- 1096 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
12 Eylül 1980 Faşizmi ve Dallas Kültürü
Sabahın erken saatlerinde radyo mikrofonlarından Türkiye halkına, Türkiye Tarihi’nin üçüncü ihanet belgesinin cunta ve faşist generalleri tarafından yayınlan bir bildiri düzenbaz bir kültüründe gelişinin habercisi olmuştur. Bu ihanet kültürünün ilki, Mayıs 1950 yılında demokrasiye geçiş düzenbazlarının çürüme kültürüne ilk ihanetlerini zehir olarak kusmalarıyla, ikincisi ise 12 Mart 1971 faşist ve gerici darbesinin kültürüyle yozlaşarak 12 Eylülü hazırlamıştır.
Bu ihanet tarihinin acı sonuçlarını Türk toplumu bugün her alanda yaşayarak tanık olmaktadır bu düzensiz gidişe. Egemenlerin ve finans kapitalistlerinin istediǧi gibi düşünmeyen ve bozuk düzene karşı mücadele eden her kişi bu dönemde faşizmin insanlık dışı acımasızlıǧını fiziki ve psikolojik işkencelerden geçirilerek gerici bir toplum yaratmanın basamakların merdivenleride bu dönemde hazırlanmıştır.
Böyle bir cüreti gösteren genelde beş tane faşist general ve görünmeyen gizli güç kapitalizm düzenbazlıǧı, köşedönmeciliǧi temel felsefe olarak dayatan, tüketime dayalı, ahlaksızlıǧı da ahlak olarak edinen bir kültürü baz alarak insanı deǧerlerin hemen hemen hepsi yok edilerek bugünlere gelinmiştir 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra…
Bu dönem aynı zamanda Türk toplumuna yabancı olan bir yaşam biçiminin de içine çekilmesinin başlangıcı olma tarzını da dayatmıştır. Yankee yaşam biçimi diziler sayesinde sabah ve akşam saatlerinde insanların büyük çoǧunlǧunu televziyon ekranlarına kitleyerek normal düşünce tarzından uzaklaştırmak için duygularımıza kadar sömürmüştür ve sömürmektedir. Benim çoçukluk dönemimin bitişi ve ergenlik dönemimin başlangıcına rastgelen „dallas kültürü“ adeta saygısız bireylerin yetişmesine ve nesillerin yozlaşmasına katkı saǧlamaktan başka hiç bir yenilik getirmemiştir topluma.
O dönemlerde Türkiye Radyo Televizyon Kurumunun siyah – beyaz ekranları sokakları bile boşaltarak Yuing Ailesinin sömürü sisteminde nasıl bir yaşam sürdüklerini görmek için işini gücünü bırakarak somya ve sedirlerde ki yerini almışlardır. Bunu ben kendi aile çevremde yaşadıǧım gerçek bir örnekle açıklayabilirim: Ben bu yılları yarı köy, yarı da şehir hayatıyla geçirdiǧim için hafta sonlarında „dallas saatı“ geldi diyerek babamın bile tarladaki işini bırakarak diǧer insanlarla kafileler halinde köyde mevcut olan bir kaç siyah – beyaz TV’nin karşısında sessiz, pür dikkat bir şekilde Ceyar‘ın veya Bobi’nin aǧzından çıkacak bir kaç saçma sapan söz için gözlerini faltaşı gibi açarak acaip hallere bürünmelerini seyretmistim aci aci. Böylelikle belli bir yaşam kültürü hem toplumun ahlak yapısını bozarak kim kime dum duma bir hayat tarzının benimsenmesine de herkes kendi payına düşen katkıyı yapmıştır. Darbenin işkence korkusuyla sindirilen kitlelere incir çekirdeǧini bile doldurmayan konular program olarak sunulmuştur. Amerikanvarı yaşam tarzı, sömürü düzenbaz kültürü her kesiminde ahlak yapısını daha da bozarak kitlesel ahlasızlıklarında zeminini hazırlamıştır. Kimin elinin kimin cebinde olduǧu belli olmayan renkli bir dünya, toz pembe bir hayat, hayalvari sunuşlarıda kişilerin beynine kazımıştır.
Kitlelerin oynanan bu oyunların farkında olmaması için „aptallaştırma kutusu“ olarak iyi bir konuma sahip olan bu alet sayesinde insanlar hayatın gerçek yüzünü deǧil farazi bir dünyaya yöneltilerek gerçeklerden uzaklaştırılıyorlardı. Bu toplumsal dengelerin ahlak kavramından ayrılarak kutuplaşmasınıda saǧlayarak paslı zihinlerinde yaratıcısı olmuştr.
Dallas dizisi aynı zamanda madrabazıǧın, dolandırıcılıǧin, sahtekarlıǧın ve hokkabazlıǧın da ilk dizi olmasıyla da bir ilke imza atmıştır. Bu toplumsal yapıyı bozarak herkesin hücrelerine kadar işleyen ve sinen virüslerin de yayılmasına önayak olmuştur. Böyle yoz kültürün gelişine kadar sözdede olsa Türk aile yapısı ortalama aile deǧerlerini koruyarak yaşamaya çalışan toplumsal çekirdeǧide oluşturmaktaydı. Bu süreç Özal denen düzenbazın özel televizyonlara izin vererek kendi gibi hırsızların düzenini de koruma ve kollama yasalarıyla destekleyerek soyunun ve ahlaksızlıǧın artmasından başka bir faydası olmamıştır. Okul, fabrika, yol ve konut yapımı teşvik edileceǧi yerde özel televizyonların açılmasına da izin vererek yüzde yetmişi zaten aptal olan bir toplumu daha da aptallaştırarak karanlık günlerin gelişi de adım adım hazırlanmıştır.
Bütün bu gelişmeler insanı deǧerleri hiçe sayan sahtekarlık, dolandırıcılık, havadan para kazanma, hayali ihracat gibi bir kültürü yayarak “gemisini kurtaran kaptandır, devletin malı deniz, yemeyen domuz, her koyun kendi bacaǧından asılır, benim memurum işini bilir, anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” felsefesiyle bugünkü yaşadıǧımız hortumcu kültürü toplumla kaynaştırmıştır. Gericilik renkli dünyalarla her gece gözlerimizin içine sokularak kirli bir dünyanın varlıǧı da meşrulaştırılmıştır. Tahribat günlük yaşamımızdan, aile yaşantımıza, sosyal ilişkilerimize kadar dejenere ederek hepimizi deǧersiz deǧerlerle donatmıştır. Bilinçaltlarına yerleşen bu günlük refleksler bazen farkında olmadıǧımız acaip davranışlarıda kişiliklerimizde toplayarak hasta bir toplum olmuşuz. Türkiye toplumu gibi okuma özürlü olan bir toplum ekranlardan beyinlere akan günlük zehirle dozajlanarak dejenerasyona uǧramıştır.
Bir toplumda, toplumsal gelişmeler mutlak bir ilerleme göstermek zorundadır. Zaten tersi olan bir toplum, sırf statik – duraǧan bir yapıya sahip deǧildir. Bunun olmamamasi bir yönüyle de sevindiricidir. Ama statükoculuktan kurtulurken toplumu ad absurdum’a doǧru itelemekte reel bir tespit olamaz. Toplumda doǧa gibi sürekli devinim halinde olduǧu için, sosyolojik yapı kendi dinamizmini yaratarak devingenliǧi yakalamak zorundadır. Bu gelişme pragmatik bir yaklaşımın o topluma sunacaǧı en büyük pozitif bir deǧerdir.
Hatırladıǧım kadarıyla Teksas’ın dümbük ve düzenbaz zenginlerinden olan bir ailenin, bir çiftlikteki yaşamını pembe dizi olarak bizlere empoze ederek bizim de onlar gibi olmamızı isteyen kültürsüzler bu pembe dizi sayesinde milyonlarca insanı da 70’li yılların sonunda 90’lı yıllara kadar ekranlara zincirlemesiyle de ünlüdür bu dizi.
Zengin Batılı devletler ve onların yerli işbirlikçileri olan asalaklar da kukla olarak varlıklarını sürdürmektedirler günümüzde… Asıl sıkıntı ise toplumu ayakta tutan güzel deǧerlerin harcının bozulması, kolonların patlayarak arızalanması ve kirişlerin eǧrilmesine sebep olduǧundan dolayı tüm bireyler istisnasız bu kültürden nasiplerini almışlardır. Her adım başı rastladıǧımız yabancı isimli kahveler, dükkanlar, pastaneler, eǧlence yerleri, firma isimleri bu evreden sonra kendini dayatarak günümüzde ahlaksızıǧı ve terbiyesizliǧi üstün kılmıştır. Her güzel ve insanı deǧer yerini bir diziyle doldurarak aylık ve haftalık insan ilişkileri normal sayılmaǧa başlanmıştır.
Bu kültürden geriye kalan ise kırılan kalpler, biten evlilikler, boǧazlara düǧümlenip söylenemeyen güzellikler, bireysellik, sıradan ve basit ilişkiler topluma yön vermeǧe başlamıştır. Düşünelim ki, bir toplumda herkes evlilik kurumunu yürütemeyerek ayrılsın, bu gelişme bir kaç nesil sonra normal olacaǧı için anormallik bize normallik olarak yutturulacaktır. Elbetteki anlaşamayan insanlar zoraki bir birlik sürdürerek mutlu olamazlar. Ama bir kişi eǧer görmek isterse eşinde, sevdiǧinde, dostlarında kendine yakın yüzlerce ortak nokta bulacaǧı gibi terside olabilir. Yinede her ayrılık ayrılık deǧildir. Canı sıkılan birisini ailesini ve yakınlarını incir çekirdeǧini doldurmayacak sıradan ve basit sebeplerden dolayı terketmesi gibi örneǧin. Bu örnekler bizim düşündüǧümüzden daha fazladır. Emin olmak gerek ki, bir çok ayrılıkta olmaz bahanelerin ileri sürülmesinden kaynaklanmaktadır. Dallasın ihaneti bu açıdan deǧerlendirildiǧinde topluma vermiş olduǧu maddi ve manevi zarar hesap edilebilse kimbilir acaba milyarlarla ölçülebilir mi? Yimimimizden, giyimimize, yatışımızdan kalkışımıza kadar her şey sömürgecilerin istediǧi gibi yarattıkları tüketim (konzum) kültürüyle ölçüldüǧü için radikalleşme ve gerici din kültürüde o kadar vahim sonuçlarını her alanda göstermektedir.
Bir yerlerde ekmekler cöpe atılırken, diǧer tarafta insanlar açlıktan ölmektedirler. Bunda egemenlerin suçu olduǧu kadar, toplumdaki her bir bireyde en az onlar kadar suçldur. Yani böyle aymazlıkların yayılmasına herkes şu veya bu şekilde katkıda bulunarak kola içme kültürü, malbora sigarası da sembolleşen simgeler arasındaki yerini alarak bizi bizden uzaklaştırmaǧa her alanda devam etmektedir.
Sonuç itibariyle; düşünmeyen, önyargılı, soǧuk, sevgisiz ve sevimsiz bütün özellikler daha çocukluktan başlayarak ekrana endeksli, pokemon, gamboy, playstation … gibi oyunlarıyla kandırılan çocuklarında tüketimin dışında bir kültür tanımadıklarını gözler önüne sermektedir. Ötobüslerde ve trenlerde dikkat ettiǧimde kulakları patlarcasına dinlenen müzik, küçük oyun aletleri, daha on – oniki yaşlarında sigara ve içki içen nesillerin geleceǧe hakim olacaklarının korkusuyla yaşamaktayım. Her eǧtimci gibi beni de rahatsız eden bütün bu gelişmelerden birinci derecede bunları üreten firma düzenbazları ve hükümetler gelmektedir. Yirmibirinci yüzyıla damgasını vuracak hastalık ise depresyondan çok aletlere baǧımlılık hastalıǧı olarak teşhis edilecektir. Bilgisayar sindromu denilen hastalık çaǧımıza damgasını vuracaǧa benziyor. O halde ben diyorum ki, nulli concedo…
hasan hüseyin arslan, 25.06.2009, gece 01:11’de
YORUMLAR
Sonuç itibariyle; düşünmeyen, önyargılı, soǧuk, sevgisiz ve sevimsiz bütün özellikler daha çocukluktan başlayarak ekrana endeksli, pokemon, gamboy, … gibi oyunlarıyla kandırılan çocuklarında tüketimin dışında bir kültür tanımadıklarını gözler önüne sermektedir. Ötobüslerde ve trenlerde dikkat ettiǧimde kulakları patlarcasına dinlenen müzik, küçük oyun aletleri, daha on – oniki yaşlarında sigara ve içki içen nesillerin geleceǧe hakim olacaklarının korkusuyla yaşamaktayım
O günleri yaşadım.Çok kötüydü...Sizin yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil...
saygılar efendim...