- 1412 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT BANA BAĞIRMA...!
Yağmur var bugün kentte.Uzaklarda bir yerlerde can almakta insanlar.
Her yerde kan, her yerde savaş var. Bir çocuk ölüyor kimsesizliğin elinde. Kimin umurunda.Cebi dolu göbekli bir adam kitlenmiş metresine alacağı arabaya. Alımlı ve güzel kız bikinisi ile plajda show yapmakta. Takımlı bir bey meydanlarda yalanlar savurmakta. Belli ki gözü koltukta. Şık giyimli , takıların ve boyaların üzerinden aktığı kadınlar gül dünya savaşında.Kimisi açlığa çare arıyor takdire şayan kuş sütünün eksik olmadığı yemek davetlerinde. Hani şampanyaların su misali aktığı o yemekler.
Yağmur var bu kentte. Islanıyor topraklar. Nasıl severim yağmurlu havalarda toprak kokusunu. Genzimi yakıyor alımlı edasıyla. Park edilen arabalardan yürümeye yol bulamadığım bu kentte yokluk konuşuluyor, kriz konuşuluyor, savaş konuşuluyor, kimsesiz çocuklar konuşuluyor bir yerlerde. Yumruklarını sıkıp masaya vuruyor insanlar içlerinde sakladığı kimlikleriyle. Öyle güzel oynuyorlar ki rollerini; sanırsın birinin öfkesi yetecek dünyayı düzeltmeye, eyleme durmaya kalksa. Tam masaya vurulan yumrukların en hararetli anında çalıyor son model bir cep telefonu. Ve soruyor yumruğu boşalmamış adama bir ses:
“akşam ki davete gideceğiz değil mi canım. Sakın hayır deme. Berna’lar da orada olacak. Gitmezsek ne düşünürler. Bu arada alışverişe çıkacağım. Giyecek hiçbir şey bulamadım. Kartın bende. Öptüm.”
Yağmur var bu kentte. Islanıyor düşler. Düşler sırılsıklam. Ellerinde ıslak düşler, ağlıyor küçük bir çocuk. Tek düşü belki de bir bisiklet. Bir başka yerde uzaklara dalıyor masmavi bir çift boncuk göz. Bisiklet düşü ona öyle uzak ki. O düşlerin en aymazına düşüyor çektikçe tineri. Ve aklımdan geçiyor yolculuklar, terminaller, biletler. Kiminin elinde uçak, kiminin elinde opera, kiminin elinde düş biletleri.
Yağmur var bu kentte. Islanıyor güneş. Üşüyor bir yerlerde bir kadın. Elbiselerini delerek geçip içine işliyor yağmur damlaları. Kent ağlar, kadın ağlar. Gözlerinden inmekte yitirdikleri, duman altı her taraf,. Sanki Araf. Zeytin bakan kara gözler göklere yükselecek birazdan. Boğazında hayat olmuş kördüğüm. Yutkunmak ne mümkün.
Eğer hissedebiliyorsan boğazındaki düğümü, anla artık değerlerin öldüğünü. Barış Manço’nun dediği gibi;
“kimileri kahve kaynatsın, kimi hala dansöz oynatsın
leyleğin ömrü iki lak lak, değerler oldu tepetaklak.”
Yağmur var bu kentte. Bir de ben gibiler . Yazan, çizen ve bir boku beceremeyen. İçi yanan. her şeye isyan eden, mangalda kül bırakmaz yazarken. Kusar tüm öfkesini. Kelimeler isyanda. Onlar bile kaldıramaz içindeki küfürü. Ne kolay oturduğum yerden kafa tutmak. Biri çıkıp dese ki;
“kalk da bir boyunu görelim.”
Hemen sinecek yer ararım. Boyumdan büyüktür dediklerim.
Ve işte bir gün daha batıyor yağmurun koynunda. Bir başka hayat başlıyor kapanan kapı gıcırtılarının ardında. O hayatlara kafa tutmayı bıraktım bir başka zamana.
Kim ne derse desin.Yine de kafa tutacağım . HAYAT BANA BAĞIRMA…!
sevgi kaya.................................ekim2008
YORUMLAR
İçimdeki bütün Şahan’lar kokoreç diye bağırmasına rağmen hepsini entelektüel birikimimle yenip, opera binasından içeri daldığımda zafer kazanmış bir komutan gibiydim. Kendimi kandırırken, hiç de evrensel olamayan bu taşralı çocuğa ısrarla “Sanat Evrenseldir” sloganını tekrarlıyordum. Mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalan adamları anladım galiba…
İçeride başka bir dünya vardı sanki. Benim aklım yağmurda kalmıştı. yağmur da nasibini alıyordu sayemde bu ortamdan. Kalbur üstü insanlar dinlesin tıkırtılarını diye benim cebimde saklanarak, salona giriyordu. Ben ise insan resimleri biriktiriyordum içerden. Kürklü kadınlarla fraklı beyler hiç bir şey anlamasalar da anlaşılır bir yüz ifadesiyle diğer konukların elbiselerini süzüyorlardı. Mesela şu lobideki oğlan, şu sarışın kızın yanındaki gözlüklü, ısrarla sevgilisinin gözlerine tekrar aşık olmayı deniyordu. Oysa gözleri, yuvarlak küçük gözlük camlarından kurtulup sevgilisinin dekoltesinde aşkına ihanet ediyordu
Önlerinde oturan sonradan görme işadamı benim ustaca manevralarla savuşturduğum kokoreci yemiş olacak ki çaktırmadan karısından ağız spreyinin yerini soruyordu. Kadının ise gözleri faltaşı gibi açık, keman çalan kızın mavi tuvaletine takılmıştı. Kiloları yüzünden asla böyle bir elbise giyemeyecekti. Kadın bu düşünceleriyle yediği bütün mantı ve pastırmalara ihanet ediyordu. Yağmur ise yalnızca keman çalan mavi tuvaletli kadının askılarından süzülüp göğsünde bir çırpıntıya dönüşen notalarda asılı kalıyordu. Ben ise bu başka dünyayı ve tarihi binanın esrarlı atmosferini içime çekiyor , sanatçıların kostümlerindeki pırıltılı renklerin arasında kayboluyordum. Belki çatıda bir delik vardı ve militan bir yağmur damlası buradan kaçıp alnımdan süzülmeye çalışıyordu. Sonra seslere dalıp gittim. Işıklar tekrar yanıp ara verilinceye kadar…
Bunların Hepsi orada cidden oldu mu? Yoksa benim arsız beynim böyle mi algılamak ya da algılatmak istedi bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey ; Bizden olan, bizim olan yağmur o salonda yabancılaşıyordu. Deli ve dolu ve hoyrat ve ürpertici ve... yanlarını salona getirmiyordu. O zaman ben yağmura gitmeliydim.Oyunun yarısında çıktım oradan. Hayatın yarısından çıkar gibi..
Karşıdan karşıya geçmek için Karamürsel mağazasının önündeki lambalarda beklerken kolumu çekiştiren sırılsıklam olmuş roman çocuğu fark ettim. Kara gözleri kocamandı ve içi gülüyordu. Sırf gözlerime saldıran bu iki çift bakışın hatırına pörsük çiçekler aldım. Otobüs durağında ihtiyar amcanın eline verdim çiçekleri..Şapkasının tereğinden süzülen yağmur damlalarının arasından gülümsedi bana
“Evlat bunu verecek kimse kalmadı ki” dedi.
“Kendine ver amca” dedim.
Arkada duran kadın etkilenip amcaya ve bana uzunca bir şeyler anlattı..Ben yavaşça aralarından çıktığımda onlar hala konuşuyorlardı. Kim bilir belki çiçeği ona vermiştir. Otobüse binmekten vazgeçip Mithatpaşa’ya doğru yürüdüm. Bulduğum ilk aradan sahile yöneldim. Herkes arabalarına, otobüslere sığındı. Evlerine kaçtı o akşam…Şehrin ucuz cesaretli insanları, bozuk paraların ve ambalajların insanları, sivilcelerin insanları, otobüslerde dindar, kaldırımlarda demokrat insanları yağmurdan kaçtılar işte. Yağmurda yıkanarak güzelleşen İzmir’e , Bu esrarlı ve buğulu şehre bir kaç mısra düştü benden;
Ağlıyor kadın
Şehri omzuma yaslayıp
Altında kalanların vebalini
Benden soruyor
Demir yataklara soyunuyor kadın
Çeliğe su verir gibi sevişiyor
Tüm ölü doğan çocukları
Benden biliyor
Oysa bu şehirde
Yağmur benden sorulmaz
Gözlerim ona benziyorsa
Omuzlarımın suçu ne
Değerler öldü.
Katili uzakta değil ..
Yağmur yağsın, yağdıkça arınırız belki biraz da olsa!
Kendim için istediğimi senin ve başkası için istemiyorsam, benim içim kötü..Alnım secdede kalsa yıllarca ne yazar!
Dokunuşlarının devamını dilerim.. Şaire susmak yaraşmaz..
Saygım ve selamlarımı bıraktım..
Kutlarım.
Eğer hissedebiliyorsan boğazındaki düğümü, anla artık değerlerin öldüğünü. Barış Manço’nun dediği gibi;
“kimileri kahve kaynatsın, kimi hala dansöz oynatsın
leyleğin ömrü iki lak lak, değerler oldu tepetaklak.”
Çok anlamlıydı yazınız..Size katılmamak mümkün mü..?Kutlarım..sevgilerimle..
Hiç kimse görmedim, tanımadım,,,,,,
Yol kenarında bekleyen bir kadına yaklaşıp...
Haydi, "durma buralarda yazık gençliğine" al şu parayı, annene mi bakıyorsun, çocuğuna mı ?
Ne ihtiyacın varsa git hepsini al... diye uzatıp onu arabasına almadan giden !
Bahsettiğiniz son model telefonlarla, son model arabasıyla gezerken konuşan ama kırmızı ışıkta mendil satmak için ya da cam silip 3-5 kuruş kazanmak için yanaşan çocuğa,,,,,
hasss.... tir diyenler de cabası !
Halbuki birazcık da olsa toplumu düzeltmeye önce çocuklardan başlamamız lazım, onları sevindirerek, hayata kazandırarak... Üstelik pahalı da değil...
Sağol abi Allah razı olsun demesi için emeğinin karşılığı 50 krş. ya da 1 tl... hepsi bu... Hepsinden vazgeçtim... Bir tebessüm... dilinden hasss... tir düşürmek yerine sessiz bir tebessüm... parayla bile değil !
NELERİ YİTİRDİK ?
Güzel yazıydı... İnşallah o çocuklarımızın ve kadınlarımızın yazısı da güzel olur
Günün seçkisini almaya lâyık bir üslup...
SAYGIMLA