La ve İlla
İkbâl’in Düşüncesinde "Lâ" ve "İllâ"nın Analizi
La Ve İlla
Muhammed İkbâl, kendi selefleri olan mutasvvıflardan oldukça farklı olan görüşleriyle tasvvuf anlayışına yeni boyutlar kazandırmış, atalette olduğu söylenen tasavvufu âdeta aksiyona geçirmiştir. Muhtemelen onun bu farklı tasavvuf anlayışı, çok boyutlu olan tahsilinden kaynaklanmaktadır. Doğu’da görmüş olduğu mükemmel İslâm eğitiminden sonra Batı felsefesiyle tanışması, şüphesiz bunun en büyük âmilidir. İkbal’in, İslâm dünyasından Batı üniversitelerinde ihtisas yapan seleflerinden farkı, onun; Goethe’yi, Scopenhauer’ı, Dante’yi, Nietzsche’yi, Marx’ı tanımadan önce, Hz. Muhammed’i, İbn Rüşd’ü, Gazzali’yi, Mevlânâ’yı, yani İslâm peygamberi ve öğretisi ışığında düşüncelerini ortaya koymuş olan “Doğu Hikmeti”nin kurucularını tanımış olmasıdır. Onun içindir ki İkbal bu anlamda tasavvufta bir inkılap gerçekleştirmiştir denebilir.
Onu bildiğimiz “sufi” anlayışında tamamen farklı; bazen silahşör, bazen bir tekke köşesinde zikir yapan bir derviş, bazen “İslâm alemini sömürgeleştirmiş olan Batı emperyalizmine karşı acaba nasıl bir çözüm ararım?” diye kafasını ellerinin arasına almış düşünen bir mütefekkir olarak görürüz. Bu hüviyetiyle İkbal, klasik tasavvuf anlayışını altüst etmiş, ona yepyeni ve aksiyoner bir veche kazandırmıştır.
Değerli dinleyenlerim, iki gündür İkbal’i konuşuyoruz. Gerek dinlediğimiz tebliğlerden, gerekse bu konuda yapmış olduğumuz araştırmalardan anlıyoruz ki, İkbal’i yakıp tutuşturan bir ateş var. Onun içindir ki, aramızda bulunup, bizi dinlemekte değerli oğlu Cavid Bey’e sormak istiyorum: O büyük şair, o büyük mütefekkir, o büyük aksiyon adamı, namazdaki Tahiyyat’tan başka, hiç yerinde oturup kaldığı oldu mu? Çünkü eserlerinden tanıdığımız İkbâl hep koşuyor. Sanki bir şeylere kavuşmak için, bir maratoncu gibi, mütemadi bir endişeyle koşup duruyor. Öylesine koşuyor ki, onu okuduğunuzda siz de nefes nefese kalıyorsunuz. Zihninde koşuyor, tefekküründe koşuyor; Sinâ’daki ceylanlarla koşuyor, Hindo-Çin dağlarındaki keçilerle kayadan kayaya atlıyor…
Vaktimiz sınırlı olduğu için, İkbâl’in Tevhid anlayışı üzerinde geniş olarak duramayacak, sadece Tevhid’de geçen iki kelimeden hareketle ortaya koymuş olduğu farklı yaklaşımı arzetmeye çalışacağım. Bu iki kelime, “lâ” ve “illâ” kelimeleridir. Bildiğiniz gibi, “Lâ ilâhe illallah” derken, “lâ” nefy edatıdır. Bir şeyi, bir hükmü, bir otoriteyi kabul etmiyorsak, ona “lâ” deyip karşı çıkıyoruz. Kabul ettiğimiz hükmü, otoriteyi ise, “illâ” deyip istisna ve kabul ederek tasdik ediyoruz. İşte allâme İkbal’in ciğerini yakıp tutuşturan, Tevhid’in iki ana unsuru, bu iki kelimedir: “Lâ” ve “illâ”! Sağ tarafında bütün menfi’lere karşı “lâ” isyan ediyor; sol tarafında ise “illâ” bu isyanın tasdikini oluşturuyor. İşte İkbal tefekkürünün formülünü ve tefekkürün hareket gücünün kaynağını bu iki kelime teşkil ediyor. Bu formül, Çin’den Anadolu’ya kadar, bütün Doğu insanının kurtuluş reçetesi olarak heykelleşir İkbal’in tefekküründe. Nitekim İkbal’in, bu konudaki düşüncelerini, Ey Doğu milletleri artık ne yapmamamız gerekir? [Pes çi bâyed kerd ey akvâm-ı şark?] adlı kitabında serdetmesi, tesadüfî bir yerleştirme değildir. O, Doğu milletlerine kurtuluşları için ne yapmaları gerektiği sorusunu sorduktan sonra, “lâ” ve “illâ” anahtarlarını gösteriyor. Zaman darlığı sebebiyle, İkbal’in işaret etmiş olduğu bu anahtarların, Doğu milletleri için nasıl bir kurtuluş reçetesi olduğu konusunun sadece bir iki noktasına değinebileceğiz¹.
İkbal’e göre –biz de aynı kanati taşıyoruz- günümüz müslümanları “lâ” ile “illâ”nın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Bilmedikleri için de, tatbikatını hiç yapamıyor, dudaklarında mırıldanıp duruyorlar. “Lâ” ve “illâ” dudakta kalıp zihinlerde tecessüm etmediği için ruhlarda bir kıvılcım oluşturamıyor, kıvılcım olmayınca da aksiyon ateşi tutuşmuyor. İkbal’i yakıp tutuşturmuş olan o meşale öylesine yakıcıdır ki, onun tabiriyle “Kıyametten de büyük!” Bu ateş öylesine korku ve ümid ile âlûdedir ki, ona kavuşabilen, korkuyu aşmanın eşiğine gelmiş demektir. Müslümanlar, mânâsız bir korkuya kapılarak sinip emperyalistlerin kölesi haline gelerek köşelerine çekildikleri için İkbal, onları uyandırmak, harekete geçirmek istiyor. “Ey müslümanlar! Siz kendinize gelip Batı’ya bir lâ diyebilirseniz, onların tümünü korkuya salarsınız!” diyor ve şöyle devam ediyor. Kâinâtın başlangıcı, zaten bu “lâ” harfiyledir ki; bu “lâ” Allah erinin de ilk menzilidir”.
“Allah eri” kimdir? Allah için koşandır… Allah eri, bu “lâ” peşinde koşan, onu kendisine hedef tayin edendir. İşte bunun içindir ki Allah erinin hareket noktası, bu “lâ” iledir. Kâinâtın hesabı “lâ” ve “illâ” ile mümkün
“Kâinât kapısının fethi “lâ” ve “illâ” iledir” derken, İkbal kâinatın vereceği hesabı “lâ” ve “illâ”ya bağlıyor, kapısının fethinin ise “lâ” ve “illâ” ile olabileceğini vurguluyor, ve devam ediyor:
Bu iki kelime, cihanın takdiri olan”Kaf” ve “Nun”dur.
Hareket “lâ” ile başlar, “illâ” ile son bulur!
“Lâ” ve “illâ” cihan oluşumunun takdir ve ilâhî emir olan “Kâf” ve “Nun”un birleşerek “Kün” olmasıdır! İkbal, bu söylemiyle “Allah bir şeyin olmasını dilerse, o şeye “Kün!”[Ol!] der, ve o şey olur”² ayetine atıfta bulunup “Kün!”[Ol!] emrini “lâ” ve “illâ” ile izah etmeye çalışıyor; bu izahından sonra İslâm ümmetine şu çağrıda bulunuyor:
Ey İslâm ümmeti! Eğer sen “lâ” ile “illâ”yı anlar, bunu tatbik edebilirsen, “Kün!” sırrını çözmüş, esaretten kurtulmuş olursun! Çünkü “lâ” ve “illâ” “Kün!”deki o hikmeti taşıyor”. “Lâ” deyince hareket başladı; “illâ” deyince yerine oturdu cihan! “Lâ ilâh” sembolünü ele almayınca, Allah dışındakilerle olan bağı kıramazsın! “Lâ”, cihandaki her işin başlangıcı, bu başlangıçsa, Allah erinin menzilidir!
“Lâ” ve “illâ”yı insanların, ümmetlerin yiyecekleri, giyecekleri gibi gören İkbal, bu iki mütemmimin; yâni birbirini tamamlayan iki unsuru müslümanların birbirinden ayırdığını söyleyerek yakınıyor. Ve “Müslümanların başına gelenler, işte bu “lâ” ile “illâ” ayrılığındandır” diyor. Onun içindir ki, bu iki kardeş kavramı birbirinden ayırdıklarından dolayı sinmiş, pısırıklaşmış müslümanlara çağırıda bulunuyor:
Ey hücre köşelerinde oturup lak lak edenler,
Ayağa kalkın ve Nemrdî düzenlere karşı “lâ” narasını atın!
“Karşı çıkın” diyor İkbal. Çünkü milletlerin büyüklüğü “Lâ” demekle, yani haksızlıklara karşı direnmekle, güzelliği ise “İllâ” iledir!
Ümmetler için “Lâ” demek yücelik;
“İllâ” demekse güzelliktir!”
“Lâ ilahe’nin sırrı açıklanıp ortaya konmadan, “Masiva’nın ipi Allah yoluna bağlanamaz!” diyen İkbal, feryadını şöyle sürdürüyor:
Eğer sen o “Lailahe illallah”a yapışamazsan, Allah’ın emrettiklerinin dışından kopamaz, Allah’a bağlanamazsın!
İkbal’e göre “Lâ” ve “İllâ”, ezilmişliğin, ezilmişlerin isyanını simgeler. Onun içindir ki o ezilmişlere şöyle seslenir:
Ey müslüman; sen ezilmiş Müslümanların, o emparyalistlere, o efendilere karşı savaşmasını mı istiyorsun?
O hâlde onun toprağına, toparak yığınlarına “Lâ” tohumunu serp!
“Lâ” tohumunu serp ki emperyalizme karşı ayaklanabilsinler!
Nitekim, haksızlıklara karşı “Lâ” deyip direnmesini bilmeyenleri, insan saymamıştır selef. İnsan isyan etmesini bildiği sürece insandır; ve onun insan oluşu, bu isyana bağlıdır. Başka bir deyişle haksızlıklara karşı ayaklanmasını bilmeyen insan insan değildir. Onun içindir ki İkbal, “dikta rejimlerini yıkan silâh, insanlar arasına ekilmesi gereken “Lâ” tohumudur.”diyor.
İnsanları ezen Kisra’lar ve Kayser’ler, işte bu “Lâ” tohumuyla perişan olup tarihten silindiler. “Lâ” söylemi, ezilenlerin, ezenlere karşı vermiş oldukları kutsal savaşın silahını oluşturur. “Efendilik”le “Kölelik” savaşı… Diktaya karşı parya isyanı…
Ancak şunu belirtmek mecburiyetindeyiz ki “Lâ” savaşının “İllâ”sı olmazsa, o savaştan netice alınmaz! Çünkü sadece “Lâ” makamında hayat yoktur. Yani bir insan “Lâ” deyip durursa, o insandan bir şeyler olmaz, boşlukta kalır; düşer ve kaybolup gider. Nitekim İkbal, “Rusya bile sosyalist devriminde “Lâ” ile ayağa kalkıp insanları ezmekte olan Çarlığa isyan etti. Fakat Rusya’nın bu “Lâ”sı “İllâ”sız olduğundan, ayaklanmasından bir netice almadı; ve yıkılmaya mahkumdur.”dedi. İkbal göremedi amma, “İllâ” demesini bilmeyen Rus sosyalizminin nasıl yıkıldığına biz şahit olduk.
Kısaca “İllâ”sız “Lâ”nın hiçbir değerinin olmadığını söylüyor İkbal. Çünkü “İllâ”nın neticeye varması içndir “Lâ”. Çünkü o “İllâ” ile “İllallah” deyip Allah’ı her şeyden tenzih ediyoruz ki bizim için hayatı oluşturan her şeyden “lâ” ve “İllâ” deyip tenzih ettiğimiz o yüce Allah’tır. İşte bunun içindir ki İkbal “ Batının isyanı yarım kalmıştır.”diyor. Çünkü Batı, kendisini ezen hegemonyaya karşı “lâ” demesini bildi amma, Müslüman olmadığı için “illâ” deyip isyanını tamamlayamadı. Bu isyan tamamlanamadığı için de, çökmeye mahkumdur.
Sözümü, İkbal’in bu konudaki nefis beyitleriyle tamamlamak istiyorum:
O kimse ki elinde “lâ” kılıcı vardır;
İşte o, bütün kâinâta sahip olur!
Ve nihayet biz müslümanlara şöyle sesleniyor İkbal:
Ey insanlar, verin bana “lâ” kılıcını;
“İllâ” ile emperyalist putlarının birer birer nasıl devrileceklerini size söyleyeyim!
İşte İkbal, Tevhid’den bunu anlıyor. Tabii onun bu konudaki görüşleri, bu söylediklerimizden çok daha fazladır. Fakat biz, tebliğimizin çerçevesi dahilinde, sadece onun “lâ” ve “illâ” kelimelerinin analizini yapmaya çalıştık.
Prof. Dr.İhsan Süreyya SIRMA/1995
YORUMLAR
TV lerde radyolarda anlatılmaz bu konular
Basın kimlerin elinde belli
Onlar da halkı uyutmaktan nemalanıyorlar
Uyuyan müslümanlar çok revaçta şimdi
Mayın arazileri meselesi ortada
Çok güzel bir yazıydı bilmediğim şeyleri öğrendim Allah razı olsun
Araştırma yapmam gerek şimdi yeni sorular oluştu kafamda çözmem geek