- 1140 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Olmasaydı sonumuz böyle
Olmasaydı sonumuz böyle
Anlatacağım hikaye bundan yaklaşık yedi yıl önce bitti.Bu hikayeye bir başlangıç çizmek pek mümkün değil.Yedi yıl önce o gün sadece bu hikayeye değil,hiçbir şeye başlangıç olamaz.Hiçbir hikaye bu kadar kötü,acımasız başlamaz.Bu yüzden,hikayemi 8 yıl öncesinden başlatmak istiyorum.Sekiz yıl önce bir yaz ayı.Aslında bu da tam bir başlangıç değil hikayeme ;çünkü kötü şeyler yazın başlamaz.Çok daha önceye dayandırabilirim hikayemi ama nedense anlatacaklarımla ilgili aklımda ilk beliren kare mutlu ama buruk bir yaz gününden.Belki haziran,belki de ömrünü yarılamış bir temmuz.Annemle birlikte köydeydik o yaz.Amcamlar,halamlar,dayımlar herkes orda ama benim hikayemin baş kahramanı halamın oğlu:Nevzat abim.22 yaşındaydı o zaman;ama yüzündeki çizgiler çok daha fazlasını gösteriyordu nedense.Evliydi daha o yaşında,bir de erkek çocuğu vardı.Sonradan öğrendiğim kadarıyla başkasındaymış gönlü;ama olmamış işte.Sevmediği biriyle evlendirmişler,belki de bu yüzden çocuğuna “Nasip” demiştir,kim bilir.Şimdi yeni fark ediyorum da hep hüzünlü bir hali vardı.Yine de gülümserdi her şeye rağmen,buruk bir gülümseme;ama yalansız.O yazı Nevzat ağabeyimle geçirdim ben.Gezdik,tozduk,bol bol sohbet ettik.Bütün yaz boyunca evin önündeki çardaktaki teyp aynı kasedi tekrar tekrar çalmaktan yoruldu.Ahmet Kaya’nın “Başım Belada” kaseti.Özellikle bir şarkıya takılmıştık: “Bir acayip adam” Nevzat abim de öyleydi işte,bir acayip adam.Şarkı şöyle anlatıyordu o acayip adamı: “Bir cebinde Das Kapital,bir cebinde kenevir tohumu.”Kenevir tohumunu daha sonra Nevzat abimden öğrenecektim yine,das kapitali ise bir arkadaşım “Senin için bir şey ifade etmez.” Dediğinde.Oysa bana ondan çok ama çok fazla şey ifade ediyordu.Bir sabah Nevzat abim elinde kazma kürekle geldi: “Hadi boş boş oturmayın,kalkın gidiyoruz.” Nereye demeye kalmadan sürükleye sürükleye götürdü bize tarlalardan birine.Uyku tutmamış gece,sabah erkenden kalkıp kazmış da kazmış. “Biraz daha büyütürüz çukuru,kenarlarına da beton döktük mü al sana mis gibi havuz.” Dedi.Herkes bir heyecanla başladı yardım etmeye,o havuz tam 2 günde bitirildi.Her şey bittiğinde kurumamış çimentoya isimler yazıldı.Herkes karısının,çocuklarının ismini yazdı çocuksu bir özenle,Nevzat abim hariç.O ne kendi adını yazdı ne de karısının, sadece çocuğunun ismini yazmıştı,kuruyan çimentodaki gibi yalnız başına büyüyecek olan oğlunun adını: “Nasip” O yaz nerden geldiği belli olmayan,herkesin omuzlarına ağır gelen bir hüzünle geçti.Bir yerde birileri ölmüş gibi hep sela sesleri yankılandı dağlarda.Bir şeyler olacağı o kadar belliydi ki,daha önce hiçbir yaz böyle garip duygularla geçmemişti.Ve Ankara.Sonbahar,sonun başlangıcı.Nevzat Abim de bizimle birlikte Ankara’ya geldi,öyle ya çalışmak lazım.İnşaatta çalışıyordu,ekmek parası işte.Ve güzel sayılabilecek bir akşamda halamlarda bir araya geldi bütün aile.O kadar kalabalıktı ki,hiç adetimiz olmasa da çekilen bir fotoğrafa sığamadı herkes,eve zor sığmıştık zaten.Daha sonra hiç bu kadar büyük bir aile olamadık ve bir daha hiçbir zaman bir aile fotoğrafında gülümsemedi yüzler.Otururken,Nevzat abim elini cebine attı ve üstünde Osmanlı tuğrası olan eski bir para çıkardı.Nerden baksan 200 yıllık var.Eski para merakımı bildiğinden bana uzattı parayı: “Bak bakıyım şuna,binanın temelini atarken buldum.” Dedi.Baktım,bu kadar eskisini görmemiştim.Öylesine sevindim ki ,parayı bana getirmiştir mutlaka diye düşünüyordum.Ama geri alıp cebine koydu parayı;üzüldüm,kırıldım.Halbuki ben onun için Fenerbahçe atkısı ördürtmüştüm anneme daha yeni.Hem de Galatasaraylı olmama rağmen.Çok sevinmişti atkıyı verdiğimde,belki de hayatında ilk defa bir hediye alıyor olabileceği gelmemişti aklıma.Sonra Yalova’da bir iş çıktı,amcamla beraber gideceklerdi.Süreyya Amcam,dünyanın en Galatasaraylı adamı.28 yaşındaydı,ve hep 28 yaşında olacak.Amcamdan öğrendim ben Galatasaraylılığı.Beraber ilerdik maçları,ondan sonra ne Galatasaray kaldı,ne de maç izledim bir daha doğru dürüst.Yalova’dan bir gün önce bu sefer amcamlardayız.Söz vermişti bana sana gelirken forma getireceğim diye,çok bekledim o formayı sonraları,hala da bekliyorum.Sonra gittiler.Ertesi sabah uyandığımda yatağımın başında o eski parayla birlikte annemin ördüğü Fenerbahçe atkısını buldum.Hani vermeyecekti bana parayı?Gitmeden önce anneme bırakmış: “Bunlara en iyi Güneş bakar” demiş.İçine doğmuş heralde.Gittiler,sonrası ilkbahar.Hani insan “Bundan sonra bir şey olmaz. “der ya kendi kendine,öyle işte.Bir anneler gününde öyle olduğunu bilmesek de son ailece pikniğimize gittik.O gün pek çok şeyin sonuydu,mesela annem Nevzat abimin çok sevdiği o tatlıdan bir daha yapmadı.Onlarla yapılan hiçbir şey bir daha onlarsız yapılmadı.Bir anneler gününde kuşlar kötü haberler uçurdu diyarımıza,o gün artık anneler günü değil.Bir çukura rastlamışlar inşaatı yaparlarken önce amcam inmiş,o gelmeyince ardından Nevzat Abim.Metan gazı denen şeyi ilk defa orda duymuştum, “Metandan zehirlenmişler.” Şimdi ise benim bambaşka bildiğim o metanı bana kimya derslerinde CH4 diye ezberletmeye çalışıyorlar.Ve cenazeler,son büyük aile toplantısı.Çok küçüktüm o zamanlar,beni teyzemlere bıraktılar.Hiçbir anlam vermemiştim olanlara ama yine de teyzemlerde kaldığım hiçbir gece doğru düzgün uyuyamadım.Ben görmedim cenazeyi ama annem hep uykusuz bir geceye sabaha bağlayan bir aydınlıkta verilen selayı anımsar, babamsa ellerini göğe açarak “Allahım sen bana onları geri ver,ben sana buradan 100 tane yaşlı vereyim.” Deyişini.Kara mizah bu olsa gerek.Annemler köyden dönünce birkaç parça eşya getirmişlerdi geriye kalan.Nevzat abimin cüzdanından bir şey çıktı,garip : “Bu ne baba?” dedim.Aldı,evirdi çevirdi: “Kenevir tohumu” dedi.Bir cebinde kenevir tohumu.Ve bir gece halamlardan evimize dönerken o sessiz yoldan: “Aferim oğlum,teyzeni hiç üzmemişsin,bizsiz kalabilirsin artık,kocaman adam olmuşsun.” Dedi babam.İşte o gün büyüdüm ben.Sonra ne mi oldu?Herkes teker teker koptu birbirinden,aynı mahallede tam 6 haneydi o zamanlar.Amcamın eşi çocukları da alıp köyü döndü mecbur.Başlarda kimse amcamların sokağından geçmedi.İsterim ki amcamın adını versinler o sokağa,ölmek bir sokak tabelasında yer bulmak için yeterli bir gerekçedir bence bu ülkede.Gazetelerinde ölüm sayfası gibi tabelalar,birinin adını bir sokak tabelasında gördünüz mü bilin ki o kişi ölmüştür.Neyse başlarda kimse geçmedi o sokaktan,sonra mahalle dar gelmeye başladı bize.Sonra yani daha da sonra herkes teker teker taşındı o mahalleden, ha deyince gidilemeyecek kadar uzak mesafelere,ve o havuza bir daha kimse ayağını dahi sokmadı,kurbağalar bile.Diyecek ne kaldı ki geriye: keşke olmasaydı sonumuz böyle.