ANNEEE…! SERÇE DONMUŞ…..
" önce öyküler yazıldı...sonra,noktasına virgülüne kadar,cümle cümle yazılanlar hayatın gerçekliğinde yaşandı...Bir başka tarafta yaşanılan bir ilahi aşkın tüm yaşanmışlıkları masallara konu oldu,yine yazıldı...Bana yazmanında başka bir aşk olduğunu öğreten gitsede,gittiği kadar kalan,tek yürek dostuma...bu yazdığım ilk kısa öykümü armağan ediyorum...."
Hava öyle soğuktu ki,ve de oldukça karanlık…neredeyse donmak üzereydi…minicik başını buğulanmış ve su damlacıklarıyla kaplı cama dayadı,yine ve yeniden orada olmayı öyle çok istiyordu ki,biliyordu gerçek özgürlükte, pembe kıyafetlere bürünmüş mutlulukta,nazenin damarlarından geçen kan sıcaklığındaki huzurda sadece orada duruyordu…ve arada,sadece,bir cam kalınlığı kadar uzaklık vardı,bir an için elini uzatıp, o camı paramparça etmeyi istedi… ama,unutmuştu artık ellerinin olmadığını…olmayan elleriyle nasıl kırabilirdi,hayatla kendisi arasında duran camı…
Üşüyordu,yüreği miydi yoksa bedeni miydi üşüyen bilmiyordu,sadece çok üşüyordu…oysa,yanan bir mum alevinin sıcaklığı bile yetecekti ısınmasına…
Camın ardını daha iyi görebilmek için,kısılmış gözlerini birazcık daha açmaya çalıştı,olmadı…gözlerinden akan yaşlar oracıkta buz tutmaya başlamıştı çünkü…taşlaşmış haliyle,minicik başı hala cama dayalıydı…yavaş yavaş,belki de birkaç nefes alımlık gücü kaldığını anlamaya başlamıştı,birden o son gücünü, nefesinden çalıp tekrar camın ardına bakmak için harcamaya karar verdi…
-BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM…
Besmelesini çekti ve yaşamına dair son bakışları,camın ardındaydı artık…
Odanın boyası hala aynıydı,camgöbeği mavisi…İçerisi sımsıcak olmalıydı,çünkü kömür sobası her zaman ki gibi yeşil koltuğun sağ tarafındaki yerindeydi,acaba odunların çıtırtısını dinlerken,üzerinde yine kestane pişiriyor muydu annesi…Televizyon açıktı,başka seçeneğin olmadığı tek kanalda ana haberler vardı ve siyah beyaz kutunun karşısında babası bir ayağını yine altına almış otururken, memleket durumlarına kaptırmıştı kendisini…
Yüzlerce yıl geçmişti sanki aradan…ama,değişmemişti hiçbirşey,olduğu gibiydi herkes ve her şey yerliyerindeydi…
Gözyaşlarının buzu çözülmeye başlamış ve yeniden sol tarafından süzülüyordu…ve,biliyordu vakit çok azdı artık…ama,O’nu,görmek istediğini daha görememişti…Allah’ım birazcık,fazladan yalnızca birkaç dakika daha zaman,sonra nasılsa emanetinin canı senindi…
Kırmızı oyuncak telefonun kordonu yine dolanmıştı,sinir olurdu onu çözerken,süpürge çöplerinden yeni bir papatya tacı yapmıştı minicik elleriyle kendisine…O,oradaydı işte… en çok sevdiği pembe fırfırlı elbisesini giymişti…
ayağında, elbisesine uygun olsun diye komşu teyzesine işlettiği pembe çiçeklerle süslenmiş,beyaz patikleri vardı…küçük bir anne edasıyla,oyuncak Zeynep bebeğini ayaklarına almış sallıyordu…birde ninni uydurmuştu ona,
“küçük Zeynep,minik Zeynep
uyu kızım,büyü kızım…
Zeynep kız uyuyacak
Saçına kuşlar konacak
Kuşlar onu salıncaklarda sallayacak…”
Tüylerinin diken diken olduğunu hissedebildi bir an için… Oradaydı işte,görmek istediği,çok ama çok özlediği sarışın,kıvırcık saçlı küçük kız oradaydı…bulmuştu O’nu sonunda,görebilmişti…gitmeden önce…
Offf…! Küçük kız ne kadarda mutluydu o evde, oyuncakları vardı,kimselerin sahip olmadığı birde hazine sandığına sahipti,sandığını açtıkça içinden sevgiler saçılıyordu etrafa…çok seviliyordu,çok seviyordu,çok mutluydu…
Birden küçük kızın elindeki salçalı ekmeğe ilişti kısık gözleri…Ne çok severdi,annesinin kendi yaptığı ev salçasını taze ekmeğe sürdürür,üzerine tuz ektirir yerdi..öyle de inatçıydı ki,sanki sabah akşam keçi sütü içmişte,süt inat tılsımı olmuştu.Ekmeğin üzerinde tuz yoksa yemezdi,inat ederdi ille tuz diye…
Aşk ne çokta benziyordu şimdi,küçük kızın elindeki salçalı ekmeğe… acılar,tuz gibi ekilmedikçe aşkın üzerine yaşanmıyordu,yaşanamıyordu…ille de tuz,ille de acı…
Her şey ilkbaharın ortalarında,kıvırcık saçlı küçük kızın deniz kıyısına gittiği gün,gittiği an’da değişivermişti…Dalgalara doğru yaklaştıkça,oyunlarda duymadığı bir heyecana kapılmıştı ve orada gördü ilk kez deli kuşu…küçük kız karaya vuran ölü balıkları toplayıp,mahallenin aç kedilerine götürmek için oradaydı…deli kuş’ta,denizin diğer tarafındaki yaralı kuşlara yemek götürmek için ölü balıklara gelmişti…birisi elini,diğeri kanatlarını aynı balığa uzatmıştı…birden gözleri,gözlerine değiverdi…balığı gösterip “paylaşalım” dedi deli kuş,”paylaşalım” dedi küçük kız… açlara umut tadında yemek verebilmek için, paylaştılar ölü balığı ve gittiler…
Neler oluyordu deli kuş’a…kanat çırpmakta zorlanıyordu,bir denizin üzerine,bir kıyıya gidip duruyordu…aklında sadece küçük kız vardı,deliliği baki kalsa da,sanki kuş olmak yüzüne takılan çivili bir maske gibi ilk kez yakıyordu canını…ahhh..! kıvırcık saçlı,küçük kız…bir anlatabilseydi sana kendini, kimselere diyemediklerini sana deseydi deli kuş,dökseydi içini de bin yıllık şu yalnızlığı bitiverseydi…yine gelir miydi ki,küçük kız…
Küçük kızın da deli kuştan bir farkı yoktu…oyuncaklarına el süremiyordu, ne Zeynep bebeği sallamıştı ayaklarında,ne de ninniler vardı o akşam dilinde…aklında sadece deli kuş vardı,birtek onu düşünüyordu…sabah gitse,bulur muydu orada yine,deli kuşu…
Koşa koşa,kahvaltıdaki salçalı ekmeğini bile yemeden,deniz kıyısına gitti küçük kız…oradaydı,deli kuş oradaydı…bakıştılar,konuştular…akşam olmuştu, ayışığını seyrettiler,aynı denizin aynı rüzgarında üşüdüler, hiç gitmek istemediler birbirlerinden,kopmak istemediler…ama gitmek zorundaydılar,bu hayat bir tek onlara ait değildi…istemeseler de gittiler başka yönlere doğru,yarını bilmeden, yarını görmeden gittiler birbirlerinden…
Olur muydu hiç,olur muydu…bir deli kuşla,küçük bir kız arasında hiç aşk olur muydu…ama,olmuştu işte,gözlerden gözlere doğru ilahi bir aşk doğmuştu…
Git diyordu deli kuş,git benden…kaç kurtar kendini,bak ben denizlere aitim yalvarırım kaç git,çok küçüksün denizlerimde boğulma…bende insan olamam artık,insanlığa yaşım çoktan geçti…bak küçük kız,denizlerde akşamken,senin olduğun karada gündüz vakti…denizde gün başlarken,karada akşam oluyor…gündüzle gecenin bir olmadığı gibi,karayla denizde bir olmaz,sadece bir çizginin iki yanı,sağı ve solu olur…git,git,git…!
İnatçılığı aşk içindi bu kez küçük kızın,gitmem diyordu…ben bir tek sana ait olabilirim artık…aşığım,çok seviyorum seni,yalvarırım git deme bana… insanda olma,olduğun gibi deli kal,kuş kal,deli kuş kal…bırak bende deli olayım,bende kuş olayım,istemezsen konuşmam da hiç…sadece kuş olayım,aynı denizin üzerinde,aynı gökyüzünde aynı mavinin içinde,ama yanında uçayım..git deme bana,gitmem..!
Olmaz dedi deli kuş ve küçük kızın da artık bir kuş olduğunu göremeden, ardına bakmadan denizin öteki ucuna doğru kanatlarını açtı,uçtu ve gitti…deli kuş gittiiii….!
Küçük kız da yoktu artık,deli kuşu içinde yaşatmak için kendini kendinden göndermişti…kendinden gitmişti…o da kuş olmuştu artık,hem de küçük bir serçe kuşu…kıvırcık saçlarının yerinde incecik küçük tüyleri vardı,ellerine bakmak istedi,kanatlarını gördü,elleri yoktu artık onun…
Ah küçük kız,ah küçük serçe…o minicik bedeninle,ufacık kanatlarınla asi rüzgarlara nasıl karşı koyabilirdin,yabancı büyük kuşlara yem olmadan nasıl geçebilirdin dünyanın kuyusu denizleri ve o denizleri geçemeden hangi yollar seni deli kuşuna götürebilirdi ki…
Gidemedi serçe,engelleri aşıp deli kuşa gidemedi…ve deli kuşta aşkından hiç dönmedi ona…kıvırcık saçlarını,tüylerine bıraktığı yerde,yine denizle kara arasındaki o çizgide, bekliyordu artık…bir umuttu işte,belki özlerde gelirdi deli kuş…umuduna sarılıp bekledikçe büyüdü içindeki aşk,sonra acılarına şükretmeyi öğrendi,kuş ibadetlerine yöneltip kendini,her an sevdiği deli kuş için,kuş dilleriyle dualar etti…
Bekliyordu…bir deli kuşu,bir de ölümü bekliyordu…
Sonunda kıvırcık saçlı küçük kızı,kendini,yeniden bulmuş ve son kez görmüştü…cama dayanmış minicik başını gökyüzüne çevirmeye çalıştı,olmadı… donuyordu,vaktin geldiğini anlamıştı…ölüm karşısında durmuş,sanki ona el sallıyordu "gel" diye…kendi kuş dilinde Kelime-i Şahadet’ini getirirken,bir yandan herşeye rağmen deli kuşu bulduğuna son nefesinde bile şükrediyordu...sıcacık olmuş yüreğinde hala bir umut vardı,acaba gittiğim yerde,ölümün ötesinde deli kuşu bulur muyum,benden önce gidip beni bekliyor mudur diye…
Sabah olmuş,gecenin dondurucu soğuğundan sonra hava ilkbaharın ortası gibi ısınmıştı…camın ardındaki küçük kız,pencereyi açtı ufak ellerini fesleğene sürüp avuçlarını kokladı,yine mutluluğu yüzündeki bir gülüşte asılıydı… defterinin arasında kurutacağı gülleri akşamdan pervazda bıraktığı yerden alırken birden irkildi…gülüşü kayboldu ve gözünden yaşlar akmaya başladı,bir damla yaş kendi gözünden serçenin gözüne doğru akarken,salçalı ekmeğine tuz eken annesine acıyla bağırmaya başladı…
- Annneeeee…! Fesleğen saksısının yanında,güllerimin üzerinde serçe var… Çabuk gel…..Annneeee…! serçe donmuş , serçe ölmüşşşşş……
Canan KARATOĞMA
YORUMLAR
Kuşlar,
onlarla konuşmayı o kadar çok severim ki anlatamam
helede sabah namazının ardından ne çok aşıkdırlar onlar..
geçtiğimiz günler de kendimi çokca kotü hissettiğim bir gün
penceremden odama aniden bir serçe dalıverdi..
yolunu kaybedip de düşmüştü belliydi..
Yakaldım ve avuçlarım da severken onu
kalbi çıkacakmış gibi deliydi
bir zaman sonra
hislerimiz anlaşmış olmalı ki
anne kuçağında şefkatin sarhoşuydu sanki
kalbi çırpınmıyordu çünkü..
tek gerçek sevgiydi...
Knadilinizi ve kaleminizi kutluyorum ...
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 6/25/2009 2:50:27 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlk öykünüzü yazdığınızdan dolayı sizi kutlarım.Şiirimsi,masalımsı bir üslupla yazdığınız öykünüz, ölümle bittiği için hüzün veriyor tabiki okuyucusuna.Bence donan kuş değil yürek gibime geldi?
Öykünüzdeki tüm kahramanlar da siz . Deli kuş ve deli kız çok benzer birbirlerine ve aşık oldukları aynı zamanda sanki kendileri .
Yüreğinizin donmaması ,kendinizi ve tüm çevrenizi ıstması dileğiyle.
Önder Döventaş.
soyutt tarafından 6/25/2009 10:09:10 AM zamanında düzenlenmiştir.
Şiirsel ifadeler var öykünüzde. İlginç ama güzel. Biraz da masalsı olmasından dolayı sırlı. Çok güzeldi, beğenerek okudum. Yalnız kuşu donduracak kadar soğuk kış mevsiminde kurutmak için taze gülü nereden bulduğunu anlamadım. Gerçi çiçekçilerde her mevsim bulunur ama, sobadan bahsetmişsiniz, pencere önündeki çiçekten bahsetmişsiniz, mütevazı bir ev havası sezinleniyor. Bu durumda kışın nadir bulunabilecek gülü defterin arasında kurutması için saklaması abartılı geldi. Hem de o soğukta çiçek neden pencerenin önünde ve kokusundan yararlanılacak kadar yeşil? Sadece kafama takılanlar bunlardı. Diğer yönleriyle mükemmel olmuş tebrikler.