- 874 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KÜÇÜK YUSUF'UN ACILARI
Sabahın erken saatlerinde her zamanki gibi kaldırımın bir köşesinde oturmuş ve kara kara düşüncelere dalmıştı.Sanki, o burada değildi.O kendinde değildi.O bambaşka bir hayalin peşine sürüklenmiş kendini bir türlü durduramıyordu.Bu kadar ağır bir hayali yaşayansa küçücük, masum bir çocuktu.İşin en garip yanı, küçücük bir çocuktu.
Aradan zaman geçince toza bürünmüş suratını gözyaşlarıyla temizlemeye başlayıp ve alnında biriken hüznü hafifletmeye başladı.Ansızın,bulanık gözleri, yolda paketi açılmamış bir çikolataya yöneldi.Çikolataya uzunca bir süre bakakaldı.Uzun zamandır yemediği, belki de tadını unutmuş olmasına rağmen ona sadece bakmakla yetindi.Anlaşılan yaşadığı dram, bir çocuğu çikolatadan uzaklaştırabilecek kadar kötüydü.Çikolataya sırtını çevirerek yürümeye başladı.Öyle gürültülü bir şehirde sessizce düşüncelere dalmak çok acaip bir durumdu.Hava soğuktu, hastaydı, zor bir şekilde nefes alıyordu.Bir parkın bankında oturmuş bir şekilde buldu kendini.Oysa, hangi çocuk parka kadar gelmişken, tahtaravellisine, salıncağına binip, içine sevinç ve mutluluk depolamadn evine geri dönebilir ki?Dalıp gittiği düşüncelerden biraz olsun arınarak eve döndü.Ve annesiz bir evin acı kokuları içinde babasına derin derin baktı.Sofraya oturdu.Fakat; yediği yemek annesinin ona yaptığı yemek kadar güzel değildi.Babası sofranın diğer başında içkiler arasında boğuluyordu adeta.O, minicik elleriyle, soğuk suyu açarak bulaşık yıkadı.Ve sonra odasına çekildi.Annesinin fotoğrafını aldı, kucakladı.Öptü, öptü ve yine gözyaşlarına boğuldu.Annesi ile dolu hayaller hiç kesilmeden rüyasına da girdi.Artık, hep istediği bisikleti, tadından vazgeçemediği çikolatayı, kuş olup da uçmayı, saklambaç oyununu ve daha birçok şeyi yaşamıyordu rüyasında.Rüyalarının tek hakimi vardı.’Annesi.’
Yatağa uzanmıştı.Fakat; yükü çok ağır geliyordu ona.Sırtında bir hançer duruyordu, kulakları annesinin ona söylediği ninniden başka birşey duymuyor, gözleri sürekli annesini görüyordu.
Rüyanın yarısında birden uyandı.Yüzünü yıkadı ve annesinin mezarına gitti.Toprağa dikilmiş iki çikolata gördü ve yanıbaşında bir bisiklet.Bisikletin üzerinde bir not vardı:
’Oğlum ben cennete geldim.Ben burada mutluyum.Ama sen mutsuz olursan, beni de mutsuz edersin.Beni mutlu etmek istiyorsan sana gönderdiğim bu çikolataları ye ve bisikleti de sür.Kendine iyi bak yavrum.Merak etme ben hep senin yanında olacağım.Seni seviyorum biricik meleğim.’
Çocuk büyük bir sevinç içerisinde çikolatayı yemeye başladı.Bisiklete binip sokak sokak dolaşmaya başladı.O bir çocuktu.Bir çocuğun gözleriyle bakıyordu hayata ve çikolatayla bisikleti annesini getirdiğini düşünüyordu.Ne olursa olsun, o hala bir çocuktu.Çikolatadan, bisikletten, saklambaç oyunundan ve salıncaktan vazgeçemeyen bir çocuktu.Annesini kalbinde yaşatmaya karar verdi.
Bütün bu olayları dışardan izleyen, çikolatalarla bisikleti mezarın başına koyan ve daha beş yaşındaki bir çocuğun acılarına tanık olan insan, bir kadındı.Başka biriyle evlenmek için çocuğunu dahi bırakıp, ölmüş numarası yapan, küçük Yusuf’ un annesinin ta kendisiydi..