Ayrılığın Darağacında Hançerlendi Aşk
Yargısız bir infaza hüküm giydi aşk ve hükmünü yitirdi; ayrılığın darağacında idama mahkum oldu.
"Rüzgarlar, ağaçlar, gökyüzü ve yeryüzü ve şu umman, yıldızlar, şu asuman; hep var oldukça ve ben, burada oldukça, sen de olacaksın. Bedeli bu muydu sevmenin? Korkulara yenilir miydi savaşçı yürekler? Bunların hiçbirinin cevabını bilmiyorum şu an. Üzgünüm. Hoşça kal!"
Kalabalık yalnızlıklarla doluydu ayrılığın darağacına giden yol. Kalanlar vardı o kısacık yolda, düşenler; gücünü tüketerek dar zamanın öksesinde. Yitirmişlerdi yeni bir yaşama merhaba deme şansını; saramamışlardı yaralarını ve kanamışlardı oluk oluk. Yürüyenler vardı; koşanlar, arada bir durup arkasına bakanlar, umutlananlar, soluklananlar, ayakları geri geri gidenler. Korkaklar da vardı, cesurlar da. Kalabalıktı alabildiğine ayrılığın darağacına giden yol ve ben de o kalabalıkların içindeydim artık.
Arkamdan yükseliyordu yargıcımın sesi;
"Her gün biraz daha derinden hissediyorum yokluğunu." Ben yokluğunun en içindeydim oysa hep. "Uzaklaşıyorsun benden." Evet uzaklaşıyordum; uzaklaştırılmıştım çünkü. Ayaklarına prangaları vurarak ayrılığın darağacına yollamıştın aşkı. "Gökyüzü var oldukça, sen var oldukça değil. Yok oluyorum git gide, biliyorum. Hak ediyor muyum? Belki."
Verilmişti hükmü aşkın; geri dönüşsüzdü. Geri dönüşsüzdü darağacına giden yolculuğum; durup geriye bakmak anlamsızdı. Korkuyordum evet; kendime değildi korkum; güçlüydün biliyordum ama yine de yalnızlanmandan korkuyordum. Dönüşsüz yolculukların başladığı yerdeydim. Sen, gitmeliydin artık ve vazgeçmeliydin durup durup arkana bakmaktan.
"Gitmekten korkuyorum" diyordu yargıcım; "çünkü gitmenden korkuyorum." Ben, ölüyordum sen korkuyordun. Korkuyordum korku duymandan. "Korktuğum zaman ellerimi bir an bırakacağın hissinden de korkuyorum."
Ölüler nasıl tutabilirdi ki? Henüz bilmiyordum.
Çığlıklarımı susturamıyordum. Nasıl adaletsiz bir korkuydu o ve nasıl bir infazdı ki tüm korkuları içinde barındırıyordu. Adaletsiz, asaletsiz korkular. Yargıcına teselli veren mahkum gibi hissediyordum kendimi. Çaresizliğin ve saygısızlığın öfkeleri çöreklenmişti içime. Bir an sorunuydu artık bizim için son. Her şeye hazır olmalıydık. Susmalıydık. Yaklaşıyorduk son’a. Metanetin en gerekli olduğu anları yaşıyorduk ama o da, darağacına yaklaştıkça uzaklaşıyordu benden. Teselli arıyordu yüreğim; çaresizdi, geri dönüşsüzdü yolları.
"Nasıl izbe bir gecede bıraktın beni, nasıl izbe bir yerde tek başıma? Yolun sağı solu uçurum. Sesin yok, elin, gözlerin yok... Ne leylim bir gece. Uykular rakkase!"
"Her yıl bu zamanlar kanayacak yüreğim. Nasıl bir yer bu gittiğimiz, kör kuyu?"
Gelmişti vakit. Susmalıydık; susturamıyordum seni, yüreğimi susturamıyordum. Yaklaşırken darağacına ben, hiç olmadığı kadar titriyordun. Güçlü olmalı ve gitmeliydin hemen. Kasırgalara dayanaksızdın çünkü. Ben ise kasırganın kendisiydim artık ve meydan okuyordum uçurumlara. Tüm heybetiyle karşımdaydı son.
"Sen de mi gidecektin uğrunda ölümlere gidip geldiğim. Sen de mi hançer vuracaktın ayrılık yollarında? Bir sana susamıştım çöllerde bil ki; bir sendin susadığım. Olmasa da varlığın şimdi canım; yokluğunu varlığın sayarım…"
"Suçlama beni, bırakıp gidiyorum diye seni. Bağrımı yakan bir yaradır bu ayrılık şimdi. Belki kanımdadır sevişmelerin yangını, öylece girerken günlerin bağrına. Taşıyorum sımsıcak gülüşünü. Suçlama beni. Ben var oldukça, sen de bende olacaksın. Unutmak kolay mı sanıyorsun? Hiçbir şeyi unutmama özelliğimi bir tek sende sevdim. Suçlamıyorum, bırakıp gidiyorsun; biliyorum senin de yüreğini yakan bir yara bu ayrılık."
"Artık ışıklar sönmeli, kapanmalı kapılar, durulmalı sular. Artık son kez gelmeli ve gitmeliyiz ikimiz de. Yolundan çekilmeliyim. Ve benimle anılmamalısın."
Boğuluyordun, biliyordum. Kendi med cezirlerinden yorulmuştun. Korkularının esiriydin. Bir savaşçı değildin. Aşamadığın engellerin ardında yitip gidiyordun. Korkak mıydın? Belki! Ama bir vurgundu bu; yürek vurguncusuydun. Gidiyordun yiterek korkularının kuytusuna. Ve bilmiyordun, yakışmadığını savaşıma. Bir yıkımdı yaşanan evet. Gitmeliydin artık.
Ve tırmandım darağacının merdivenlerinden. Ayaklarım hayır, geri kaçmadı hiç. Eğmeden başımı iskemlenin üzerine çıktım. Ve gamsız kementle burun buruna geldim. Gözlerimin önündeydi işte ve anlamlı anlamlı sallanıyordu. Benden öncekilerin izleri görülüyordu garip bir şekilde; çığlıklarını da duyabiliyordum.
Çığlık çığlığaydı yargıcım da;
"Gittin. Bilmiyorum nerdesin? Belki de yüreğinin bir köşesindeyim, yaşamındayım senin ama şu terkedilmişlik duygusu gelip çöreklendi yüreğime, yapıştı; bırakıp gitmiyor. Bencil miyim? Belki."
Belki’siz bir bencillikti seninki evet. İzbesindeydim gecenin ve darağacının üzerindeydim; sınırındaydım varlıkla yokluğun. Terk eden sendin ellerimizi, terkedilmişliğimi çalan da sendin. Gasptı yaptığın tam da ve çöreklendirmiştin yüreğine terkedilmişliği.
Ben ise, henüz gitmemiştim, darağacındaydım. Nasıl izbe bir gecede nerelere yuvarlamıştın beni ki, görmüyor ve bilmiyordun; dahası duymuyordun da.
Az sonra boynuma geçeceğini düşündüğüm kementle burun buruna idim. Ve habersizdim; ihanetin kementi usulca boynuma geçmişti; fark etmemiş, hissetmemiştim. Bir ılıklık yayıldı önce yüreğime. İçimi titreten bir ılıklıktı bu. Farklı benden olmayan, bünyemin dışladığı. Neler oluyordu, bilmiyordum o an.
Savunmasızdım ve iskemlemi aniden tekmeleyişin oldu gidişin. O an anladım ki sen hançerlemiştin de beni; aldatmıştın. Ayrılığın darağacında hançerlemiştin aşkı. Ve ben bunu anladığımda kendimi o aşağılık kementte sallanıyor buldum. Son sözsüz, özsüz, bayağı bir son olmuştu bu.
Ağır bir ceza olmuştu evet ayrılığın. Asılmıştı yüreğimin duvarına verdiğin hüküm. Savunmasızdım; infazın da yargısız oldu.
Geçti. Saatler geçti önce; o her biri günler süren. Sonra birikti, aylara döndü; ve yıl nihayetinde. Şimdi yerkürenin en ıssız, en ücra köşesindeyim. Mezarımın üstü örtüsüz, topraksız; öylesine bırakıp gittiğin yerdeyim hala. Ve hala açık sensiz bebekleriyle gözlerim. Hala boynumda o aşşağılık kementinin izleri ve yüreğimde saplı hala hançerin.
"Ay gecede tutsak, sen uzaklıklara. Uzaklıklar değil ayı tutsak eden de, biziz tutsağı uzaklıkların. Birkaç saat süren bir tutum değil bizim tutulmuşluğumuz. Uzatmışız çağlardan çağlayıp gelen kementlere boynumuzu; parçalamak dururken sınırları. Azatsız köleleri olmuşuz acıların…"
Yüreğimde o hançer saplıyken nasıl direnebilirim zamana şimdi? Ve nasıl direnebilirim nefrete, o acımasız duyguya? O zamanın silahına, gittikçe keskinleşen ve belirginleşen duyguya. Sevgimle direneceğim desem de o nefret onunla beslenmiyor mu zaten? Ne kadar büyükse insanın aşkı o kadar da hazır değil midir nefret duymaya?
Bir yürekti açtığım; kaçmadım da hançerinden sevgili. Vur şimdi gecelerde sefil ihtiraslarla dolu kadehlere sen. Benimse içtiğim yokluğundur; dün de , ondan önce de…
"Zamana yenilmeyelim ne olur?!"
Yenildik, bitti. Işıklar söndü, kapandı kapılar ve duruldu sular.