SEVGİLİYE NİYAZ
Karmakarışık duygularımı dizginlemeye çalısırken, diğer yandan da, göz yaşlarımın beni esir almaması için çaba sarfediyorum.. Bütün mutluluk hormonlarımı tükettiğim bir gecenin içindeyim (!) yine, yeni, yeniden.. Ne kadar olumsuzluk teşkil eden kavramlar varsa; odamda bana eşlik ediyor. Fonda Ajda Pekkan’ın, teknolojik destek katılmadığı muhteşem sesi ile vals yapıyor duygularım.. İlk Zeki Müren’den dinlemiştim bu muazzam eseri. Kaç yaşındaydım acaba? 80’li yıllar oldugu kesin de. Simdi, onu da kafama takarım ben.. Neyseeee.. Gelelim sözün özüne..
Mihrabım diyerek sana yüz vurdum
Gönlümün dalında bir yuva kurdum
Yıllardan beridir yalvarıp durdum
Sevgilim demeyi öğretemedim
Gönlünde sevgime yer vermedin de
Yaban güllerini hep derledin de
Ellerin ismini ezberledin de
Bir benim adımı öğretemedim
Sonunda hicranı öğrettin bana
Ben sana sevmeyi öğretemedim.
Ne güzel sevmek; sevildiğini hissederek sevgi vermek ne güzel (!) Oysa şimdi; o güzelliği göremeyecek kadar kör/duygusuz bir insan gibi hissediyorum kendimi. Tek düşündüğüm ölüm..! Ölümün, nefes alışımız kadar bize yakın olduğunu düşünürken dahi, bunun sevgilinin kollarında gerçekleşmesini isteyecek kadar da yüzsüz bir sevgiye sahip olduğumuza kanaat getiriyorum. Sevgilinin kollarında can vermek ve "bu CAN TEK, son nefes seninle olsun" demek istiyoruz da içimizde yücelttiğimiz sevgimizi (yada öyle sandığımız-sevgilinin katı sözleri ile sevgimizi sorgular halde bulabiliyoruz kendimizi-), ne kadar sunabiliyoruz sevgiliye ?
Ayı postunu yerden yere vururmuş (!) misali, sevgiliye davranışlarımızı -sanırım; nasıl olsa beni seviyor,ne yaparsam yapayım kırılmaz düşüncesine hakim oluşumuzdan-sevgilerine olan güvence(!)mizden midir nedir (?) zaman zaman kabalaştırıyoruz davranışlarımızı. Kabalık derken; O’ndan uzak geçen her saniyeye dahi dayanamıyor ve niyaz ediyoruz sevgiliye. Farkına varmadan dozunu kaçırıyoruz ve o yakarışlar sitem gibi geliyor sevgiliye; belki de can yakıyor. İncinen yürek; sevdaya/sevgiliye dair ne varsa kasırgalara salıyor. AŞKtaki bu hiddeti sağlayan nedir? Ertesi gün söylediklerine üzülüp, yürek dağlatan bu duygu nasıl bir şey? Neden önüne geçilemiyor? Demek ki her aşk; saplantıyı da getiriyor beraberinde. En derinlerimizde yaşayan şizofren kişiliklerimizi ortaya çıkarıyor. Günün her saniyesinde sevgiliyi düşünüyorsun; uyku hak getire..! O’nun en beğendiğimiz halinden tutun da, O’na en yakışan giysiye, yüzündeki mimiklerine, gülüşüne, sesindeki tınıya, tarumar olan saçlarına kadar her şeyini düşünüyoruz.. İşte en acı zaman; düşüncelerimizin peşisıra gelip, beynimizi zorladığı an! Paylaşılan tüm güzelliklerin yerini, hırçınlık alıyor; akla hayale gelmeyen septik düşünceler, aşırı takıntılı durumlar baş gösteriyor ve en nihayetinde; depresif davranışlar..!
Kırıcı sözler...
Kaba tavırlar...
Anlayıştan yoksun bir insan modeli...
Böylelikle; bünyemizde bize can katan, serotonin, melatonin, endorfin gibi ne kadar mutluluk hormonu varsa; hepsine de bir kalemde çizik atıyoruz.. Artık doktorunuzun size verdiği ex, prozac gibi ilaçlardan ne kadar kullanırsanız kullanın; sevgili ile geçen zamandaki mutluluğu getirmiyor ve acizliğinizi hissettiriyor size.
............
Onca olan bitenin ardından; kişiler, gerçekten aşık olup olmadıklarına, sevip sevilmediklerine dair söyleşiye geçerek; kadının,hiç bir zaman elinden bırakmadığı "Evet, her zaman haklı olan benim" tavrı,erkeğin de bu tavra karşın inatçılığı seçmesi ile round başlatılıyor..! Sen misin, ben miyim (?) tartışmaların yeri, geçen 1-2 saatlik süreçten sonra -kadın kendisine oldukça ağır gelen sözlerin ardından- göz yaşları ile yüzünü yıkamaya başlıyor. Elinde değildir; roundu kazanan duygusallığı olmustur. Erkek ise; o masum yüzdeki acıya dayanamaz veee ikinci nakavt (!) ; kazanan yine duygusallık.. Sinirden gerilen yüz, anlayışlı hali ile yer değiştirir bir anda...
Tabii ki bu durum, birbirine karşı AŞKtan da üstün duygu olan SEVGİyi besleyen kişiler arasında geçerlidir. Hormanal bir tepkidir çünkü AŞK(!) ve doğru yönde eğitirsen, duygularını bir şölene dönüştürebilirsin. Hesapsızca sevmelisin. Sevecen,vermeyi bilen, O’nunla GÜLEN, O’nunla ağlayabilen, sevinçlerden çok hüzünleri paylaşıp, sorunlara çözüm getirebilen olmalısın.. Bünyende barındırdığın tüm kötü huylardan kendini uzak tutarak yoğunlaşmalısın ve SAHİP ÇIKMALISIN SEVGİNE.. Tıpkı ruhunun sevgiliden beklentisi gibi.. Ne kadar sunarsan güzel duygularını, o kadar yansımasını alırsın. Aynaya kaşlarını çatarak değil, tebessümle bakmak gibi..!
...............
Gerçek aşkı, gerçek sevgiyi tartışan iki insandan ziyade; AŞKINA SAHİP ÇIKAN,DEĞER VEREN,DEĞERE LAYIK OLAN ve MÜKEMMEL UYUMu yakalayan, BENleri BİZleştiren, BİZ oldukça YÜCELEŞEN iki yürek olabilmeliyiz. Hayal edilen aşka değil; VAROLAN AŞKa değer vermeliyiz. Hayaller sonsuzdur çünkü. Aşıkları çoğaltır ve hisleri tüketir; hayvani duygulara bırakır yerini (tabii kanımca). Kişilerde kusur bulmadan (ki;kendi eğrimizi görmeden, deveye boynun eğri (!) dediğimiz çok olmuştur), duygularımızı sıradanlaştırmadan ruhlarımızı besleyebilmeliyiz. İki insan arasında olabilecek en güzel hayalleri kurup; eleştirmeden, yargılamadan, kıstasa almadan sevmeliyiz. Her şeyin çok çabuk tüketildiği şu dünyada, en çabuk ve en kolay tükettiğimiz şey haline getirmemeliyiz bu yüce duyguyu..! Varolan egomuzu eğitmeliyiz bu defa. Ruhlarımız, verdiğimiz sevgi ile daha güzel beslenecek ve en yalın, en sevecen, en samimi, en mutluluk veren halini sunacaktır sevgiliye.. Üzmeyecek, üzülmeyecektir!
İhtiyaç duyduğumuz bir takım şeylerin karşılanması olarak değil, en çocuksu halimizle, en safiyane duygularımızla sevebilmeliyiz. Uçsuz bucaksız göklerde uçan kuşun özgürlüğü, evimizde beslediğimiz köpeğimizin bize olan sadakati, karnımıza kıramplar girercesine attığımız kahkahamız, annenin, kucağında çocuğuna göstermiş olduğu şefkati, yeni doğan bir bebeğin,ailesine verdiği sevinçle, gözlerde olusturduğu o mutluluk gibi en güzel duyguları hissettirerek sevgimizi sunabilmeliyiz sevgiliye.. Göz yaşları, birer MUTLULUK PINARI gibi çoğalmalı ve BERRAK suyu ile (ki; CAN SUYUMuz olmalıdır) mutluluk denizi oluşturmalı. Böylelikle; sonsuzluğa yelken açabilmeliyiz.
Söylediğimiz her iç titreten sözün, s i t e m değil de
SEVGİMİZ ADINA BİR NİYAZ olduğunu anlatabilmeliyiz sevgiliye.
07.07.2009
S a l ı
00:42
YORUMLAR
İhtiyaç duyduğumuz bir takım şeylerin karşılanması olarak değil,en çocuksu halimizle,en safiyane duygularımızla sevebilmeliyiz.Uçsuz bucaksız göklerde uçan kuşun özgürlüğü,evimizde beslediğimiz köpeğimizin bize olan sadakati,karnımıza kıramplar girercesine attığımız kahkahamız,annenin,kucağında çocuğuna göstermiş olduğu şefkati,yeni doğan bir bebeğin,ailesine verdiği sevinçle, gözlerde olusturduğu o mutluluk gibi en güzel duyguları hissettirerek sevgimizi sunabilmeliyiz sevgiliye..Göz yaşları,birer MUTLULUK PINARI gibi çoğalmalı ve BERRAK suyu ile (ki; CAN SUYUMuz olmalıdır) mutluluk denizi oluşturmalı,böylelikle,sonsuzluğa yelken açabilmeliyiz.
Diyoruz da uygulayamıyoruz.Biz uygulasak karşımızdaki uygulamıyor veya anlamıyor bizi..Ya da anlamak istemiyor.Hep bir eksiklik oluyor nedense..Ders alınabilecek bir yazıydı..Kutlarım.Sevgilerimle..