AŞK Hüzünde Saklıdır
…Bu dansı bana lütfeder misiniz sesiyle irkildi kız. Şaşırmıştı, bunu beklemiyordu. Gözlerini oğlanın göz bebeklerinde görüyordu. Heyecanlı bakışlardı bunlar, titrek dokunuşlardı. Elbette dedi kız tereddüt etmenden. Orkestra çalmaya başladı Notre Dame de Paris’in büyülü şarkısı “Belle” kulaklarda çınlıyordu. Paris ışıklar altında kızla oğlana gülümsüyordu. Bir piyanistin notalara dokunuşu gibi birbirine kenetlenmişlerdi. Kızla oğlan sanki buz pistinde gibi bir uçtan bir uca kayıyorlardı…
Saat oldukça geç olmuştu. Kız kalmak için müsaade istedi ürkek bir sesle. Oğlan ayağa kalktı ve kızı istediği yere bırakabileceğini söyledi. Kızın yüzündeki gülümseme bu soruya verilen en iyi cevaptı. Arabaya bindi kızla oğlan…
Sen Mişel köprüsünden yıldızları izlemek o gün bambaşkaydı. Oğlan her zaman yaptığa işe birde ortak bulmuştu artık. Sessiz bir şekilde yıldızlar izlendi o akşam. Kayan yıldız için dilek tutuldu, mutluluk nidaları savruldu Seine nehrinin sularına. Derken, soğuk bir ses ile irkildi kızla oğlan. Küçük kayıkçının sesiydi bu. Gezmek ister misiniz diye bağırıyordu. Kız kendini evinde hissetti o anda. Yıllar önce dolaştığı o su dolu essiz şehir. “Ti amo” diye fısıldadı oğlanın kulağına. Oğlan kendi dili ile cevap verdi : “Je t`aime”…
Esrarlı kelimelerin yürekleri okşadığı o akşam bitmek bilmiyordu. Kısa bir kayık sefası sonrası Paris sokaklarını dolaşmaya başladı iki Âşık. La Madeleine’nin önünden geçerken eller birbirine ilk defa kenetlendi o an. Eiffel’in önündeki parkta soluklandı sevgililer. Paris dar gelmişti yüreklerine, nasıl gelmesin ki…
Sokak sanatçısını fark etti kız parkın ötesinde, yavaş yavaş yöneldi iki sevgili sesin geldiği yöne doğru. Kız sanatçıya baktı ve tek kelime döküldü dudaklarından:
“Belle’yi çalmanı istiyorum.”
Sanatçı elleriyle hayat verdi eşsiz dostuna. Yürekler ve Paris sadece büyülü sesi dinliyordu. Etrafa gülücükler saçıyordu iki sevgili. Aşk’tı bunun anlamı, masum, beklide yalın, beklide gösterişsiz mütevazı bir yaşam tarzıydı bu. Aşk işte farklıydı.
Hotel de Ville’de kalıyordu kız. Sabah yaklaşmıştı. Güneş kaçamak bakışlarla yüzünü göstermeye başlamıştı Paris’e. Ayrılık vakti demekti bu. Uzun bir yürüyüşten sonra ayrılma vakti gelmişti. Bir peri masalı gibiydi sanki. “Kül Kedisi” ne benzer bir gece gibiydi yaşananlar. Sabah olacak ve tüm esrar perdesi ortadan kalkacaktı. Hotel de Ville’nin önünde durdu iki Aşık. Gözlerinin içine baktılar, baktılar, baktılar…
Sabah olmuştu kız konuşmak istiyordu, birkaç kelime söylemek istiyordu. Ama ne anlamı vardı ki oğlan için. Anlayamayacağı kelimeleri konuşmak neye yarar diye düşündü bir an. Tüm insanların anlayabileceği bir dil olmalı diye söylendi kendi kendine. Ya oğlan, en az kız kadar konuşmak istiyordu. Haykırmak istiyordu “Seni Seviyorum” diye. Ama kız anlamayacaktı ki…
Gözler son kez birbirine baktı ve iki sevgili her şeyleri ile sarıldı birbirine. Sonra Veda…
Arkalarına bakmadan ayrılmalıydı iki sevgili, öylede oldu. Kız Paris’teki son geceyi beklide hayatının prensi ile geçirmişti. Fakat ayrılık işte, elden ne gelirdi ki. Son gün AŞK onu bulmuştu ama tek seferlik bir bileti vardı onu yaşamak için. Evine giderken dudaklarından hep aynı kelime dökülüyordu:
“Je t`aime”
…Oğlan yine her zamanki yerindeydi. Gök yüzünde yıldızları arıyordu, yalnızca onun yıldızını. Ama o çoktan kaymıştı tıpkı dünkü kayan yıldız gibi. Seine’in esintisi o anı bir daha yaşattı oğlana. Bir anda dudağından tek bir kelime döküldü:
“Ti amo”
…Onları diğerlerinden ayrı kılan yüreklerindeki AŞK’tı. AŞK’ları da hüzünde saklıydı.
Fatih Mehmet Mirza
11.03.2009
www.seniarayansesim.com