- 643 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
BATAKLIKTA BİR SERÇE - 4
Çocuğun tetremiz, kömür karası saçlarının arasında, fûtursuzca gezinen beyazlı morlu bit
leri gördüğünde göz pınarlarının patlayası geldi bir anda. Zor tuttu kendini İlhan Hanım..
Hemen çocuğu bırakıp derse verdi kendini. Yeniden dersle ilgili sorular sormaya başladı çocuklara. Bu defa gözlerine inanamadı: O çocuğun parmağı her soruda havaya kalkıyor
du. Öylesine kaldırmış olabilir mi diye düşündü içinden ve denemek için bir soru sordu. Ço
cuk ayağa kalkıp öyle bir cevap verdi ki soruya, yalnız öğretmen değil çocuklar da şaşırdı.
Birşeyler olmuştu çocuğa. Açılmıştı, akıllanmıştı sanki. Başka sorularda tekrar tekrar de
nedi ve tekrar tekrar şaşırdı, hayran kaldı.
Teneffüs zamanı yanına gidip saçlarını okşamak istedi. Birden bitler geldi aklına. Kendine de bulaşır korkusuyla bir an çekti ellerini. Sonra dayanamayıp daha bir sıkı okşadı çocuğun
saçlarını. Çocuk bir anda sıcak bir el hissetti başında. Bir şefkat, bir sevgi duydu yüreğin
de, hiç de alışık olmadığı. En son kim sevmişti onu böylesine ; hatırlayamadı. Annesi neden
böyle okşamamıştı saçlarını, neden bu sıcaklığı, şefkati hissettirememişti , düşündü ama
cevabını bilemedi bu soruların.
Teneffüse çıkmamasını, birlikte oturup konuışmak istediğini söyledi çocuğa öğretmen hanım. Sevindi çocuk ; yüzünü bir tatlı tebessüm aldı. Belki de ilk defa gördüğü ön dişleri
bir fareyi andırıyordu adeta. Tüm ön dişleri çürük ve simsiyahtı çocuğun. Yine içi burkuldu
öğretmenin.
Tüm çocuklar teneffüse çıktıktan sonra yanına oturdu çocuğun. Bitleri umurunda değildi.
Elini omuzuna attı, saçlarını okşadı yine. Çocuk bulutlarda hissetti kendini. O kadar mut
luydu işte.
- Anlat bakalım şimdi bana : Annen nerede senin, sağ mı, ayrılmışlar mı babanla ?
İndi bulutların arasından çocuk. Başını öne eğdi. Ağlayacak gibi oldu ama tuttu kendini.
- Ben daha bir buçuk yaşındayken ayrılmışlar. Tepeören’de oturuyorduk biz. Babam buraya gelip kahve kiralamış. Ben altı yaşıma vardığımda annemle birlikte Pendik’e taşın
dık. Sonra annem başkasıyla evlenmek için beni babamın yanına gönderdi. Bir de ablam var. Benden iki yaş büyük. Onu da göndermişti , sonra kocasını razı edip aldı ablamı.
Bu defa öğretmen duygulandı. Ağlamamak için mücadele etti göz yaşlarıyla. Güçlü biriydi
ve engel oldu akmalarına. Çocuğu üzmemesi gerektiğini düşünebilecek biriydi o.
Israrla karıştırıp saçlarını, bir de sıcacık öpücük kondurdu çocuğun dün gece kahvenin ortasındaki sandalyenin üzerinde yıkanan yanaklarına....Anne şefkati böyler bir şey olma
lıydı herhalde. Ne tatlı öpmüştü öğretmeni ! Yüreğinde bir ferahlık hissetti o an. Sanki yılla
rın boşiluğu birden doluvermişti yüreğinde..İyi ama böyle bir boşlukla o güne kadar nasıl ya
şayabilmişti ? Sevgi, şefkat gibi güzellikler olmadan, onların yüreklerdeki boşluğuyla nasıl yaşayabilirdi insan ?
- Ne biçim anneleik bu ? İnsan böyle tatlı çocuklarını nasıl bırakır ?
- Bilmiyorum ; bırakmış işte.....
- Peki ablan annenin yanında mı şimdi ? Görmeye gidiyormusun ?
Bu soru ona suçluluk duygusunu hatırlattı. Utandı kendinden ve öğretmeninden. Başını öne
eğdi bu kez, cevap verirken.
- Hayır öğretmenim..Ablamı evlâtlık verdi babam..İstanbul’da yaşlı bir kadının yanında....
Bir Kemal Amca vardı. Emekli albaymış galiba. Tuzla Jeep fabrikasında askeriye için üreti
len jeeplerin kontrolundan sorumluymuş. Sık sık bizim kahveye uğrar beni çok severdi. Bir
defasında bana oyuncak ambulans bile getirmişti. Kendi kendine bağırarak giderdi. Çok se
vinmiştim.
Meraklanmaya başladı öğretmen. Hem anlatmasını sevdi çocuğun hem de bir an önce ablasının nasıl ve neden evlâtlık verildiğini öğrenmek istiyordu.
- Sonra sonra, ne zaman evlâtlık verdiniz ablanı ?
Yine utandı çocuk. Yüzü kızardı yine utancından. Ama anlatmaktan vaz geçmedi.
- Bu Kemal amca, beni İstanbul’daki şehit eşi Sabiha Hanıma anlatmış, o da çok sevmiş, ille de evlâtlık almak istemiş. Gelip gidip babamdan ısrarla istedi beni : ’ Gel inat etme , verelim şu çocuğu, buralarda ziyan olmasın, okusun, adam olsun ’ diyordu, defalarca.
Fakat babam, bir türlü kıyamadı beni vermeye : ’ O benim oğlum, arkadaşım, can yoldaşım, her şeyim ’ diyordu. Fakat Kemal Amca’nın ısrarından vaz geçmeye hiç de niyeti yoktu. Onun ısrarlarından bunalan babam bir gün ; ’ Onu değil ama eğer isterseniz ablasını verebili
rim ’ deyiverdi. ’ Olsun , demiş Sabiha Hanım.
- Çok merak ettim ben bu işin sonunu be oğlum. Hadi durma anlat, anlat !
- O gün erkenden gelmişti Kemal amca. Babamla bir şeyler konuşup beni çağırdılar. Adeta
oynayacağım bir oyunu ezberlettiler bana. Yalan söylememi istediler. Kemal Bey’in kontro
lundan sorumlu olduğu jeeplerden birine bindirdiler beni. Doğruca annemin evine gittik.
Kapıyı çaldığımda ablam açtı. Sabah vaktiydi, okula hazırlanıyormuş. Canım ablam benim,
tombul yanakları vardı, henüz on yaşlarındaydı o zaman. Uzun simsiyah saçları vardı. Onları tarıyormuş o anda. Sevindi beni karşısında görünce. Sarıldı, kucakladı, kokladı uzun
uzun. Oysa annemin öyle sarıldığını, kokladığını hiç hatırlamıyorum. Yine aynısı oldu. ’ Kim
geldi Mukaddes ’ diye seslendi içeriden. ’ Fikret geldi anne, dedi ablam. Yanımıza gelip ’ Hoş geldin ’ dedi soğukça. Sarılmadı, okşamadı, sevmedi beni. Öpmek için uzandığım elini,
öylesine uzattı bana. ’ Babam çok hasta, ille de ablamı görmek istiyor ’ dedim. Allah’ım ,
ben böyle bir yalanı nasıl söyledim. Bir insanın, hem de kendi öz ablamım bütün hayatını etkileyecek, böyle bir yalanı nasıl söyledim o zaman ? Bu defa içeriden , kocası seslendi an
nemin. ’ Ne oluyor Fevziye ? Kimmiş gelen ? ’ Annem yanına gitti kocasının. Anlatmış, benim
söylediklerimi. İnanmamış adam. ’ Yalandır. Mukaddes’i alıp, vermeyecektir, gönderme ’,
demiş. Bayağı alışmış ablama adam, sevmiş, vermek istememiş. Fakat ablam, insan sevgisiy
le dolu, bambaşka biridir. ’ Gideceğim ’ diye tutturdu. Canım ablam, ne bilsin , kaderinin
o an öylesine değişeceğini ? ’ Babacığım hastaymış, ya ölürse, bir daha göremezsem, ne olur gönder anne, gideyim babacığıma ’ diye tekrar tekrar yalvarınca, göndermekten baş
ka çaresi kalmadı annemin. Ablam sevecen olduğu kadar da inatçıdır.
Devam etmeli..
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Fikret Bey,
Hayatınızı anlattığınız bölümleri yayınladıkça okuyorum.Bazen öğretmen hanımın elleri oluyorum...Annenizi anlamaya uğraşıyor mazeretler üretiyordum ki o minicik çocuğa tavrını okuduktan sonra kızmaya başladım.Babanızın annesiz büyümüş olması...Çaresizliğini anlaşılır kılıyor.Ablanız oldum bu bölümde de.Hiç tanımadığım birinin kapısı önünde öylece kalakaldım.Korktum biraz, biraz üşüdüm...
Ve suskun kalamadım affedin.Öylesine yeniden yaşarken yazıyorsunuz ki yaşatıyorsunuz.Evet bu gerçek hayat hikayesini siz kaleme almalısınız.
Yaşananlar ne kadar acı verse de yaşananlar değil, kaleme alınış biçimi güzeldi.
Gereksiz ayrıntıya girmeden, dupduru...
Saygımla.
Nazan Hanım ; bu benim gerçek hayatım, biliyorsunuz. iki arkadaşıma teklif etmiştim, yazmaları için. Benim yazmamın daha uygun olacağını söyleyip, yanıldılar. Ellidört yaşında bir adam, anılarını yazarken göz yaşlarına nasıl engel olabilir ? Ve, markette çalışırken, tezgâhta nasıl yazılır ? Yazmaya mecbur muyum ; evet mecburum. Hayata tutunabilmek adına.
nasıl da merak ediyorum bir bilseniz .bu evlatlık işi bari ablanız için iyi olmuşmu.
devam lütfen.
bazı imla hataları var.bugün ogünkü duygularınız yine canlanmış.heyecanlanmışsınız sanırım.
bazı öğretmenler vardır ki benim orta iki deki matematik öğretmenim öyle biriydi.kişinin hayatında dönüm noktası olur.sizin de öyle olmuş
ilgiyle bekliyorum yazılarınızı