- 893 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FOÇA HİKAYELERİ 2 - ERGUN
FOÇA HİKAYELERİ 2 – ERGUN
Bir Cuma sabahı eşyalarımızı İstanbul Balmumcu’dan kamyona yükledik.
Ardından bizde arabayla İzmir’e yola çıktık.
On saatlik bir yolculuktan sonra Eski Foça’ya vardık.
Bismillah la yeni evimize girdik.
Eylül ayı olduğundan, yanımızda getirdiğimiz pike ve battaniyeler ile yaptığımız yer yatağında, o geceyi mum ışıklarıyla geçirdik.
Ertesi gün öğlen , saat bire doğru kamyon geldi.
Ma aile ve kamyon şöförünün de yardımıyla, eşyalarımızı bahçeye indirdik.
Büyük bir kısmını da iyi , kötü içeri yerleştirdik.
Saat üçe doğru Ergun geldi.
-Nüfus kağıdın yanında mı?
-Evet Ergun , hayrola?
-Ver bana , elektriğini bağlatacağım.
-Ergun bu gün cumartesi. Mecburen pazartesine kaldı.
Sen zahmet etme , pazartesi ben hallederim.
-Sana ne yahu?
Ver şu kafa kağıdını ve karışma.
Burası Foça.
Saat beşte elektrik bağlandı.
İnanamadım.
ERGUN
Ergun yüksek makine mühendisi.
Robert Kolejli.Amerika da master yapmış.
Türkiye’ye Amerikalı bir kızla evlenerek dönmüş.
İlk olarak İzmir Bornova’da eski bir İngiliz konağında oturmuşlar.
On beş odalı eski , asırlık bir konak.
Yalnız bir oda ve salonu kullanmışlar.
Ergun bir müddet Kızlar Ağası handa kendi başına koli arabaları imal etmiş.
Bu arada da sol hareketlere katılmış.
Üç beş ay yatmış , çıkmış.
Tariş olaylarına bulaşmış.
Tekrar takibata uğrayınca da , Fethiye’ye kaçmış.
Fethiyeli birinden , motorla yirmi dakika mesafedeki Şövalye adasında bir tarla satın almış ve derme çatma bir kulübe inşa edip, Amerikalı kızla adaya yerleşmiş.
Tek başına betondan bir tekne imal edip, borç harç kıçtan takma birde eski bir motor alıp , balıkçılığa başlamış.
Bir üç sene adada tek başlarına böyle idare etmişler.
Bu arada Brenda (Amerikalı karısı) , adada bir oğlan çocuk dünyaya getirmiş.
Ergun da bebeğin adını Nazım Hikmete ita fen Nazım koymuş.
Bir ay sonra Brenda’nın sütü kesilmiş.
Sürekli mama alacak durumları olmadığından, Brenda, Ergun’a İstanbul veya İzmir’e dönmeleri ve Ergun’un doğru dürüst bir işe girmesi için baskı yapmaya başlamış.
-Nazım aç kalıyor Ergun.
Bu kadar küçük bir bebeği, gereği gibi besleyemezsek ölüp gidecek.
Bende bu ıssız adada yalnız yaşamaktan bıktım.
Nazımdan ve köpeğimizden başka konuşacak kimse yok.
Hiç olmazsa Fethiye’ye taşınalım.
Brenda’nın bu yakarışlarına cevaben Ergun Fethiye’den bir inek satın alıp getirmiş.
Anladığım kadarıyla da ipler orada kopmuş.
Bir gece Brenda , Ergun uyurken Nazımı da aldığı gibi motorla Fethiye ye geçip ordan da İstanbul’a gitmiş.
Sahilde Ergun’un motorunu gören Fethiyeli balıkçı arkadaşları aradan üç gün geçince ve motorun hala orda olduğunu görünce , meraklanmışlar.
İçlerinden birisi , her halde bir iş için Marmaris’e gitmiştir demiş.
Aradan bir hafta geçince de adaya bakmaya gitmişler ve balıkçı takımları da motorda kaldığından Ergun’u aç bilaç bitkin bir vaziyette bulup kurtarmışlar.
Bütün bunları bana kayınpederim anlattı.
Ergun’ la Fethiye de bir cafe de tanışmış.
Epey de içkili ve üzgün olan Ergun babama içini dökmüş.
O tarihlerde bende askerliğimi bitirmiş ve Ankara da iş bulamadığımdan İstanbul’a taşınmıştım.
Koç Gurubunun forklift ve araba satan bir şirketinde satış müdürü olarak iş bulmuş ve günde 15 saate yakın çalışmaktaydım.
Çalıştığım şirkette kıçıma yer edinebilmek için pazarları dahil full mesai çalışıyorum.
Vehbi Bey’in , şirketin olduğu binanın en üst katında özel bir dairesi varmış.
Ben yeni işe başladığımdan bu durumdan haberim yok.
Neyse ,
Bir Pazar günü , genel müdürün istediği bir raporu yetiştirmeye çalışırken kapı çalındı.
Masam giriş katında , vitrinde sıralı forklift lerin tam arkasında olduğundan dışarıyı ve gelen gideni rahatlıkla görebiliyorum.
Baktım , iyi giyimli yaşlıca , kelli felli bir Bey kapıyı çalan.
Kalktım , kapıyı açtım.
-Buyurun efendim.
Nasıl yardımcı olabilirim?
-Makineler hakkında bilgi isteyecektim lütfen.
-Buyurun efendim. Emrinize amadeyim.
Bir yandan da için , için seviniyorum.
Her halde bir fabrikatör.
Şansıma bak.
Beklide, pazar günü bir makine satarım.
Beyefendi , bir saate yakın tek , tek bütün forkliftleri inceledi ve en ufak detayına kadar da bilgi istedi.
Baktım ki pek forklift filan alacağı yok.
Raporumu da daha tamamlayamamıştım.
Birden canım sıkıldı.
Gene eve geç gideceğim gene karım dır,dır edecekti.
Beyefendiye döndüm.
-Bak baba. Bir saattir sana her türlü izahatı verdim.
Beğendiğin bir model var ise bu gün anlaşma yapalım.
Pazartesi , istediğin yere teslim ederim.
Ne olur , beni daha fazla meşgul etme.
Pazartesine bir rapor yetiştirmem lazım.
Daha da bitiremedim.
Yetiştiremez isem , vallahi Vehbi baba anamı beller.
Adam,
-Haklısınız , sizi de fazla meşgul ettim.
İlginize ve sabrınıza teşekkür ederim.
Dedi , ve kapıdan çıktı.
Ardından bizi bir süredir izlemekte olan şirketin Bekçisi yanıma geldi.
-Ağbi , ne yaptın sen?
Konuştuğun Vehbi bey idi. Küfürden nefret eder.
Yarın garanti sana yol verirler.
Ertesi gün raporumu genel müdüre teslim etmek üzere odasına gittim.
-Gel Attila .
Otur.
Pazar günü Vehbi Bey gelmiş.
Bana olan biteni anlat bakalım.
Olduğu gibi olayı anlattım.
Bir yandan da , hapı yuttum. Nerede iş bulabilirim diye düşünüyorum.
Genel müdür;
-Vehbi Bey’e anamı beller dedin ha?
Hayret bir şey.
-Çıkışımı bu gün mü alayım , yarın mı?
-Nereden çıkardın şimdi bunu?
Sende şeytan tüyü mü vardır nedir?
Vehbi Bey çok memnun kalmış.
Biraz ağzı bozuk ama işine tam vakıf kıymetli, bir eleman.
Kerataya küfürde yakışıyor hani.
Onu kollayın ve kırmayın demiş.
İş adamlığı budur işte.
Bu durum bana büyük bir şevk verdi.
Bu olaydan sonrada eşşekler gibi çalışmaya devam ettim.
Vehbi Bey de arada sırada pazarları geldikçe , ben gene Makinaları anlattım.
O da bana nasihatler etti.
Büyük dersler aldığım sohbetler yaptık.
Allah gani , gani rahmet eylesin.
Bir sene sonra bu kadar ağır bir tempoda çalışmaktan , kafayı yedim.
Bir ilk bahar sabahı Teşvikiye deki evimizden işe gitmek üzere saat sekizde çıktım.
Apartman kapısından çıkınca , kaldırımda zınk diye kalakaldım.
Birden, bütün beynim boşaldı ve Dünya durdu.
Kimdim?
Niye buradaydım?
Nereye gidiyordum ?
İçimden avaz ,avaz bağırarak yokuş aşağı denize doğru delicesine koşmak geldi.
Kendimi zor zapt ediyorum.
Bir yandan da kendi kendime söyleniyorum.
Manyak mısın sen be ?
Kendine gel.
Delirdi diye seni yakalarlar ve soluğu Bakırköy’de alırsın.
Her halde sinir krizi geçiriyorum.
O tarihlerde tek bildiğim sinir ilacı Diazem.
Bir ilerdeki sokakta Eczane var.
Az ilerisinde de annem oturuyor.
Eczanenin önüne kadar yavaş , yavaş yürüdüm.
Bir yandan da kendi kendime sürekli söyleniyorum.
Dayan geçecek , geçecek , geçecek.
Eczaneden Diazem’i alıp annene gidersin.
İki tane yutup yatar uyursun.
Eczanenin önüne geldim ve gene çakıldım kaldım.
Kafamda sürekli şu olay dönüp duruyor.
Şimdi içeri gireceğim.
Eczacıya bana iki miligramlık Diazem ver diyeceğim.
O ilacı getirecek.
Şu kadar lira diyecek.
Ben parayı çıkaracağım.
O alacak.
Yazar kasayı açacak.
Fişi kesecek.
Paranın üstünü verecek.
Eczaneden çıkacağım.
Bütün bu olay, yavaş çekim film gibi gözlerimin önünden kayıp gidiyor.
İmkanı yok.
Çok büyük iş.
Bütün bunları ben yapamam dedim.
En az dört kere Eczanenin önüne gittim , geldim.
En nihayet bütün cesaretimi toplayarak , cebimden 50 lira çıkarıp , Eczaneye girdim.
-Diazem.
İki miligram.
Parayı da hemen tezgahın üzerine koydum.
Eczacı ilacı getirdi.
Elinden kaptığım gibi koşa, koşa Eczaneden kaçtım.
Arkamdan tezgahtar bağırıyor.
-Beyefendi ! Paranın üstünü , fişinizi almadınız.
-Senin olsun be. İstemiyorum.
Annemin kapısını yumrukluyorum.
-Anne! Çabuk aç.
Hastayım.
Annem suratımı görünce ağlamaya başladı.
-Ne oldu?
Yoksa araba mı çarptı?
Elim , ayağım ,her yanım zıngır , zıngır titriyor.
-Hayır ,kötüyüm
Sinir krizi geçiriyorum her halde.
Bana acele bir bardak su ver.
Üç tane Diazem’i ard , arda içtim.
Kanepeye uzandım.
Yavaş , yavaş titremelerim azalıyor.
Beş dakika sonrada sızıp kalmışım.
Ertesi sabah saat on birde uyandım.
On üç saat deliksiz uyumuşum.
Ben sızınca , annem Günseli’yi (eşimi) aramış.
O da doktor olan dayımı arayarak iyi bir sinir doktoru sormuş.
Neyse, o akşam üstü, doktora gittik.
Geçirdiğim krizi anlattım.
Tansiyonuma bakıp, kalbimi de dinledikten sonra , küçük bir fenerle uzun bir süre gözlerimi muayene etti.
-Baş ağrısı oluyor mu?
-Devre , devre . Ama sık değil.
-Baş dönmesi , gözlerde bulanıklık , çift görme gibi rahatsızlıklarınız var mı ?
-Baş dönmesi ara sıra oluyor , ama diğerleri yok.
-Hımmm. Beyin elektrosu çekmem lazım.
-Hayrola niye?
-Açık konuşacağım. Gözlerinizin papilalarında kayma var.
Beyin tümöründen şüpheleniyorum.
İnşallah yoktur.
Günseli ağlamaya başladı.
Başka bir odada kafamın her yerine kablolar bağlandı.
Küçük bir sehpanın üzerinde de bir cihaz grafikler çiziyor kağıda.
On beş dakikaya yakın bir zaman ,öylece çektiler.
-Lütfen gözlerinizi kapayın ve ben söyleyene kadarda açmayın.
Hatta uyuyabilirsinizde.
Bir saate yakın çekim sürdü.
Bir o kadarda endişeyle neticeyi bekledik.
En nihayet doktor odasına çağırdı.
-Allah’a şükür tümöre rastlamadık.
Her halde papilalarınız doğuştan kayık.
Oh be dedim içimden. Günseli katıla , katıla gülmeye başladı.
-Yalnız önemli bir şey var.
Gözleriniz kapalıyken bile beyniniz sürekli çalışıyor.Dinlenmeye geçmiyor.
Ağır bir sürmenaj geçiriyorsunuz.
Size gerekli ilaçları yazıyorum.
Ancak bunların etkili olması için derhal ortam değiştirin.
-Peki ne demek bu.
-Yep yeni bir yerde tatile çıkın. İş düşünmeyin. Gazete bile okumayın.
-En az on beş gün beyninizi dinlendirin. Bol, bol uyuyun.
- Doktor bey. İşten izin alabilmem için bana rapor yazar mısınız?
-Tabii ki
Ertesi gün bir ay ücretsiz izin aldık.
Ben Ankara’ya gidelim dedim.
Günseli;
Ankara değişik bir yer değil ki. Akrabalar , arkadaşlar.
Dinlenemezsin.
O gece saat 3 gibi uyandım.
Niye bu durumlara düştüm diye kendi kendimi yiğiyorum.
İyice uykum kaçtı.
Kitap okuyayım bari dedim.
Hikaye ye dalar , kendimi unuturum.
Kütüphanemden daha önce okumadığım bir kitap seçtim.
Mavi Sürgün. Cevat Şakir.
Geçen ay Beyoğlu’ndan almıştım.
Kitabı sabaha kadar nefessiz okudum.
Sabah çay içerken Günseli ye;
-Tamam , gideceğimiz yeri buldum.
-Neresi?
-Bodrum.
-İlk defa duyuyorum. Orası neresi?
-Ege kıyıların da bir kasaba. Mavi Sürgün isimli bir kitap okudum dün gece.
Yazarı Cevat Şakir ,oraya sürgüne gönderilmiş.
Bu kitapta da ,orada geçen sürgün günlerini anlatmış.
İşin ilginçliği , sürgünü bitince de Bodrumu o kadar sevmiş ki , oraya yerleşmiş.
Ertesi gün ,apar topar toparlandık ve 16 saatlik bir yolculuktan sonra Bodrum’a vardık.
Enfes bir 15 gün geçirdim.
Doktorun tavsiyesine uyarak gazete bile okumadım.
Uyudum , yemek yedim , uyudum , sahilde ve kalede gezdim.
Denize girdim , balık tuttum.
12 inci gün, şirketi aradım telefonla.
İşlerin durumunu öğrendim.
14 üncü gün, İzmir’e kayınpederime gittik.
Babama , Bodrumun bir cennet olduğunu ve İstanbul’a dönünce , bir an evvel bir çaresine bakıp Bodruma yerleşmek istediğimi söyledim.
Babam,
-Çok büyük bir adım atmak istiyorsun.
İyi düşün , taşın.
Ve o zaman bana Ergun’u anlattı.
Nasıl Fethiye’de ıssız bir adaya yerleştiğini , Brenda’yı , Nazım’ı ve neticeyi.
İşte , gıyabında Ergun’u böyle tanıdım.
İstanbul’da işe başladığımın haftasına Genel Müdür beni çağırttı.
-Bir Fransız firması ile anlaşma yaptık.
Yarı montaj yarı yerli İstanbul’da forklift imalatına başlıyoruz.
-Hayırlı olsun.
-Fabrika için alınacak elemanların ön görüşmesini sen yapacaksın.
Yeterli bulduklarını Holding’e gönderirsin.
-Tamam efendim.
Zannederim bu konuşmadan üç dört gün sonraydı.
Akşam 7 gibi Personel Müdürlüğünden telefon geldi.
-Size, forklift konusunda, imalat deneyimli bir mühendis gönderiyoruz.
Ön mülakat yapıp lütfen neticeyi bize bildirin.
Saç sakal birbirine karışmış 30-35 yaşlarında spor giyimli biri geldi.
-Hoş geldiniz.
Hemen konuya gireyim.
Nereden mezunsunuz?
-Üniversite Robert Kolej. Master MİT Amerika.
-Peki , forklift imalatı ile deneyiminiz nereden ?
-Üç sene kadar Anadolu Lift markasıyla Manisa’da ilk Türk forkliftini imal eden bir fabrikada, imalat müdürlüğü yaptım.
Bazı şahsi nedenlerden dolayı İstanbul’a taşınmam icap etti.
Onun için işten ayrıldım.
Onun için İstanbul’da iş arıyorum.
-Peki , Anadolu Lift’ten evvel ?
-Balıkçılık yaptım.
Şaşırdım . Yahu , ne eksantrik bir adam diye düşündüm içimden.
-Peki , nerede balıkçılık yaptınız , İstanbul damı ?
-Hayır, Fethiye’de.
Birden kafamda şimşekler çaktı.
-Adınız Ergun değimli ?
Şaşırma sırası ondaydı.
Hayretle yüzüme baktı.
-Tanışıyor muyduk ?
-Hayır, ama ,seni biliyorum.
Kalk , çiçek pasajına gidiyoruz.
O akşam , geç saatlere kadar pasajda Ergun la içtik.
Nazım’ıda alıp kaçan Brenda’nın uzun araştırmalardan sonra izini İstanbul’da bulduğunu , Nazımın şimdi dört yaşında olduğunu ve önümüzdeki ay boşanma davaları olduğunu anlattı.
Oğlunu özlediğini ve görebilmek için İstanbul’a yerleşmek istediğini anlattı.
Ergun , bizim fabrikada işe girmedi.
Topkapı’da bir buz dolabı fabrikasına Genel Müdür oldu.
Pasaj akşamından sonra da , içtiğimiz su ayrı gitmedi.
Cuma akşamları Nazımı Brenda‘nın evinden ben aldım.
Hafta sonları benim çocuklarımla oynadı.
Boşandıktan 2 sene sonra Ergun karımın bir arkadaşıyla evlendi.
Beş sene sürekli görüştük.
80 li yıllardaki ekonomik krizde Ergun’un fabrikası kapanınca , izini kaybettim.
Ben de hem ev, hem iş değiştirdiğimden Ergun da beni bulamamış.
Ergun’u tekrar Foça’ya taşınmadan bir sene evvel buldum.
Maydanoz Arifle anlaşmayı imzaladıktan bir sene sonra hem evin inşaatını görmek ve hem de 3-4 gün tatil yapmak için Foça’ya geldik.
Foça’da gün batımı rengarenk ve inanılmaz güzeldir.
Sahilde oturup biramı yudumlarken , gün batımını izlemek istedim.
Deniz kenarında gezerken Gemici Cafe’yi gördüm
Ahşap masalar , tertemiz kırmızı örtüler , küçük vazolar içinde kırmızı güller ve her masada kırmızı seramik şamdanlar içinde kırmızı mumlar.
Hoşuma gitti.
Denize yakın masalardan birine oturdum.
Kızıllıklar içinde batmak da olan Foça güneşine daldım gittim.
-Buyurun. Ne arzu ederdiniz?
-Bira ve çerez lütfen.
Başımı kaldırım ve Ergun la göz göze geldik.
Sarıldık , öpüştük , bir birimizin sırtını sıvazladık.
Fabrika kapanınca, birkaç sene Aliağa Gemi Söküm’de çalıştığını , emekli olunca , ikramiyesi ile Foça’da bir ev alıp buraya yerleştiğini , geçen ay Gemici Cafe’yi açtığını, Brenda’nın Nazımı Amerika’ya kaçırdığını ve uzun bir müddettir izlerini kayıp ettiğini anlattı.
Bende Koç’tan ayrıldıktan sonra Levent’te Sanayi Mahallesinde küçük bir imalathane açtığımı , ilk başlarda çok yoksulluk çektiğimi , sonraları işin tuttuğunu ve orta çapta bir fabrikaya dönüştüğünü , ancak bu kadar çok çalışma neticesi birkaç sefer kalp krizi geçirdiğimi ve işi büyük oğlum Kaan ve kayınbiraderim Cahit’e bırakarak Foça’da ev aldığımı ve buraya yerleşeceğimi anlattım.
Sevinçten havalara uçtu.
Taşınmadan bir gün önce haber vermemi ve inşaata devre ,devre kontrola gideceğini
Söyledi.
Ertesi gün İstanbul’a hareket ettik.
Atila Bozoglu – Eski Foça
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.