- 12091 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Emin Acar hoca ve bir Meczup!
İçtenliğin ve samimiyetin her geçen gün azaldığı,
Ve bir hazanın yaşandığı günlerdi.
Okullar da ders olarak okutulan, müfredat yetersizdi.
Aileler geçim sıkıntısından perişandı.
Siyasi atmosfer, hat safhadaydı!
Oyunların yerini, ne yazık ki, hınç ve anlamsız hırs almıştı.
Çaresizlik yaşanıyordu.
Herken aynı şeyleri yapmak zorundaydı.
Seni sana bırakmıyorlardı.
Takip ediyorlar.
Evleri basıyorlardı.
Karakollar dahi, siyasi görüşlere göre bölünmüşlerdi!
Düğüşü, kavgayı, hiddeti yüreğimiz kaldırmıyordu.
İçimiz parçalanıyordu.
Milletin efradı, maksatlı olarak parçalanmaya tabi tutuluyordu.
Fakat bu gerçeği, o zamanlar anlatmak asla mümkün olmuyordu.
Her ne hikmetse anlaşılamıyordu, maalesef pasiflikle suçlanılıyordu.
Okumak, okula gitmek öyle bir sorundu ki,
Bela seni bir biçimde bulurdu.
Gönül dostum bir arkadaşım vardı.
Kalenderdi, hizmet ehliydi. Müşfikti.
Manevi bakımdan derinlikliydi, bilmediğimiz, duymadığımız,
Birçok konu başlığını, bu arkadaşımdan öğrenmiştim.
İşi rast gelsin, bizi adam yerine koyar,
Her zaman ziyaret eder hallenirdik.
O kurşuniliğin, metalikliğin, güneşe hasret bir iklimin Betbah lığında,
O kadar önemliydi ki, içimiz açılır, başka âlemlere dalınır,
Tefekkürle de olsa, bu kasvetli havadan uzaklaşılırdı.
Bir bakıma ekmek gibi, su gibi önemlilerdi.
Birkaç gün sevgili arkadaşımı göremeyince,
Çok meraklandım, evlerine ziyarete gittim.
Değerli annesi kapıyı açtı ve buyur etti.
Teşekkür ederek odaya girdim ki, arkadaşım,
Perişan bir vaziyette yatmaktaydı
Çok şaşırdım birden taatcup ettim.
Yanına yaklaşarak geçmiş olsun dedim.
Öyle halsiz yatıyordu ki, cevap dahi veremedi.
Annesine hayırdır dedim.
Beni, hemen başka bir odaya aldı.
Daha çok şaşırdım. Merakım arttı.
Teyze kısık bir sesle, bak oğlum kimseler duymasın,
Senin arkadaşın ve benimde oğlum,
İnce hastalığa yakalanmış dedi.
Ben anlamamıştım.
İnce hastalığın, ne olduğunu bilmiyordum.
Yeniden sordum ve maalesef duyunca kahroldum.
Sevgili arkadaşım verem olmuş, bu hastalığa yakalanmış.
Teyze devam etti, çok tavsiye ettikleri her bir şeyi denedik,
Fakat her geçen gün, durumu kötüye gidiyor dedi.
Teyze ne yapabiliriz dedim. Senin yapacak bir şeyin yok.
Araştırdık, Ankara’ya göndereceğiz. Orada bir hoca varmış dedi.
Tamam, o zaman bende arkadaşımla birlikte giderim dedim.
Bir gün sonra hazırlığımızı yaptık ve Ankara yoluna düştük.
Hiç vakit kaybetmeden, bir yerde oyalanmadan, Saman pazarının,
Yolunu sorduk ve bir taksiyle, hekimler birliği vakfına vardık.
Bu vakıfta kalan ve tıp öğrencisi olarak okuyan arkadaşımız,
Yakup vardı. Onu ziyaret ederek, adı geçen doktor hocayı soracaktık.
Nihayet teferruatıyla malumat aldık ve yeniden yola koyulduk.
Hacı Bayram Veli hazretlerinin dergâhının hemen yanında bulunan,
Eski ve taş bina olan mekâna, birkaç merdiven inerek içeriye girdik.
Oldukça mütevazı bir oda, karşılıklı ahşap iki sedir ve onu üzerinde,
Serilmiş bulunan fakir bir kilim. Pencereye yakın oturan bir insan!
Yetmiş yaşlarında bulunan, saçları ağaran, fazla kilosu bulunmayan,
Orta boylu, narin yüzlü, seyrek sakallı, beyaz dişli ve biraz beli bükülü,
Bir âdemoğlu hoş bir tebessümle, hoş geldiniz, sefa getirdiniz dediler.
Ben bu şahsı tanımadığımdan, pür dikkat ve bir şüpheyle bakıyorum.
Nihayet arkadaşım bir müddet sonra, büyük bir nezaketle ve dikkatle,
Meramını anlattı. Yaşlı amca dinliyor fakat dalgın gözüküyor.
Birkaç genç öğrenci, birden içeriye girdi, onlara da buyur etti.
Hal hatırdan sonra tam bir şey söyleyecekti ki, duyulan bir sesle,
Yaşlı fakat biraz farklıydı. Üzerinde lekelerin görüldüğü bir kıyafet,
Kafasında kasket, yüzünde kirli sakal, ağzında bakımsız bir diş,
Burnu, mendile hasret kalmış, parmaklarında tırnakları uzamış,
Ayakkabıları çamura batmış, hiçbir cazibesi bulunmayan bu adam,
Piri fanilik yakışan, tahammüle kucak açan, sabra kaftan diyen,
Doktor Emin Acar hocanın hemen yanına oturdu. Ben hayretle baktım!
Bu bakımsız adam, Emin Acar hocanın dizlerine vuruyor, kahkaha atıyor!
Bizde büyük bir şaşkınlık yaşamak zorunda kalıyorduk.
Adamla epey bir şeyler konuştu. Emin hoca onu parasını tutuyormuş,
Nihayet bu adam yine anlaşılmaz bir kahkaha atarak, vedalaştı.
Emin Acar hoca, haydi arkadaşlar hatmi hace yapalım dedi.
Hatmi haceye başladık ve bir müddet sonra sallanmaya başladım.
Dayanamadım, merakımdan göz kapaklarımı açtım. Ne öreyim?
Resmen tatara valli gibi sallanıyoruz. Kimseden çıt yok!
Ben çaresiz olarak, yeniden göz kapaklarımı yumdum.
Bir müddet sonra hatmi hace bitti. Emin hoca bizlere dedi ki;
Bakın arkadaşlar, biraz önce konuştuğum insan bir meczuptu!
Bu adam, İsmet İnönü’nün askerken postasıydı, yediği bir tokat!
Veya başka bir sebeple, bu hallere düştü. Kışın dışarıda çok kaldı.
Fakat donmadı! Buraya her geldiğinde mutlaka bir sebepten gelir.
Fakat gelme sebeplerini bizler bilemeyiz! Daha sonra şimdi olduğu gibi,
Açığa çıkar. Bakın biraz önce bir deprem oldu. Ama kendi kayboldu!
İşte siz, siz olun bu insanları asla üzmeyin, hürmette kusur etmeyin,
Çok yakın olamayacağınız gibi, gereğinden fazla yaklaşmayın dedi.
İşte o zaman anladım ve idrak ettim ki, Hacı bayramda bir veli daha var.
Mustafa CİLASUN