- 820 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İdeal insan
İdeal insan, Allah’ın üflediği ruhun; iblisle, balçık ve toprak tarafına galip geldiği teomorfik insandır. şüphe ve tereddüt’ten "iki sonsuz" arasındaki çelişkiden kurtulmuştur. "Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak" Biricik ölçümsüz ve eğitim felsefemiz budur. Bu, bütün sabit ve geleneksel ölçüleri bir kenara itip, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak; mutlak hedefe ve mutlak mutlak kemale doğru ilerlemek demektir.Tek-tip insanın basmakalıp biçimleri içinde sıkışıp kalmak yerine, sonsuz bir evrimdir. Olması gereken,ama bir türlü ortaya çıkamayan bu insan, iki boyutludur; her iki kanadıylada uçabilen bir kuştur. O, iyi insanla güçlü insanı ayrı ayrı yetiştiren kültürlerin ve medeniyetlerein insanlarından farklıdır. Bu medeniyetlerin insanları, ya temiz ve sofu, ama şuursuz ve uyuşuk; yahut da güçlü ve parlak birer deha, ama katı yürekli ve günahkardırlar. Bir yanda kendilerini batıni hayata, güzelliğe, ruhun sırlarına adamış ama; hayatları yoksulluk, gerilik, zillet ve güçsüzlükle dolu insanlar vardır; tıpkı maneviyata büyük önem veren, derin ve yüce duygularla dolup-taşan yüzbinlerce hint fakirin, bir avuç ingiliz sömürgecisinin tutsağı olması gibi. öte yanda, öyle insanlarda vardır ki, sınai güçle yeryüzünü, dağları, denizleri, gökleri talan edip bolluk eğlence ve zenginlik içinde yüzen bir hayat kurarlarda, duygularını ve değer yargılarını yitirirler; dünyanın anlamını, hayatın derinliğini, güzelliğin yaratılmasını kavrayamazlar; tarih ve tabiat dışında inanılacak bir yücelik olduğunu bilmezler.
İdeal insan tabiattan kalakarak Allah’ı anlamaya çalışır; insanlığı arar, Tanrı’ya ulaşır. Tabiata gözlerini kapamaz, insanlığa sırt çevirmez. Elinde Sezar’ın kılıcını tutar ama, göğsünde Hz İsa’nın yüreğini taşır. Sokrates’in beyniyle düşünür ve Allah’ı hallac’ın kalbiyle sever. Alexis Carel’in özlediği gibi, bilimin ve Tanrı’nın güzelliğini görür; hem Paskal’ın, hem Descartes’in sözlerine kulak verir.
Budha gibi, eğlence ve bencilliğin fildişi kulesinden inmiştir; Lao Tse gibi yaratılışındaki gizli hikmetleri; Konfüçyüs gibi toplumun akıbetini düşünür.
Spartakus gibi kölecilere başkaldırır.
Hz. İsa gibi aşk ve barış, Hz. Musa gibi de cihad ve kurtuluş mesajı taşır.
Felsefi düşünceleri dolayısıyla insanların akıbetine ilgisiz kalmaz; Siyasetle uğraşması da onu demegojiye ve şöhretperesliğe götürmez.
Ne bilim onu inaçtan, ne de inanç onu düşünmekten ve mantığını kullanmaktan alıkoyar. O, cihad ve içtihad, şiir ve kılıç, yanlızlık ve inanç, duygu va akıl, kudret ve aşk, inanç ve bilgi adamıdır. O, gerçek insanlığın bütün boyutlarını kendinde birleştirir. Yaşadığı hayat, onu tek boyutlu, kırık ve mağlup bir yaratık haline getirmemiştir. Allah’a kulluk ederek, nesnelere ve insanlara kulluk etmekten kurtulmuştur. Allah’ın mutlak iradesine teslim olarak, her türlü zorlamaya karşı çıkacağını peşinen kabul etmiştir. Kendi fani benliğini, insan ırkının ebedi özdeşliğinde eritmiş, benliğinde geçerek ebediyete kavuşmuştur. Allah’ın ağır emanetini üslenmiş ve işte bu yüzden, kendi özgür iradesiyle sorumlu ve bağımlı bir varlık haline gelmiştir. Mükemmelliğin, kendisine, diğer insanların aleyhine işleyen bir imtiyaz gibi bağışlanmadığını, tam tersine kendi mükemmelliğinin ve Allah’a yakınlığının, bütün insanlığın mükemmelliği için mücadele etmesine, hürriyet ve insanlığın selameti için zorluğa, açlığa, yoksulluga ve işkenceye dayanabilmesine, fikri ve toplumsal mücadelenin ateşine bağlı olduğunu bilir.
O, çevresi tarafından biçimlendirilmez, tam tersine, çevresini biçimlendirir. Bilim ve teknoloji aracılığıyla insanlar üzerinde sürekli uygulanan büyün baskılardan kendini inanç ve şuurla kurtarır. Tabiat ve verasetin, tarihin, toplumun ve çevrenin zorlamalarından -bu üç zincirden-, bilim ve teknolojinin öncülüğünden kendini kurtarmıştır. Dördüncü zincir olan kendi nefsinden de aşkla kurtulacaktır. Kendibenliğine isyan eder, onu yola getirir, terbiye eder. İçinde yaşadığı toplumun ve ırkın, veraset yoluyla kendine geçen ölçü ve kurallarından (ki bunların hepsi izafidir ve çevre şartlarının ürünüdür) kişiliğini kurtarıp ebedi ve ilahi kuralları keşfederek, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanır. Artık, düşünmeden ve sadece kendisine göre diye belletildiği için davranmaktan vazgeçer. Ahlakı, toplumsal şuurun kendisine zorla kabul ettirdiği yasaklar toplamı olmaktan çıkar. İyilik, kişiliğiyle özdeşleşir; yüce değerler, öz-benliğinin temelleri haline gelir. Yaşaması, düşünmesi, sevmesi, bunlarla bütünleşir.
Onun elinde sanat, birikmiş enerjinin boşalmasına yarayan bir oyuncak ve bir eğlence olmaktan çıkar. Cinsiyetin, siyasetin veya sermayenin kölesi değildir. Sanat, Allah’ın insanlara verdiği özel bir emanettir. Mutlak özgürlük, mutlak şuur ve mutlak yaratıcı güç Allah’ındır. Allah’ın kendi suretine uygun olarak yarattığı, emanetini teslim ettiği ideal insan, güzellik, fazilet ve hikmetle dolup taşan sonsuz iradedir. Bütün tabiatta, izafi bir özgürlüğe, izafi bir şuura ve izafi bir yaratıcılığa sahip olan sadece insandır.
İdeal insanın üç özelliği vardır: Doğruluk, iyilik ve güzellik; bir başka deyişle bilgi, ahlak ve sanat. O, Allah’ın halifesidir. Aşk ve bilgiyle donatılarak yeryüzüne sürülmüştür. Herşey onun emrindedir. Melekler bile onun önünde secde etmişlerdir. Allah’ın halifesi, kullukla, emanet ve yükünü taşıyarak tarihin sonuna ve tabiatın nihai sınırına gelip dayanmıştır.
Diriliş başlamak üzeredir.
ALİ ŞERİATİN DEN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.