YALANCI TEPE
Evimizin tam karşısındaki tepeye bakıyorum, her fırsat bulduğumda. Özellikle de üzüldüğüm zamanlar daha bir içten bakıyorum o tepeye...
Öyle çok bakıyorum ki, her mevsim ayrı tablo çıktığını farkedebiliyorum. O tepeye niçin özlemle baktığımı bilmeden bakıyorum hemde...
Uzun yıllar sonra evlenmişim baba evinden ayrılmışım. Ne zaman baba evine geldim, gene ilk baktığım yer o tepe...
Bir oğlum olmuş, artık bende anne olmuşum. Demek ki büyümüşüm. Ne zaman annem ve babamı ziyarete gelsem ayrı bir özlemle bakıyorum o tepeye.
Bir anlam veremiyorum bu bakışın ardında neler var diye ? Dünya telaşı işte kendimizi dinlemeye vaktimiz olmuyor bir türlü. Okul hayatı, iş hayatı,ardından evlilik, çocuk, ve ayrılık. Ne zaman kendinle başbaşa kaldın, düşünmeye başlıyorsun geçmişi ve geçmişin sana verdiklerini.
İşte kendimi inceleme zamanı. Yalnız yaşıyorum artık, bir oda bir salonda. Çocukluğumda, özlemle baktığım o tepenin bulunduğu Gümüldür de değilim artık.
Gaziemirde yaşıyorum. Oğlumu uzak diyarlara, üniversite okusun diye göndermişim. Eşimden ayrılmışım. Emekliye ayrılmışım, fakat gene çalışıyorum, durağan yaşam bana göre değil çünkü. Bir okulda gelen giden yazıları takip ediyorum. Akşamları belediyenin türk sanat müziği korosuna takılıyorum Ud’umla.
Yaşamımdan memnunum. Fakat ne zaman bir şeye canım sıkılsa, atlıyorum arabama, bulunduğum yerin en yüksek tepesine tırmanıyorum, huzur arıyorum...
Yine bir gün, okulda üzülüyorum birşeylere, en yakın tepeyi bulup çıkıyorum arabamla...Radyomu açıyorum Kordelya kanalından Türk Sanat Müziği dinliyorum...
Şarkılar eşliğinde aşağılara bakıyorum. İşte o an, sorular soruyorum kendime. Neden bunaldığımda yüksek tepelere atıyorum kendimi ?
Babamın evinden karşı tepeye bakma tutkum neden ? Neden tepelere çıktıktan sonra, İçim ferahlıyor geri dönüyorum ?
Çocukluk günlerimi hatırlıyorum. Elinde klarnet i olan, fotür şapkalı bir baba beni gelip oradan alacak, o benim babam. Belki dört yaşındayım belki beş. tam olarak kaç yaşında olduğumu anımsamıyorum. Tek anımsadığım; annem tarafından ’Seni tepecikten aldık, baban klarnet çalardı’ demesi.
Çocukken Gümüldür’deki düğünlere, ince saz adı altında, en az 7 kişiden oluşan müzisyenler gelirdi. Şimdiki gibi bir org la yapılmazdı düğünler. Klarnet çalan bir amca olurdu mutlaka. Küçüğüm daha, ben nerden bileyim o müzisyenlerin İzmir’in Tepecik semtinden geldiklerini. Tepecik deyince, zannediyorum ki evimizin karşısında bulunan tepe. Her yaramazlık yaptığımda annem, uslu durmam için söylermiş bu yalanı
’Seni tepecikten aldım, uslu durmazsan geri gönderirim.’. Oysa evimizde bir baba vardı. Pala bıyıklı, sürekli bahçede çalışır. Sabah erken kalkar, önce kahvehaneyi açar, ilerleyen saatlerde de bahçeye gider. O zamanlar hiç aklıma gelmiyor ’bu benim babam değil mi ?’ sorusu. Çocukluk işte, belki korkuyorum sormaktan, kimbilir...Ne zaman üzülsem, kendimi yalnız hissetsem, özlemle bakıyorum o tepeye, elinde klarnetiyle babam gelecek yaralarımı saracak diye.
Babamı kaybettiğimde 39 yaşındaydım. Aylarca parmak uçlarım sızladı. Çünkü gerçek babamı, kaybedince buldum. Onu kaybedince anladım ne kadar çok sevdiğimi...
Çocuklukta söylenen bir yalanın nasılda duvar ördüğünü.
Şimdi babamın evini restore ettim orada yaşıyorum. O tepeye gene bakıyorum ağlayarak...Yıllarca beni gerçek babama bakmaktan alıkoydu diye üzülerek bakıyorum o tepeye.
Ve hayattayken söyleyemediklerimi mezartaşına söylüyorum babamın. Onu çok özlüyorum, en çok ta ’Babacım seni çok seviyorum ’ demeyi özlüyorum...
29/06/2009-nilkurt
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.