- 3280 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GOSTİVARLI DÜĞÜNÜ GÖRDÜM
BİR GOSTİVAR DÜĞÜNÜ GÖRDÜM Kİ SORMAYIN
Yaz sezonu ile birlikte, düğünler, sünnetler ve nişanlar da arttı. Biz de, bir o yana bir bu yana savrulup, o düğünden bu sünnete koşup duruyoruz. Aslında bu hareketli ortamdan da son derece memnunum. Zira bu durum, bizim kültürümüzün zenginliğini yansıtıyor. Bu vesileyle akraba ve komşular, eş ve dostlar bir araya gelerek hasret gideriyor. Yeni yeni dostluklar ve arkadaşlıklar tesis ediliyor. Çoluk çocuk bir birini tanıyor. Böylece, bilgisayar, sınav testi, internet ve spor’dan başka bir şey bilmeyen ve adeta robotlaşan çocuklarımız da, sosyal hayata intibak ediyorlar. Geçtiğimiz hafta İstanbul Kadıköyde ikamet eden Gostivarlı bacanağım Yılmaz Öztürk Bey’in oğlu M. Emin Öztürk’ün sünnet düğünü vardı. Düğün fili olarak bir hafta devam etti. Önhazırlıkları da katarsak, masallardaki şekliyle 40 gün 40 gece sürdüğünü de söyleyebiliriz. Böylece, zengin Rumeli kültüründe yer alan tüm örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri de tekrar gözden geçirerek yaşama imkanı bulduk. Önce, yüzlerce erkek davetlinin katılımıyla sohbet, mevlüt ve Kur’an’dan oluşan yemekli dini proğram icra edildi. Ardından aynı formatta bayanların proğramı devam etti ki, kına gecelerini de sayarsak bayanlar kendi aralarında uzunca bir zaman sohbet, muhabbet, oyun ve eğlence ile nice hoş vakit geçirdiklerini söyleyebiliriz. Sünnet düğününün finali de, bir hafta sonra Çamlıca’da nefis bir salonda kadın erkek davetlilerin katılımı ile, yemek, müzik ve oyun eşliğinde yapıldı. Sağıma dönüyordum, binbir gece masallarına konu olan ve N Fazıl’ın: “Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...”diye tasvir ettiği güzelim İstanbul’u, soluma dönüyordum harika Rumeli havaları eşliğinde oynanan oyunları seyrediyordum. İki güzelliği birden yaşama şansını elde ettik o gece. Tarihçi olduğumdan mıdır bilmiyorum. Ama, Rumeli deyince, her defasında içim kıpır kıpır olur. Gönlümde rihteri büyük depremler hissederim. Evlâd-ı Fâtihan yurdu Rumeli’yi kaybedişimizdeki teesürle yüreğimin yanışını, Tuna boylarında şanlı akıncılarımızın dolu dizgin şahlanışını, Şar dağlarında kazların uçuşunu, Mehter marşları ve tekbir sesleriyle ordumuzun Vardar Ovasından geçişini âdeta görür gibi olurum. Ruh ve mana planında Gostivar çarşısında gezer gibi, Ohri gölünde yüzer gibi, Balkan haritasını çizer gibi, Viyana’dan Taşkent’e, Üsküp’ten Bağdat’a, Selanik’ten Erzurum’a diyar diyar tespih tanelerini İstanbul imamiyesinde dizer gibi olurum.. Rumeli’ye ve Rumelilere karşı daha başka türlü bir sevgim var. Onlara karşı, engin muhabbet besler, zengin sempati duyarım. Bu ilgi, eşimin Gostivarlı olmasından falan da kaynaklanıyor değil herhalde. Ama, sebebini çözemediğim bir ilgi, alaka, sevgi, saygı ve muhabbet bu. Rumelilerin kültürlerini seviyorum. Örf ve adetlerini seviyorum. Güzide insanlarını seviyorum. Dayanışma ve yardımlaşmalarını seviyorum. Bir ara kendi kendime, hop hop ne oluyor yani diyorum. Yoksa sen de hanım köylü oldun da farkında değil misin? Yok canım daha neler. Bu değerlendirmeler, duygusallıktan öte tamamen rasyonel. Hissilikten ziyade külliyen realist. Rumelili ses sanatcımız Bahattin Güler Beyefendi’yi, gece boyunca büyük bir zevkle izledim. Harika şarkı ve türkülerini beğenerek dinledim. Takdirimi de proğram sonrası bizzat tanışıp ilettim. Sazlar çaldı, Bahattin Bey söyledi, gençler, yaşlılar, kızlar, erkekler de hep beraber el ele tutuşup oynadı. Ancak, alkışlanacak bir güzel yanları daha var bu Rumelili dostların. Zira dikkat ettim, oynayan genç kızların ve bayanların yarısı açık, yarısı da kapalıydı. El ele, kol kola, omuz omuza, gönül gönüle öylesine güzel bir ahenk ve harika bir imtizaç oluşturmuşlardı ki, bu resim aynı zamanda, Türkiye’nin de özlenen gerçek manzarasının bir tercümanı gibiydi. Bir ara oyun halkası o kadar genişledi ve büyüdü ki, baktım Hacı Cemal , Hacı Fikmet , Hacı Zühtü , ve Hacı Eyüp’ün de halkada pervane olup Mevlana Şeyhi gibi döndüklerini gördüm. Şayet becerebilseydim o halkada belki ben de olurdum. Hacısıyla, hocasıyla, küçüğüyle büyüğüyle, kızıyla erkeğiyle meydan da halay çeken bu insanlar, ezan okununca da kadın ve erkek mescitlerine koşmuşlardı. Yani bu insanlar hem dindar, hem de moderndi. Hem muhafazakar, hem aydındı. Hem hoşgörülü hem sevecendi. Hem gelenekçi, hem yenilikçiydi. Yukarıdan beri portresini çizdiğim, Rumeli insanımız hakkında söylediğim her şeyin, hakikat ve samimiyet payının % 100 olduğunun bilinmesini isterim. Şimdi siz söyleyin değerli okuyucu dostlar, böylesi ulvi özelliklere ve yüce güzelliklere sahip insanlar, nasıl olur da sevilip, sayılmaz. Takdir edilip alkışlanmaz. İşte benim de, onları alkışlamak, uçsuz bucaksız bir bahtiyarlığımdır. Bu vesile ile Öztürk ailesini kutluyor, sünnet düğününü yaptığımız Mehmet Emin’e de ömür boyu mutluluk ve başarılar diliyor, tüm Rumelililere de saygılar sunuyorum.
" Ey Rumelili Şanlı Akıncım" şiiri için mustafaturan11.com sitesine giriniz.
YORUMLAR
"Merhaba ben oraları görme şansını elde ettim.Anlattığınız gibi harika yerler.İnsanlarıda öyle.Düğün olayına gelince;Oğlum oralı bir ailenin kızına ana sınıfından bu yana âşık:)))şimdi ortaokuldalar.
--Oğlum yandık biz nasıl yetişeceğiz onların masraflarına.Şeklinde espriler yapıyorum.Bende evlenme törenlerine şahit olmuştum da ordan bilirim.Hayırlısı.
Çok güzel anlatmışsınız.Saygılarımla."