- 737 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YİTİK OĞLAN YİTİREN KIZ-YİTİK KIZ YİTİREN OĞLAN
Sevginin, aşkın kırılgan olduğu, bireysel olarak umutların belki ulaşılabilir belki de dipte olduğu bir zamanda, kız ile oğlan yan yanalar, derinlerde bir yerde, belki bir gün önce, belki de günlerce önce, onlarda bir şeyler kırılmış, yol ayrımına yol açabilecek bir şeylerin oralarda hareketlendiği, hatta tahrik ettiği şeyler oluşmuş. Ruhun öbür tarafındaki karanlığın adına kıskançlık, güvensizlik, ne ad, ne sıfat ne koyarsanız koyun. O anı yaşarlarken, geleceğe dönük beklentileri de, azda olsa kalan umutları da, geleceğe dönük sevgisizliği de yan yana yaşıyorlar. Sevgi ile sevgisizliğin bir bıçak sırtı kadar yakın olduğunu unutuyorlar. Çok sık rastladıkları gazete başlığı, “ Çok Sevdiğim için Öldürdüm” değil midir?
Yıllar önce tanıştıkları, çarpıldıkları hayatlarının birlikteliğe yol açtığı ağacın altında bazen konuşuyorlar, bazen birbirlerine hesap soruyorlar, genellikle de haklılıklarının ispatlamaya çalışıyorlar. Nedendir yitirmeğe dönük, kaybetmeye yönelik düşünür, binlerce biriktirdikleri güzel kelimenin içinden en ağırını, en kaldırılamaz olanını seçerler? Kız ve oğlandan neden yitik kıza, neden yitik oğlana doğru yol almanın cazibesine kapılırlar.
O ağaçtır ki, bir zamanlar kızı ve oğlanı titretmişti, o ağacın altında kullanılan sözcüklerin içinde bir tek yanlış kelime, farklı mana bulunabilecek tek bir sözlük dahi yoktu. Ya da o ağaç, batmakta olan olağanüstü güneş, havada uçuşan hatta acı veren sivrisinekler, bir şeyleri olumlu yönde değiştiriyordu. Sivrisineğin ısırıkları, birbirlerine dokunma amacı ya da alanı yaratırken, tükürüğün ısırılan yeri rahatlattığını belki de onlar keşfediyorlardı.
Nasıl kutsal bir ağaçtı o, yaratanın yarattığı binlerce ağaçtan farkı olmayan, nasıl bir havaydı daha sonra belki on bin gün kez aynen koklanan, o ilk günkü gibi ıslanılan, aşkın kelimelere sığdırılmadığı duygusallığın her boyutu ile yaşanılan. Neler değişti? O ağacın altında; küresel ısınmamı, küreselleşmemi, ekonomik koşular mı? Freud’un teorilerimi, 150 sayfada sevgi pazarlamasını öğreten, 50 soruda mutluluk uzmanı yaratan kitaplar mı değiştirdi her şeyi? Yoksa Testere filmimi tırpanladı o ağacı ve ağacın altında yaşananları.
O kız ve oğlan birlikteliklerine dönük, devam mı, ayrılık mı, kararsızlığında, geçmişte olandan yarattıkları verilerle geleceğe dönük olasılık hesapları içinde, karar verme sürecini yaşıyorlar. Bu öyle bir süreçtir ki verilerde tüm olumsuzluklar, panikler, pişmanlıklar, karşı tarafa kolay yüklenebilir hatalar yer alır. Olumsuz verilerin olumlu sonuçlar doğurduğuna yönelik bir bilimsel yöntem yok, tanrısal sonuçlara da bu kız ve oğlanın gücü yetmez. Yaratılışın getirdiği bencillik, olumsuzlukların karşıya yüklenmesini kolaycı kılar, o ağacın altındaki muhteşem oksijeni, on bin günün içinde yaşanan güzellikleri unutturur. Olumsuz üç yüzü, üç bini yâda daha fazlasını hatırlatır.
Kız derki: on bin gün aynı havayı soluduk, bunun üç bini sağlıklı hijyenik ve mutluluk doluydu, yedi bin gününü puslu, hastalıklı bazen senin, bazen benim olumsuz etkilendiğimiz yarı karanlık günlerdi. Elbette birlikte soluduk bu binleri, belki de senin elinde değildi, koşulları sen oluşturmadın, ya da tamamen kirleten sendin. Yinede seninle solumayı tercih ettim. Bu o ağaçtan kalanla ya da o ağacın yarattığı meyvelerin katkılarıyla bu ortama katlandım. Son üç bin günümüz nefes alınamaz boyuttaydı. Ya ben soluklanacak alan yaratamıyordum ya da senin getireceğin yeni bir oksijen tüpü ile havayı rahatlatacağını hayal ediyordum.
Bir hesap yaptım, tanrının bana yeni bir yedi bin gün daha vermesi ihtimaline karşı; ortamı değiştirmeye, kirlenmişleri yıkamak, camları açıp havalandırmak yerine, sensiz yeni bir soluma alanı yaratmayı daha anlamlı buldum. Sanki geçmiş on bin günde hiç solumamış gibi, son yüz günde soluduklarımın analizini yaptım. Bunları denemişim ama hiçbir şey değişmemiş gibi geldi ve ilk somut sonuca ulaştım. Gerilere gittiğimde havayı genellikle kirletenin sen olduğuna karar verdim. Temiz hava getirdiğini söylediğin günlerde aslında sen defolu, yalanla parlatılmış baloncuklar getirmişsin. O balonların içi bizi yavaş yavaş yok eden, hatta senin icadın olan özel gazlarmış. Bu güne kadar birlikte soluduğumuz, yaratılmış olanlara sunulan ve de bedel ödenmemesi gereken doğal, basit, ayrıcalığı olmayan bir havaymış o soluklar. Ben bunca yıl ayrı bir şey, özel bir şey soluduğumu zannetmişim. Aslında on bin günü bir ağacın bir anlık gölgesinin hayaline sığdırmışız. O ağaç ve o ağacın altındaki gölgeyi bulamayan bir tek kul yokmuş. Sokak ressamları dahi bu basitliği resimlerine yansıtmaktan utanırlarmış. Ben bu resmin yapılanların en iyisi olduğuna kendimi o kadar çok inandırmışım ki, öğrenci evlerinde yıkık yerleri kapatmak için bile bu resmin kullanılmadığını yeni öğreniyorum.
Oğlan derki: Ağacı ben keşfetmiştim, her mevsim tekrar çıkmayı beceren o çiçekle kızı ben tanıştırmıştım. O tozlu sokaklardan farklı solunabilecek ortamlara ben sokmuştum. Ben, ben, benlerle oluşacak yüzlerce cümle kurmak o kadar kolay ki, yazılmış ya da yazılacak tüm dillerde benle başlayan tüm cümleleri kurmak için on bin güne ihtiyaç dahi yok. Kendimle baş başa kaldığımda ya da kızı yitik hale getirmeye başladığımda, bunca benle başlayan kelimeyi on bin güne sığdıramayacağınızı sanırsınız. O kadar çok şey yapmışsınızdır ki, sadece bütün olumlu şeylerin, yaşanmış tüm güzelliklerin özetini hızla yazarsınız.
Oğlan devam eder, ağacın altından aldım, yaratılmış ne kadar ağaç varsa tanımasını sağladım, elbette bazen benden, bazen çevremden, bazen de ne benden, ne ondan, nede çevremizden kaynaklanan kontrol edilemez kirlilikleri de yaşattım. Ama o bir çiçek vardı ya, her mevsim yeniden olduğu yerden çıkan, işte ben 25 yıl o çiçeğin hep çıkmasını sağladım. O çiçek için derler ki onun yaşaması için sana zaten ihtiyaç yok. Yaratan, o çiçeği zaten böyle yaratmış, kökünü kopardığını zannetsen de, hatta üzerinde tepinsen de, o yine aynı güzellikte sonsuza dek yaşayacakmış. Oğlan yitmeğe ya da yitirilmeye o kadar yakınmış ki, o özelleştirdiği, birçok anlam yüklediği kardeleni (halk arasında; garipçe, boynu bükük de derler), bir gün bir kızları olsa adını kardelen koyacak kadar sevdiği o çiçeğin, adını, kokusunu unutur hale gelmiş.
Oysa o öyle bir çiçek ki, kar yağdığı halde çiçek açabilen, soğukta bile canlanabilen, temiz, kirli, hatta sahte oksijenden bile etkilenmeyen, üzerine basınca içine doğru çekilen, donun ulaşamayacağı kadar toprağın derinliğinde olduğundan, oradaki sıcaklıktan faydalanarak, havanın birazcık ısınmasıyla birlikte filiz süren bir çiçek. Bir zamanlar yitik kızla yitik oğlan o ağacın altında ki kardelene bir başka baksalardı. O kardelen, sevginin yok olduğu anlarda tekrar filiz sürebilse, koparıldığında, bir kenara fırlatılıp atıldığında, bir daha görmeyeceğim, görselimden, sözlüğümden seni sileceğim dendiği anda, her koşulda filiz veren kardelenler tüm bu sorunları aşar, zarafeti, unutulmaz kokusunu çevresine yayar, yitik kıza, yitik oğlana yaşamın başka boyutunu hatırlatırdı.
Hikâyeyi bilirsiniz. Dağ Fulyası diye bir çiçek varmış. Muhteşem kokusu, narin vücudu ile bahar aylarında genelliklede yükseklerde açar, doğanın yeryüzüne sundukları içersinde farklılığını ortaya koyarmış. Onu bir koklayan kokusunu, onu bir gören zarafetini, narinliğini unutmazmış. Bir gün her çiçekten çiçek tozu toplayan bahar rüzgârı Fulya ile karşılaştığında ona âşık olmuş ve tozlarını doğaya dağıtmak yerine kendine saklamaya karar vermiş. Doğa ana bahar sonlarına doğru bir şeylerin ters gittiğine karar vermiş ve Fulya’ya tehlikenin boyutunu anlatmış. İkisi oturup düşünmüşler, bir çözüm üretemezlerse dağ fulyası yitik ya da yitirilmiş bir çiçek olacakmış. Doğa ana demiş ki senin yitmene razı olamam, gel biz mola verelim, bahar yeli ortadan kaybolana kadar sende kaybol. Fulya toprağın altına çekilmiş mevsimler önce sonbahara, daha sonrada kışa dönüşmüş. Doğa ana soğuk bir kış günü fulyayı uyandırmış toprağın derinliklerinden yeryüzüne çıkmasını istemiş. Büyük bir huzur ve mutlulukla üzerindeki karları silkeleyerek yeryüzüne çıkan Fulyaya o günden sonra kardelen ismini vermişler.
Kız ve oğlan bugüne kadar binlerce kez kokladıkları, keyif aldıkları, binlerce kez sinirlerini ondan çıkarıp, koparıp attıkları kardelenin hikâyesini okuduklarında bir şeyin farkına varmışlar. Aklı, belki de ruhu olmayan ama her koşulda çözüm yolu bulup yeniden ortaya çıkan, temas edildiğinde rahatlatan ve uzun süre ellerden çıkmayan o muhteşem koku gelmiş.
O an fark etmişler nasıl Kardelen, nasıl Fulya ya da Defne olabileceklerini. Onları yaşatan unutulmaz kılan, onlarla temasımız ve onları koklayışımız demişler birbirlerine. Sevgiyle dokunduklarında, tenin tene teması nasıl heyecanlandırırsa insanoğlunu, onlarında temasla dirildiklerini, kokularını içlerine çektiklerinde (oksijen nasıl tanımlanırsa tanımlasın) onların da farklı şekilde titrediklerini, yaşama daha farklı tutunduklarına karar vermişler. On bin gün boyunca kullandıkları milyonlarca kelimeyi bir yana bırakıp, temas etmeyi denemişler, yıllarca önce deneyip ama sonra unuttukları şeyleri. Kız ya da oğlan diğerinin saçına, Kardelene dokunur gibi yumuşacık dokunmuş. Hızla yiten kızın görüntüsü yâda hızla yitirilen oğlanın bedeni tekrar netleşmeye, yaratıldıkları boyuta dönüşmeye başlamış. O an o ağacın altında birbirlerine şu sözü vermişler, Tanrı’nın sana verdiğini düşündüğün yeni bin gün boyunca birer Kardelen olalım. Bahar yeli gibi tehlikeler olduğunda kabuğumuza çekilelim, gerekirse birkaç baharı, birkaç yazı yaşamayalım ama her kış yeniden doğmayı başaralım.
Sözün özü, elbette bu hikâye kelimelerle anlatılacaktı, bakmayın kelimeleri yerden yere vurduğumuza. Nasıl anlatacaktık ki elin elle temasını, birleşen parmakların gücünden doğan yok edilemeyen Kardeleni. Siz siz olun dokunmayı, koklamayı unutmuş olanlar; asla yazılmış, konuşulmuş tüm negatif kelimelerle olumsuz sonuçlar çıkartmaya çalışanlar, geçmişin yanlışlıklarından geleceğe dönük eğilim çıkarıp, geleceğe de ipotek koyanlar. Kızın ya da oğlanın yitirilmesine izin vermeyin, hemen hemen herkesin seçtiği kolaycılığa kaçmayın. Düşünün her sonbaharda binlerce Fulya, binlerce Nergis çiçeği böylesine kolay yok olmuyor mu? O ağacın altında yaşanmış bir muhteşem gün için bile, on bin gün içinde unutulmaz bir an için dahi kardeleni yaşatın, siz izin vermeseniz de o yaşamaya zaten devam edecek unutmayın.
14.11.2008 Eskişehir, O.T.