gördü. “Niye aradığını” sorduğunda art niyetli Aysel niyetini söyledi. Yaşar şok oldu. Kadın “Seni seviyorum daha anlamadın mı?” deyince Yaşar “Bende seni seviyorum ama kardeş niyetine, başka türlü olmaz çünkü ikimizde evliyiz ve ikişer çocuğumuz var” dedi. Önemli bir ihtiyacınız olmadığı sürece arama dedi ve telefonu kapattı. Ama karşısında laf anlayacak biri yoktu ki.
O günlerde Aysel’in eşi de sıra dışı bir kaza geçirdi. Aysel Yaşar’a bir türlü rahat vermiyordu. Yaptığı senaryonun uygulamasını adım adım yapıyordu. Karanlık işlerinin iç yüzünü mutlaka bir gün araştırmacı Yaşar gün yüzüne çıkarırdı ama o günlerde sanki Aysel’in fino köpeği gibi hareket etmek zorundaydı. Elinde olmadan istemeye istemeye Yaşar Aysel’in emrinde oynuyordu. Ona bir türlü hayır diyemiyordu. Aysel eline silah verse istediği tüm insanları öldürebilecek kadar ona bağlıydı. Ama ona yinede bir sevgi bağı yoktu. Günde belki beş defa telefon ediyor, en az beş defada mesaj çekiyordu. Yaşar telefona ya da mesaja cevap vermese kızıyordu, Yaşar’ı aşağılayıcı hakaretler edip kapatıyordu.
Bu sıralar Yaşar’ın hareketlerinde farklılık gören eşi de evdeki huzursuzluğu, Yaşar’a baskıyı Aysel’in ekmeğine yağ çalarcasına artırıyordu. Yaşar da iki arada bir derede kaldığından kendince bir çıkış yolu arıyordu. Bu sırada Aysel’inde plânı gizli gizli yürüyordu. Sadece huzur ve sevgiye hasret Yaşar’a “Senin için her şeyi yaparım” gibi sevgi sözleri veya göbeğine ekmek bıçağını dayayıp “ Beni bırakırsan seni öldürürüm, bu bıçak önünden girer arkandan çıkar” gibi tehditleri de yapıyordu.
Yaşar sonu görülmeyen bir çıkmaz sokakta olduğunu biliyordu ama ne yapmaya kalksa zihnine bir müdahale hissediyordu ve hemen karar değiştirip ters yönde gidiyordu. Aysel’in kumandasına göre düşünüyordu.
Aysel’in aşkını açıkça söylemesinden yaklaşık bir ay sonra “İlle de beni kaçıracaksın, ben eşimi ve
çocukları uyutur seni ararım” dedi. Yaşar o gece uyumadı. Tam gece yarısı Aysel “Tamam gel” dedi. Yaşar “Yanlış yapıyoruz, iyi düşündün mü?” dedi. Aysel ısrar edince Yaşar kumandaya basılmış televizyon gibi hemen gitti.
Çeşitli sıkıntılarla on yedi gün kaçak dolaştılar. Kapısını açanda oldu, yüzlerine bakmayanda. Aysel’in yakın çevresi aramaya başlamış ama evin penceresinden kaçtığını görünce Jandarma ve Savcılık pek olayın üzerine olmamıştı. Yaşar da aranmadıklarını biliyordu ama eşinin banka hesabını ve üzerindeki malları bağlattığını, kendi hakkında dava açtığını görünce şok oldu. Yaşar bir dostuna telefon edip bilgi aldı.
Aranmadıklarından emin olan Yaşar geri dönmeye karar verdi. Zaten Aysel’de “Bir haftada bizimkilerin öfkesi geçer” demişti. Ama ne olursa olsun Yaşar dönmekte kararlıydı.
Doğru evine gitti ve eşiyle anlaşmaya çalıştı. Ancak otuz yılda elli defa Yaşar’ı boşadığını söyleyen eşi tamamen canavarlaşmış durumdaydı. Kocası kıymete binmişti. Yaşar’ı karşısında görünce hemen polis çağırdı. Yaşar polisin kendilerine bir şey yapmayacağını bildiği için polislerle gitti. İfadesini verdi. Aysel “Gönüllü gittiğini” söyledi. Serbest kaldılar ve bir lokantaya gidip yemek yediler.
Otuz kusur senedir halini hatırını sormayan, çalıştırıp parasını vermeyen Aysel’in babası, kayını ve kardeşleri baskın yaptılar. Aysel kaçtı. Yaşar’ın rehin olduğunu gören yakınları bile kafasını çevirmeden geçiyorlardı. Aysel iki saatten fazla kaçtıktan sonra zorla yakaladılar.
Yaşar’ın cep telefonunu ve arabasını gasp eden Aysel’in yakınları hep beraber bilinmeyen bir yöne doğru gittiler. Yaşar’a her türlü küfrü yaptılar. Devletin makamlarına da hakaret ettiler. Aysel’e dargın olanlar, evinden eşyasını çalanlar bile sahip çıkıyordu. Yaşar’a her türlü tehdidi yaptılar. O sırada Yaşar’ın bir yakını Jandarma’ya haber vermiş. Telefon geldi. Yaşar’ı geri getirip polise teslim ettiler. Yaşar tekrar ifade verdi. Olayları takip eden sahtekâr bir avukatın pençesine düşen Yaşar gidip Jandarma’ya Aysel hakkında bilgi verdi. Zaten Aysel’in yakınları devlet kurumlarıyla içli dışlı olduğu için her türlü fırıldağı biliyorlardı.
Ne yazık ki Yaşar yediği bayram şekerinin etkisinden hala kurtulamamış sarhoş gibiydi. Geri giderse kendisini mutlaka öldüreceklerini ya da intihar edeceğini söyleyen Aysel’in yalan söylediğini Yaşar çok geç öğrendi. Ömründe sokak köpeğini incitmeyen, herkese iyilik yapan Yaşar’a bir elin parmakları kadar bile insan hal hatır sormuyordu. Hâlbuki Yaşar o ilçede yaşayan insanların yüzde doksanından daha iyi düşünecek kadar zeki biriydi. Ayakkabısını topuğunun seviyesine çıkmayacak insanlar hep onu suçluyordu. Sorgusuz sualsiz yargılıyorlardı. Önceleri diş geçiremeyenler fırsatı iyi değerlendiriyorlardı.
Yaşar’la daha öncede büyü yaptırarak uğraşanlar olduğundan bu konuda tecrübesi vardı. Bir yakınına belki elli defa sordu ama hep “Bir şey yok” cevabını aldı. Yaşar yaklaşık altı ay cehennem hayatı yaşadı. Bu cehennem hayatını o akrabası doğru söylese de bir hocaya yönlendirseydi belki yaşamayacaktı. Daha öncede felç olmasına sebep olan büyük oğlu evde dargındı. Yıllardır aynı sofraya oturmadığından Yaşar her gün ne bulursa kalan artık yemekleri yiyordu. Sıkıntılarını gece ve gündüz ibadet ederek, kitap okuyarak geçiren Yaşar bununda bir imtihan olduğuna inanıyor sabrediyordu. Bir yandan da yeni evini işletiyordu.
Manen sevip saygı duyduğu Aliye’ye yardımcı olmasını istedi. Ama Aliye hiçbir teklifi kabul etmeyip Yaşar’a sırt döndü. Hatta daha önce birbirlerine demedik hakaretleri koymayan Yaşar’ın eşiyle sıkı fıkı dost oldular. Yaşar’a bir çeşit, eşine bir çeşit konuşup ortayı tamamen kızıştırıyordu. İkisinde de ar haysiyet olmadığı ortaya çıktı. Çünkü Aliye’nin gizli hedefini başkası elde etmeye uğraşıyordu.
Yaşar bir gün tanıdığı biri için hoca ararken birde kendi durumumu sorayım diye düşündü. Randevu aldı ve gidip görüştü. Hocanın yaptığı her şey göz önündeydi. Okuduğu sadece Fatiha ve İhlâs sureleriydi. Hoca sadece verdiği safran otunun parasını alıyordu. Başka para istemiyor ne verirsen alıyordu. Yaşar ne istese verecekti. Çünkü Aliye evindeki huzuru sağlayacağım diye çok dua parası almıştı. Aksine hiçbir şey yapmamış, yapıyor görünmüş, Yaşar’ı kendine bağlayıp olayları alevlendirmişti. Yaşar’ın parasını alıp kendine âşık olduğu için büyü yaptığını gittiği hocadan öğrenenince şok geçirdi. Beyninden vurulmuşa döndü. “Nasıl olur ya” dedi. Tepesinden aşağı soğuk sular döküldü. Daha neler neler. Yaklaşık beş yıl önce cami wc si yüzünden dayısının dahi büyü yaptığını öğrendi.
Yaşar gittiği hocadan “Erkekliğinin bağlandığını, eşinin özel halinin bozulduğunu, bazı gecelerde cinlerin perisiyle ilişkiye girdiğini duyunca “Doğru, bu dediklerin oluyordu” dedi.
Daha acısı da eşiyle birlikte bayramda Aysel’in elinden yedikleri şekeri hayız kanına batırılmış büyülü şeker olduğunu öğrenince üzerinden Ağrı dağı kalktı gitti sanki. Bu Yaşar’ı daha fazla şok etti. Çünkü beklemiyordu. O şeker ki Yaşar’ı Aysel’e bağlamış, eşinden ve evinden uzaklaştırmış, çevresinin de ağzını bağlamıştı. Çünkü herkes Yaşar’ı suçluyordu. Hesap soran yoktu. Yaşar istese yıllardır Aysel’den bin kez güzel artist gibi kadınlarla çalışmış, çeşitli toplantılara katılmıştı. Hatta yirmi yıldır oturduğu binadan ne kadınlar gelip geçmişti ve halende vardı. Öğle bir niyeti olsa bunu bin kez yapacak fırsat bulurdu. Hoca üzerinden dört yüz üç cin çıkardığını söyledi. Anlattığı hadiselerin hepsi doğruydu. Pazarlık edip çok para alsa Yaşar inanmayacaktı ama öğle bir durumda yoktu. Zaten pahalı olan ot parasına bu kadar laf edilmezdi. Hocaya gönderenlerde güvenilir insanlardı.
Yaşar sevinçle evine döndü. Kırmızı görmüş boğa gibi yıllardır kendine saldıran eşi biraz usluydu. Anlayışla karşıladı. “Olabilir” dedi. Yaşar hocanın dediklerini harfiyen yaptı. Gelişmeler olumluydu.
Vahşi bakan en yakın çevresi bile selâm vermeye, arabalarına bindirmeye başladılar. Ama Yaşar Allah’a dua ediyordu. Kendisini ısırıp kaçan sivri sinek dahil herkesten mahşerde adaletiyle hesap sormasını istiyordu. Fırsat kollayanlar çok fena karalama kampanyası yapmışlardı. Yaşar’ın parlayan yıldızını karartmak için haset fesat takımı elinden geleni fazlasıyla yapmışlardı.
Yaşar’ın en çok ağırına gidende kendinden dua isteyip yıllardır teheccüt namazında dua ettiği, en zor günlerinde yanında olduğu kimselerin ona sırt dönmeleriydi. Yaşar da bir art niyet olsaydı yarım asırlık hayatında bazı böyle olaylar olması gerekiyordu. Yaşar’ın geçmişine kimse söz edemezdi. Zaten çevresinin hasetlenmesi de bundandı. Delikanlıca yıkamadıklarından işi hep kalleşliğe döküyorlardı. Aysel Yaşar’ı elde etmek için bir yıl içinde üç defa büyücü hocaya gittiğini Yaşar’ın gittiği hoca söyledi. Hâlbuki ekmek parasına muhtaç olduğunu söylüyordu. Aysel, Aliye ve dayısına dört namussuz büyücü daha eklenince Yaşar’ın çektiklerini varın siz düşünün.
Yaşar’a bu ihanetleri yapıp da en az yirmi milyar boşa harcama yaptıracaklarına açıkça söyleyip bu parayı haraç olarak alsalardı bu kadar üzülmezdi. Hele avukatının yaptığı adilik onu çok üzdü.
Yaşar kendini eleştiren topuğuna çıkamayacak insanlar kadar düşünemiyor muydu? Bin katını düşünürdü ama o bayram şekerinin ucunda köklü bir ayva ağacının bağlı olduğunu düşünebilseydi. İşte tek düşünemediği buydu. Ne çektiyse iyi niyetinden çekti. Ama bu onun için kader olmalıydı. Olaylar hep kendi iradesi dışında gelişti.
Bir elin parmakları kadar bile dostu olmadığını gören Yaşar bu yediği kazıklardan sonra akıllanır mı bilmem ama sanmam. Onda bu aşırı iyi niyet olduğu sürece akıllanmaz. Gönül dostu olduğunu söyleyen dernek arkadaşlarının bile ne kadar namussuz olduğunu görse de.
Dursun Yeşil – 2009 Eğirdir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.