- 884 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Modern Zamanlar ve Kimlik
Modern Zamanlar ve Kimlik
Emin Mansuri
“Yolunu kaybedenlerin tarihi, haritanın bulunmasıyla başlar.”
Savrulmuş ve özgüven kaybına uğramış olan toplumlar, anlam haritalarını keşfettikçe yürünecek yolun, yaşanılacak hayatın ayırdına yeniden varırlar.
Bütün mesele dönüşü olanaksız güzergâhlara sapmamak ve karanlığa karışmamaktır. Aksi halde yitirilmiş değerler ve kuşaklar güncesine usulca yazılır isimleri ve unutulurlar…
“Ne gök ağlar arkalarından ne de yer …”
İslamî Kimlik:
‘İlk sözleşmeyle’ çerçevesi çizilen ve tarih boyunca ‘kutlu elçilerle’ tahkim edilmiş olan İslami kimlik, Allah’ın muradı ve insanoğlunun fıtratıyla mutabık bir mahiyet arz eder.
Tevhid ve adâlet, İslamî kimliğin ‘kök paradigmasını’ oluşturur. Söz konusu unsurlar ‘zamanlar ve mekânlar üstü’ yaşam pratikleri meydana getirmiş; İslamî kimlik de bu minval üzere varlığını sürdürmüştür.
İslam medeniyetinin teşekkülü, ‘Allah merkezli’ kimlik inşâsının tabiî bir yansımasıdır.
Çölün kumlarına karışmış, ‘durağan akıl’ ile malûl olan bedevîlerden altın bir nesil; “Eğer karşıma bu deniz çıkmasaydı senin adını ta ötelere taşırdım.” diyen vakarlı komutanlar; “onca toprak ezen; ama bir tek çiçek ezmeyen” adalet savaşçıları bu kimliğin sonucudur.
Sanattaki derunîlik, ilimdeki vukûfiyet, felsefedeki ince kavrayış, sosyal yaşam ve devletteki adalet, İslamî kimlik sayesinde zirveye ulaşmıştır.
Bir “öksüzün” vicdanından süzülerek mahşerî kalabalıklarla buluşmuştur.…
Vahyin kutsal soluğu; dile kelam, akla izan, topluma mizan getirmiştir. Fakat; İslamî kimliğin varlık sebebi ve gereği olan ilkelerden uzaklaşıldıkça kimlik krizi ve değer erozyonu İslam coğrafyasına egemen olmuştur.
Allah’tan bağımsız yaşam alanları tasarlandıkça tevhitten; tahakküm ve kudret anaforuna kapıldıkça adâletten; dünyevîleştikçe ahiret bilincinden; kendimizi müstağnî gördükçe sorumluluktan; dürtülerimizi ilahlaştırdığımız sürece erdemden; onaylanma, takdis ve menfaat umdukça salih amelden peyder pey uzaklaşılmıştır.
Yaşanan kimlik krizine Batı’nın da önemli ölçüde katkısı olmuştur.
Bilindiği üzere Batı Medeniyetinin ‘kurucu teorileri’nden birisi de ‘kartezyen felsefe’dir. Kartezyen felsefe, ‘analitik akıl’ yerine ‘kategorik aklı’ önceleyerek varlığı kategorize etmiştir. Din-bilim, akıl-vahiy, duygu-düşünce, madde ve mânâ bütünlüğü bozulmuş, insan ve evren ruhsuzlaştırılmıştır. Fransız İhtilali ile ulusçuluk, sanayi devrimi ile de kapitalist kültür ivme kazanarak küresel hâkimiyetini ilan etmiştir.
Pozitivist ve kapitalist “amentü”nün yaygınlaşması, dünyadaki kimlik buhranı ve ahlâk yoksunluğunun en önemli nedenidir. Elbette kimlik buhranları ve ahlak dışılık yalnızca modernizme özgü bir vakıâ değildir. İnsanlık, modern dönem öncesinde de defalarca ahlakî ilkelerden uzaklaşarak felakete sürüklenmiştir. Ad, Semud, Hud, Lut kavimleri ve daha nicesi buna örnektir…
Soysal uçurumun derinleşmesi, vahşetin olağan hâle gelmesi, kadim öğretilerin ürünü olan kavram ve kurumların yok sayılması; bireysellik, yalnızlık, cinsel sapkınlık ve toplumsal çözülme… Dünyanın her yanına yayılan keskin barut kokusu… Bunlar büyük bir buhranın ayak sesleri değil mi?
“Dünya cennetini” kurma ideali, kof bir iddianın ötesine geçemedi. İnsanoğlu hiç bu kadar aşağılanıp değersizleştirilmedi. Modernizmin “tek ve evrensel gerçeklik” anlayışı da; post-modernizmin “sınırsız ve çoğul gerçeklik” tezi de adâleti ve huzuru temin etmeyi başaramadı. Sancı sürüyor…
Hintlilerin “Bulanık Çağ” dedikleri bir zaman kesitini idrak ediyoruz sanki. Dünya halkları, içine sokulduğu “kimlik cenderesi”nden çıkmanın yöntemlerini arıyor. Uzakdoğu felsefeleri, meditasyon, sipritüalist garabetler… Huzura kavuşmak için ne bulunsa tüketiliyor. Ama yine de dingin ve mutlu olunamıyor…
***
Peki, İslam günümüz için nasıl bir kimlik modeli önermektedir?
Bu soruyu doğru yanıtlamanın bir yolu da, asr-ı saâdette ve günümüzde İslam karşıtı odakların hangi kimlikten rahatsız olduğunu belirlemekten geçmektedir. İslam’ın ‘yeminli düşmanlarının’ hoşnutsuzluğu bizlere bazı doneler verebilir. Bu donelerin, tek ölçü olmasa da bazı çıkarımlara ulaşmamıza yardımcı olacağı açıktır. Hangi kimlik ve anlayış, egemenleri tedirgin etmekte veya hangisi onların onayını/hoşnutluğunu kazanmaktadır?
Hayatın kıyısında yaşayan ve her türlü bayağılığı sineye çeken ‘modern hanifler’ mi? Batinî ve mistik tecrübelerle efsunlanmış, sosyal bilinçten yoksun dervişler mi? Şiddeti amaçlaştırmış olan marjinal militanlar mı? Sadece zihin konforunu süslemek ve ‘bilgiyi çerezleştirmek’ amacıyla okuyan; toplumsal sorunlara kayıtsız kalan ‘tatlı su aydınları’ mı? Etnik ve mezhebî kimliğini ümmet şuurunun üzerinde tutan partizanlar mı? Temel ilkelerini konjonktüre feda eden yüzer-gezer liderler mi?
Yoksa yüreği ve aklı, aşk ile yoğrulmuş muttakiler; tevhit, adalet ve özgürlüğün şahitliğini yapan muvahhitler; atâlete ve rehâvete kapılmaksızın, hikmetten nasibini arayan ârifler; bilgisini eyleme dökmeyi prensip edinmiş bilgeler mi?
Evet, hangi kimlik, ‘vasat ve dengeli’ bir ümmetin mensupları için ideal kimlik olabilir? Hangisi ‘kendisinden razı olunmuşların’ safına katar bizleri veya hangisi uhrevî ve dünyevî hüsrana neden olur?
Bu soruların cevapları önemlidir…
Çünkü yeni bir yüzyılın ilk demlerini yaşıyoruz. Küreselleşme, bir yandan bütün kimlikleri belirsizleştirirken; öte yandan ‘uç ve sapkın’ kimlikleri meşrûlaştırıyor. Kuşatıcı değerler yerine, ‘mikro kimlikler’ ve değerler yüceltiliyor. Popüler kültür, İslami kesimi de içten içe dönüştürüp statükoya entegre ediyor.
İnsanlığın yüz akı olan şahsiyetler yetiştirmiş bir dinin mensupları olarak, kimliğimizi dejenere etmeye yönelik bütün hesapları ve tasallutları bertaraf etme çabası içerisinde olmalıyız. Evimize, çevremize ve kentimize vahyin diriltici iklimini taşımalıyız. Kirlenmekten, yozlaşmaktan kaçınmaya çalışmak, onurlu bir hayat sürmek yegâne gayemiz olmalıdır.
Şüphesiz ‘akibet muttakilerindir. ’
YORUMLAR
Bu yazının sınıfsalı eksik, haliyle ulusalı da olmayacak... Ama sıkı tespitleri var...
Batı toplumlarının ulus toplumsallığı aşaması yaşamışlığı yerine, bulanık bir ümmetizm konmuş. Çok şikayet edilen batı ve maddeci emperyalizmin, ulusalı; cemaat, mezheplere bölmek gayreti ve ulus üniter yapılara saldırması, bence burada asıl belirleyen.
Belirleyen denince, belirlenen olduğumuzu anlamış durumdayız...
Analitik ve kategorik akıl çelişkisini, analitik ve kategorik (kalbi) din düşünselliği ile zıtlaştıabilir miyiz diye bakıyorum: İnsanı kalbi analizlere tabi tutan mistizmden öte sonuç vermez/çıkmaz gibi görülüyor...
İslam(cılığı)'ın işbirlikçileri ve ılımlıcıları ile anti kapital ve anti emperyalistleri arasındaki savaş bunu belirleyecek. Belirleyecek olan cemaat, tarikat ve fırka temsilcileri ise, çok teslimiyetçi olmak anlamında belirlenmeye can atar haldeler ve hiç de öyle insanı ümitvar eder gibi görünmüyorlar.
Sıkı yazı yazmışsınız, keşke tespit edip alıntıladığınız bu etkileyici fikirlere kendi katkılarınızı daha yoğun katkılayıp/ekleseydiniz.
Katılmadığım çokça yer olsa da ilgiyle okudum. Size son sorum ise şu; sınıfladığınız kategorik ve analitik akıl dışında ve yeni bir ölçme değerlenirme odağı kurallamış olsaydık... Kalp yoğun akıl gibi bir yeni kategorik önerme mi yapardınız?
Yazınıza hiç beklemediğim biçimde, hayret ve şaşırtıcılığı nedeniyle, katılmadığım epeyce yeri olsa da tam puan veriyorum.
Saygılar...
Göktürkmen tarafından 6/28/2009 12:29:00 PM zamanında düzenlenmiştir.