En Büyük Tehdit Milliyetçilik 5
FRANSIZ İHTİLALİNDEN SONRA MİLLİYETÇİLİK
İhtilal fikirlerinden en hızlı yayılanı, demokrasi ve milliyetçilik fikirleridir dersek sanırım hiç de abartmış olmayız. Çünkü milliyetçilik, on sekizinci yüzyıl Avrupa’sının ve hatta dünyanın yumuşak karnıydı.
Yani devletler belli bir millet temeline dayanmıyordu. Kralların, İmparatorların ülkelerinde tek bir ırk veya millet söz konusu değildi. Ayrıca yönetimler de mutlakıyet yönetimiydi. Yani bu iki fikir, direkt olarak devletlerin rejimlerini ve bütünlüğünü tehdit etmekteydi.
Bu yüzden Avrupa Kralları, bu fikirleri doğduğu yerde boğup yok etmek amacıyla birleşerek Fransa’ya saldırınca, Fransızlar ilk kez krallarının ardında değil de, Fransız olma ve ülkelerini koruma bilinciyle birleşerek, hem ülkelerini savunmuşlar ve hem de milliyetçiliğin nasıl bir şey olduğunun ilk örneğini vermişlerdir.
Bu ilk örnek, milliyetçilik kavramının, ahlaki, insani, haklı ve sempatik yönlerini de içerdiğinden, milliyetçiliğe gerçek ve güzel bir örnektir. Kişinin veya ülkenin kendini koruması, hak ve menfaatlerini savunmasıdır.
Yani milliyetçilik, savunma amaçlı olup, nefsi müdafaa gibi doğal bir haktır. Ama maalesef, o günden bugüne, savunma amaçlı kullanıldığı durumlara çok az rastlanmakta olup, genel de saldırı amaçlı, ya da insanları kişisel veya grupsal çıkarlar için, belli bir yönde saldırgan hale getirmek aracı olarak kullanılmıştır.
Sonraki yıllarda da, salgın bir hastalık gibi yayılarak, on dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren tüm Avrupa’yı kaplamıştır.
1804 yılında, ihtilalden hemen 15 sene sonra başlayan Sırp isyanı ile Osmanlıya da bulaşan milliyetçilik, Osmanlıyı hasta adam konumuna düşürecek ve tedavisi olanaksız bir kanser vakası gibi sürekli ilerleyip gelişerek, yatağa düşürecek ve sonunu getirecektir.
Fransa’da 1789’daki büyük ihtilalden sonra da, ihtilal fikirleri yayılmaya devam edecektir. Yani 1830 ve 1848 ihtilalleri de, büyük ihtilaldeki fikirlerin tüm Avrupa’ya ve dünyaya yayılmasını sağlamıştır.
Napolyon Bonapart’ın, büyük ihtilalden sonra kurulan cumhuriyeti ortadan kaldırarak, imparatorluğa dönüş yapması ve Napolyon sonrasında da demokrasiye sınırlamalar getirilerek mutlak krallık yönünde adımlar atılması üzerine Fransa’da 1830 ihtilali gerçekleşti.
1830 İhtilali ile Fransa’da, Katolikliğin devlet dini olmasıyla ilgili madde kaldırılarak, anayasa laikleştirildi. Seçme hakkı 30’dan 25’e; seçilme hakkı da 40’dan 30’a indirildi. Kralların emirname ve yönetmelik çıkarma yetkisi kaldırıldı. Ulusal egemenliği zedeleyecek hükümler anayasadan çıkarıldı.
Avrupa’da ise 1830 ihtilalleriyle Belçika Hollanda’dan ayrıldı. Polonyalılar da Rusya’ya karşı ayaklandılarsa da, Ruslar isyanı bastırdı. 1830 ihtilalleri Almanya ve İtalya’daki şehir devletlerine de yayıldıysa da bastırıldı. Fakat Almanların ve İtalyanların milli devletlerini kurmaları yönünde bilinçlenmeleri sağlandı.
Sonuç olarak 1830 ihtilalleri Avrupa’da milli devletlerin ortaya çıkması açısından milliyetçiliğin, liberalizm, laisizm ve demokrasinin zaferiyle sonuçlandı denilebilir.
Nitekim 1830 ihtilallerinin geliştirip yaygınlaştırdığı milliyetçilik fikirleri 1848 ihtilalleriyle, daha yaygın ve daha sert bir karakter kazanarak tüm Avrupa’yı kapladı.
1848 İhtilalleriyle Fransa’da işçi hakları ve sosyalizm önem kazanırken, Almanya ve İtalya’daki ihtilallerle de bu ülkelerin birliğini sağlamada öncülük yapacak krallıklar, Prusya ve Piyemento olarak ortaya çıktı.
1848 İhtilallerinin gerçek kahramanı ve mağduru ise Macaristan’dı. Avusturya’ya karşı ayaklanan Macarlar büyük başarılar kazanarak pek çok anayasal haklar kazandılarsa da, Macarların başarılı olması halinde Polonya’nın da ayaklanabileceğinden korkan Ruslar, Avusturya’ya yardım etti. İki İmparatorluğun müşterek olarak oluşturduğu 370 bin kişilik bir ordu ile Macarlar ezildi.
Kıta Avrupa’sındaki bu gelişmelerden etkilenen İngiltere de, anayasa ve yasalarında bazı demokratik değişiklikler yaptı.
1848 İhtilalleriyle iyice yükselen Nasyonalizm (milliyetçilik) ve Liberalizme ilaveten işçi haklarıyla birlikte sosyalizm de ortaya çıkmaya ve gelişmeye başladı.
Görüldüğü gibi Fransız ihtilalleriyle gelen ve tüm Avrupa’ya yayılan milliyetçilik fikirleri, yine bu ihtilallerle gelen özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi fikirleriyle de birleşerek, 19’uncu yüzyıl boyunca Avrupa’da ayaklanmalara, savaşlara ve Avrupa’nın yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Ayaklanmaların pek çoğu bastırılmış olsa da, yine de Benalüx Ülkelerinin ve İskandinav Ülkelerinin ayrılmasına, Almanya ve İtalya’nın kurulmasına ve Avusturya ile Osmanlı İmparatorluklarının dağılmasına engel olunamamıştır.
Avrupa’da on dokuzuncu yüzyıl, esasında buhar yüzyılı, buhara dayalı sanayi yüzyılı ve bunların temel gereği olarak da, hammadde ve pazar savaşlarının; yani sömürge paylaşımlarının yüzyılıdır. Peki bunlar ihtilal fikirleriyle çelişki değil mi derseniz; sanırım sömürgecilere göre pek de çelişki sayılmamıştır.
Çünkü sömürgeleştirdiğiniz yerler, bir topraktır. Üzerindekiler ise insan sayılmadığından, millet olmalarına da olanak yoktur. Öyleyse buralar için milliyetçilik söz konusu olamaz.
Demokrasi ve insan hakları savunucusu, milliyetçi Avrupalıya göre bunların, milliyetçilikten çok Hıristiyanlığa ihtiyacı vardır. Misyonerler de bu görevi yerine getirmektedir. Seçkin ve aydın Avrupalının vicdanını rahatlatmak için de oralara uygarlık götürüldüğü yalanı yayılmıştır.
Peki, sömürge halkları millet değilse, millet hangisidir derseniz, millet sizin yönetiminizde olmayıp da rakibin yönetimindekilerdir. Örneğin, Avusturya için Macarlar, Çekler, Sovaklar, Slovenler; Çarlık Rusya’sı için lehler, Tatarlar, Özbekler, Ermeni, Azeri ve Gürcüler, Fransa için Tunuslular, Cezayirliler; İngiltere için Kanadalılar, Hintler vs. millet değildir; bu yüzden kendi milli devletlerini kurmalarına da gerek yoktur.
Fakat Osmanlı yönetimindeki Mısırlılar, Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar vs ayrı milletlerdir, milli devletlerini kurmalılardır diye; bunlara hep milliyetçilik pompalanmış, kışkırtılmış, isyanlar çıkartılmıştır. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı açısından, milliyetçilikle mücadele yüzyılıdır.
Yine aynı düşünce ile Avusturya’ya göre Lehler, Ulahlar, Moldavyalılar Rus değildir ve Avusturya’nın yönetiminde olsa daha iyidir. Olmuyorsa da Rusya’dan ayrılıp, kendi milli devletlerini kurmalıdır.
Ruslar için de Macarlar, İtalyanlar, Slovenler, Çekler, Slovaklar aynı şeydir. Yani kısa sürede milliyetçilik: hakların, özgürlüklerin ve bağımsızlığın savunulduğu savunma içerikli haklı konumundan çıkarak; çıkar ve kışkırtma temelinde, ülkelerin birbirlerine karşı kullandığı, en etkili silah haline gelmiştir.
Bundan en çok zarar görenlerse, Avrupa’nın klasik tipteki eski imparatorlukları Osmanlı ile Avusturya olmuştur. Çünkü bunlar coğrafya keşiflerinin dışında kalarak, yeni İmparatorluk tipi olan sömürge İmparatorluğuna dönüşememiştir.
Denizaşırı sömürge imparatorlukları sürekli güç kazanırken bunlar güç kaybetmiş, Rusya ise Orta Asya ve Sibirya’yı sömürgeleştirerek, bir süre daha vaziyeti idare etmiştir.
Yirminci yüzyılda ise yapılan iki büyük dünya savaşında, savaşın asıl amacı sömürge paylaşımı da olsa, milliyetçilik yine başvurulan en öncelikli silah olmayı sürdürmüştür.
Ve en önemlisi de Birinci Dünya Savaşıyla eski dünyanın iki önemli imparatorluğu, Osmanlı ve Avusturya tamamen dağılarak, bunların kendileri de birer ulus devlete dönüşmüş olup, ayrıca çok sayıda yeni milli devletler ortaya çıkmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra da, sömürge imparatorlukları dağılmaya başlamış olup, Rusya Federasyonu, İran ve Çin gibi birkaç imparatorluğun dışında, dünyada imparatorluklar devri kapanmış ve milli devletler dönemi başlamıştır.
Yirminci yüzyılı, buhardan petrole, atölye imalatından seri üretime, imparatorluklardan milli devletlere, meşrutiyetten cumhuriyete geçişlerin yapıldığı ve faşizm ile komünizmin denendiği, ittifak ve kamplaşmaların insanları iki dünya savaşına ve soğuk savaşa sürüklediği, sefaletle refahın ters orantılı bir gelişme gösterdiği, insanlık adına kaybedilmiş bir yüzyıl olarak özetlemek pek de yanlış olmaz sanıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.