- 608 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşamdan Döküntüler 2
SAADET ZİNCİRİ
Seher Vakti, şehrin semalarına doğru, insanın içini duygulandıran etkili ve dokunaklı bir ezan sesi ile uyandım. Yatağımdan doğruldum. Sabahlığımı üzerime geçirdikten sonra, balkona çıktım. Gökyüzüne baktım. O zamana kadar fark etmemiştim. Uzaktaki belli belirsiz camii minarelerinin ruh hâlini... * “- Bu ezanlar – ki şahadetleri dinin temeli – Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.” “O Zaman Vecd ile bin secde eder – varsa taşım; Her cerihamdan, İlâhi boşanıp kanlı yaşım,” Şâirin mısraları, sağduyum ve gün doğusundan hafif esen rüzgâr daldan dala saadet zinciri oluşturuyordu gönül bahçemde... Ve ben de çocukluğuma yaslanarak hayal alemine daldım. Kuş cıvıltıları, horoz sesleri, çocuk sesleri derin ve dinlendirici maviliklere doğru bir uçurtma özgürce topraktan aldığı enerjiyle gökyüzünde kızıl bir mum ile dans edercesine süzülüyordu narin ince edasıyla... O an coşku ile huzur veren bir ülkede yaşamanın hazzı ile karışık duygularla debelenirken içimi utanç kapladı. İçimde ki sakladığım emanetten kurtulmak, yırtıp atmak istedim. Ölmek ve uçmak. Göz pınarlarımdan yaşlar aktı. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Benimle birlikte gökyüzü de ağlıyordu. İnadıma; bardaktan boşanırcasına yağıyordu yağmur. Her şimşek beynine işliyordu... yüreğime... çocukluğuma... O sabah seherinde bir alay güvercin balkona hücum etti. Ekmek kırıntılarıyla açlıklarını gideriyorlardı. Sokağın sonundaki bahçede bir kadının kolunun altında ki seccadesi ve elindeki bir tas ile güvercinlere, kedilere, tavuk ve diğer hayvanlara o gün ki yemişlerini veriyordu. Sonra, kadın kıbleye döndü. Namaza durdu. Bitirdi ve gülümsedi. Saatler bir birini kovalamaya başladı. Günlük rutin işlerin arasında O ses ve görüntü gün boyu sürdü. İçim kıpır kıpırdı. Beynim ve kalbim o derece yeis ve kırgın. Ve o derece heyecanla doldu ki bu hissi ve fikri faaliyet karşısında dizlerimde takat kalmadı. Ey Allah’ım söyle bana dizlerim nerede... Ey Allah’ım söyle bana gözlerim nerede... Beynimi kemiren sesten bir an kurtulurum diye koştum. Ve ayağım tökezledi yere yığıldım. İçinde ki canavardan kurtulmalıydım. Beynim yorulmuştu. Boşluğa bakar gibi hayatımdaki yapı taşlarıma bakıyor ve tırmanıyordum yokuşu... Ne yapmalıydım. Nereye gitmeliydim. Artık kurtulmak istiyorum. Ben ülkemde ülkem insanlarıyla ırk, dil, din ayırımı yapmaksızın yaşamak istiyorum. Donkişot gibi yaşamaktan bıktım. “ATATÜRK” gibi... “MEVLANA” gibi, yeniden doğmayı öğrenmek istiyorum. Sağduyu aşılamak istiyorum. Çığlık attım. Öyle bir çığlıktı ki yanıma gelenler bu aşkın yolculuğunun sonunu bilemediler... Ve ben hayâl âleminden uyandığımda “ Yahya Efendi” ile sohbette kahraman ordumuza dua ediyordum. Şâirin dizeleri ise gökyüzünde narin, ince yapısıyla özgürce dans ediyordu. “ Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı Hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl; Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet, Hakkıdır, Hakka tapan milletimin İSTİKLÂL.”
İstanbul, 12 Mart 2000
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.