- 1845 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
DÜNYA VE ALLAH"A YÖNELİŞ
İçinde yaşadığımız bu alem boşuna yaratılmış değildir..Hayat ve ölümün hikmetlerini kavramak ve kendini ona göre ayarlamak her insanın başlıca vazifesidir.
Yaratılan her şey onun yüzü suyu hürmetine vücuda gelmiş ve onun hizmetine tahsis edilmiştir.
Bütün varlıklar gayesinin yolcusu olunca,insan için gayesiz yaşama düşünülebilir mi?
Dünya hayatının Allah"a giden ince yollarında gaflet ayaklarının kaba izleri ayıp ve günah değilmidir peki?
O halde kainat karşısında yüceliği ile uygun yaşamak isteyen her insana ilahi gaye yoluna girmek zaruri bir hayat şartı oluyor..
Hakikatte yüksek hayat,ancak iman ışığı altında,İslami neş"elerle takip olunabilir.
Bunun içindirki,ilk insan ve Peygamber Adem (as) dan itibaren asırlar boyunca insanlar,din mükellefiyeti karşısında kalmış imanlı ve faziletli yaşamaya davet olunmuşlardır.
Din hilkatle başlayan bir ihtiyaç ve zarurettir.İnsan hayatının en kuvvetli tezahurüdür din.
Cehalet ve bozgunculuklarla kaybolan ilahi hakikatleri yenilemek, insanları daldıkları imansızlık ve ahlaksızlık karanlıklarından hak ve fazilet nuruna çıkarmak için zaman zaman peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir yüce yaratan.
Bu Allahımızın biz kullarına en büyük lütfu ve ihsanıdır. Nihayet beşeriyetin ebedi mürşidi, son peygamber Hz. Muhammed(s.a.v) efendimiz geldi ve bu suretle nübued nuru sonsuzluğu gölgesine almış oldu.
İslam dini ve Kur"an gelince başka dinlere ve kitaplara lüzum kalmamış, ruhani hakimiyet, halk saltanatı müslümanlığa nasip olmuş ve onda karar kılmıştır.
Dindar yaşamak isteyenler için başka din aramaya ihtiyaç kalmadığı gibi, İslam dininden başka dinlere davet propokandaları da lüzumsuz ve abes bir uğraş halini almıştır.
İslam dini haiz olduğu nur sayesinde hayatı beşikten mezara, oradan da ahiret aleminin esrarengiz hakikatlerine kadar aydınlatmakta ve hakiki hayat yolcularına ruhani rehberlik etmektedir. Müslümanlık, cihana hikmet gözüyle bakmayı emretmekte ve hayatın takip olunmasını istemektedir.
İnsan her zaman düşünmeli, ve kendi kendine sorular sormalı ve kainata bakıp ibret almalıdır.
ben , yüz yıl önce neredeydim, yüz yıl sonra nerede olacağım? Yaratılmak için dilekçe mi verdim?
Ölümden rüşvetle kurtulabilir miyim?
Ben kadir miyim aciz miyim? Kadir olsam, madem ki kadirim,kuvvetliyim, yemeye, içmeye havaya neden ihtiyaç duyuyorum o zaman?
Niçin sıcakta yanıyor soğukta donuyorum? Niçin hastalanıyorum ve hemen doktora koşuyorum? Doktor her hastalığa çare bulabiliyor mu peki?
Böbreğimin aklımı var, kandan idrarı nasıl ayırıyor?
Kalbime kim öğretti sevmeyi?Ateşten korumayı kendimi?
Gözümü, kulağımı yapan usta, Asya"da mı, Avrupa"da mı, Amerika"da mı, nerde, nasıl kaç vakitte yapıp tamamladı beni? Bugün insanlar aya çıkıyorlar ancak, niçin bir insanın tırnağını yapmayı bile başaramıyorlar?
Gökten yağan yağmur aynı,yerden fışkıran su aynı, güneş aynı, fakat yerden çıkan bitkiler, ağaçlar, niçin başka başka?
Renkler ayrı,şekiller ayrı, kokular ayrı...Her insan aynı uzuvlara sahip ancak, hepsi de ayrı ayrı bir sıfata sahip..
Ayı, güneşi, yıldızları yaratan ,koca dünyayı döndüren kim?
Madem ki herşey bir tesadüf, dünya niçin bir gezegene çarpıp duman olmuyor? Alemde görünür bir nizam ve intizam var? Bu adaleti sağlayan,bu nizamı kuran o güçlü el kimin?
Bu gücü böylesi derinden hissederken insan,hala her şey bir tesadüf deme hakkına sahip biri varmı?
Bir bardak suda okyanus saklıdır kalbinde gözü olanın..Ve dahi bir bardak suda fırtına koparır kalp gözü kapalı olanın...Tevafuk adı,tesadüf diye bir şey yoktur.
Yine Üstad Bediüzzaman rahmetullah şöyle ifade ediyorlar..
Kalp ve gönül körlüğü de insanın kendi kusurlarından kaynaklanır. İnsan kendi iradesi ile günahı tercih eder, kalbindeki ışığı söndürür, gönül gözüne perde çeker.Böyleleri bakarlar fakat göremezler.
Kâinattaki sanatı, hikmeti ve bunlara hükmeden kudreti fark edemezler. Gaflet ve dalâlet içinde, körü körüne ömürlerini tüketirler.
Onların halini şu Âyet izah ve ifade etmektedir: “Doğrusu gözler kör olmaz fakat göğüslerdeki kalpler körleşir” (Hac suresi,46)
Gönül gözünü kör eden çeşitli hastalıklar vardır.
Bunların başlıcaları, inat, haset, kin, nefret, enaniyet, asabiyet, fâni muhabbet, kibir, gurur, servet, şöhret ve şehvet tutkusu gibi hastalıklardır.
Husumette ve muhabbette de bir ölçü olmazsa, yine şiddetli bir körlük meydana gelir. Husumet nazarıyla bakan insan meziyetleri görmez, sadece muhabbet nazarıyla bakan da kusurları göremez.
İmamı Gazalî, Mübalâğa gözü ile bakan, sevdiğinde kusur, sevmediğinde meziyet görmez diyor.
Bir de her şeyi akıl gözü ile görmek isteyenler var ki, her şeyi maddeden ibaret zannettiklerinden, mânâ âlemini göremezler. Atomun yapısındaki tekniğe, hava zerresindeki kabiliyete, güneş sistemindeki mükemmelliğe hayran olurlar ama, bunun ustasını, sanatkârını, sahibini düşünmezler. Perde arkasındaki kudret elini görmezler.
Bediüzzaman Hazretleri bunlar için de mükemmel bir tespitte bulunuyor:
Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerine inmiştir, göz ise maneviyatta kördür.
Demek bu kâinat da, içindeki mevcudat da , hem ten penceresinden, hem de can penceresinden görebilenler içindir. Görmeyenler ve görmek istemeyenler için hayatın da, kâinatın da bir anlamı yoktur.
Atasözünde ne güzel ifade edilmiş: GÖRENEDİR GÖRENE, KÖRE NEDİR, KÖRE NE?
Mehtap.S.Hümeyragül DALLI
YORUMLAR
YAZINIZ GÖREN VE DUYANA VE DE ANLAYANA YAZILMIŞ..
üSTAD BDZ. HZ. NE GÜZEL BUYURMUŞ :
Kalp ve gönül körlüğü de insanın kendi kusurlarından kaynaklanır. İnsan kendi iradesi ile günahı tercih eder, kalbindeki ışığı söndürür, gönül gözüne perde çeker.Böyleleri bakarlar fakat göremezler.
Kâinattaki sanatı, hikmeti ve bunlara hükmeden kudreti fark edemezler. Gaflet ve dalâlet içinde, körü körüne ömürlerini tüketirler.
ONUN ÜSTÜNE SÖZ OLUR MU...
RABBİM AKLIMIZI KALBİMİZDEN GÖZLERİMİZE İNDİRMESİN..RABBİM ÜSTEDIN YOLUNDA HİZMET EDENLERİ İKİ CİHANDA DA MUVAFFAK KILSIN..SİZİ DE (AMİN...)