- 910 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ELBİSEMİ ÇAMAŞIR TELİNDE UNUTMA ANNE
ELBİSEMİ ÇAMAŞIR TELİNDE UNUTMA ANNE
Asiye aynaya baktı. Hazan mevsiminin sarısı ve kırmızısı yüzünden yaprak olup dökülüyor, hüzün olup gözlerinden süzülüyordu. Uykusuzluktan solmuş yüzü, gözlerinin altında oluşan morluklar ve torbalar yüzünü daha da anlamsızlaştırıyordu. Maviye ve kırmızıya boyadığı dalgalı saçları birbirine karışmıştı. Dün gece yatağında dönüp dururken, uzun bir süre yeni heykelini tasarlamış ve geç saatlere kadar da uyuyamamıştı.
Sevda evden erken çıkmış olmalıydı. Kahvaltı sofrasında Jale’yi çayını yudumlarken bulmuştu. Jale onu görünce heyecanlanmış, hatta çayını hızla içine çekerek ağzını ve dilini yakmıştı. Masanın üzerindeki gazeteyi eline almış ve diğer sayfalara hızla geçmişti. Konsolun üzerinde duran radyodan yayılan popüler bir şarkıya, masanın üstünde boş kalan sol eliyle ritim tutuyordu. Karşısına geçip “Günaydın” derken bile ceylan gibi ürkekçe bakmış ve gözlerini mutfağın penceresinden görünen tarihi saat kulesine doğru çevirmişti. Asiye karşısına oturup yüzünde anlam aradığı sırada hızla gazeteyi katlamış, çantasına gelişigüzel yerleştirmişti. Telaş içinde masadan kalkarken;
—Asiye, 8.45 otobüsüne yetişmem lazım. Lütfen sen kahvaltına devam et.
Asiye’nin içine bir kurt düşerken, paronayak fikirleriyle arkadaşının davranışlarında bir gariplik kuşkusuna kapıldığı için de kendini suçlamıştı. Belki de dün çok yorulmuştu. Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki Deniz Kızları Heykelleri’ni Altın Portakal Film Yarışması’na bir an önce yetiştirmesi gerekiyordu. Bu heykel onun için çok önemliydi. Belki de Hocası Hamdi Bey’i çok etkileyecekti bu proje. Belki de yüksek lisans yapmasında, üniversitede kalmasında çok yararlı olacaktı.
Asiye saatine baktı. Şaşırmıştı saat ne kadar hızla ilerliyordu. Otobüsün durağa gelmesine çok az zaman kalmıştı. Hızla banyoya koştu, elini yüzünü yıkadı. Kahvaltı yapmamasına rağmen otobüste ağzının kokmaması ve biraz da güzel görünmek için dişlerini fırçaladı. Birden yatağın üzerindeki kırmızı dekolte elbisesi gözüne ilişti. Geçen gün palmiyeli cadde üzerindeki bir mağazadan uygun fiyata almıştı bu elbiseyi. Biraz da yüreğinde heyecan duydu. Bir hafta sonra mezuniyet partisinde bu elbisesini giyecek ve herkese çok şık görünecekti. Servet kendisini nasıl bulacaktı acaba? Giyinirken penceresinden denize doğru baktı, denizin üzerinde sis bulutları vardı. “Bugün oldukça sıcak bir gün olacak.” diye düşündü. Gözleri tarihi Yivli Minare’nin üzerinden balkonundaki telde unutulan çamaşırlara ilişti. Güneşte bir gün daha fazla kalmakla belki renkleri solacaktı ama toplaması için de yeterli zamanı yoktu. Nasıl olsa Sevda onlardan önce gelir, çamaşırları toplardı…
Otobüs oldukça kalabalıktı. Sabah saatleri olmasına rağmen bunaltıcı ve sıkıcı bir gündü. Otobüste ter kokularıyla parfüm kokuları birbirine karışmıştı. Otobüste bugünde oturamamıştı. Sınıf arkadaşı Cemal en arkadaki koltukta oturuyordu. Onu görmesi için diğer yolcuların arasından arkaya doğru ilerledi. Uzun bir süre onu görmesi için çabalayarak arkaya doğru baktı ama Cemal dalgın görünüyordu. Cemal’in onu fark etmemesine biraz da üzüldü.
Güzel Sanatlar Fakültesi’ne geldiğinde bahçedeki tanıdıklarını selamladı. Kantinden sabah çayı ve bir simit alarak atölyeye doğru yürüdü. Koridorda alt sınıftan tanıdığı birkaç arkadaşını ve ders hocalarını selamladı. Atölyeye geldiğinde arkadaşları heykellerinin başında yerini almış; kimisi metalleri, kimisi alçıyı şekillendiriyordu. Uzun bir süredir film festivaline yetiştirmeye çalıştığı “Deniz Kızları” çalışması için, içinde büyük bir heyecan duyuyordu. Posedion Heykeli üzerinde çalışan Jale’nin yanına yaklaştı.
—Günaydın Jale
—Günaydın Asiye
—Sence Posedion’un bakışları biraz sert olmamış mı?
—Sert mi? Şaka yapıyor olmalısın.
—Tabii ki de şaka Jale. Aslında seninle konuşmak istiyordum, anlayamadığım bir konu var. Sabahtan beri içimi bir kurt gibi kemiriyor. Sabah ki davranışların biraz garip geldi bana.
—Fazla septiksin. Ama şüphelenmekte haklı da sayılırsın. Senden uzun bir süredir gizlemeye çalıştım ama yine de söyleyeceğim. Başkasından duyacağına benden duymalısın. Antalya caddelerine geçen hafta dikilen heykeller arasından sadece senin çalışman, nü heykellerin kimliği belirsiz kişilerce saldırıya uğramış. Bugün bütün gazete manşetlerinde bu var farkında mısın? Sana söylemiştim “O heykellere biraz daha sansür uygulamalısın.” diye.
Asiye şaşkın bir şekilde Jale’nin uzattığı gazeteye baktı. Ses tonu titremeye başladı. Belli ki çok üzülmüştü. Uzun zamandır çalıştığı, gecesini gündüzüne kattığı, emek verdiği Kadın Heykelleri talan edilmişti. Canı sıkkındı ve çalıştığı heykelinin başına geldiğinde elleri titriyor, alçıyı karıştırmak bile istemiyordu.
Kantinde yapılan esprilere katılamıyor, konuşmalardan uzak kalıyordu. Kahkahalarla gülen her insan sanki ona gülüyordu. Beyninde davullar çalıyordu. Bir an önce eve dönmek ve uyumak istiyordu. Selim’in konuşmalarını işitmişti fakülte dekanı başka yere atanmıştı. Neler oluyordu?
***
Eve döndüğünde posta kutusuna baktı. Aslında genellikle mektupları arkadaşları getirirdi ona. İlk defa istemsizce posta kutusuna baktı. Kutuda adına yazılmış resmi bir zarf duruyordu. Zarfın kenarını hızla yırtarak tebliği okudu. Yarın erkenden cumhuriyet savcılığına çağrılıyordu.
Ertesi gün savcılıkta ifadesi alınmıştı. Hakkında çeşitli suç duyuruları vardı. Halkın sosyal yaşamına, sanatsal eserlerle müdahale etme gibi. Şaşırıyordu, bütün bunları kendisi mi yapıyordu. Anlam veremiyordu. Tek suçu farklı heykeller yapmaktı.
Asiye bir hafta sonra okula geldiğinde duyduklarına inanamamıştı. Yeni dekanlarının şimdiki belediye başkanına çok yakın bir isim olduğunu söylüyorlardı. Yeni dekan derslerine de girecekmiş. Ders başlamadan önce heykelinin başına gitti. Önlüğünü giyerken Jale ona doğru yaklaşmaktaydı.
—Günaydın Asiye, konuşabilir miyiz?
—Tabiî ki, lütfen buyur.
—Asiye ben başka bir eve taşınmak istiyorum. Kaldığımız ev okula biraz uzak kalıyor ve oldukça da eski. Başka bölümden arkadaşlarla kalmak istiyorum.
Asiye elindeki alçı dolu tabağı şaşkınlığından düşürmemek için zor tuttu ve taburenin üzerine bıraktı. Hırsla Jale’nin gözlerine baktı.
—Bana karşı daha dürüst olabilirdin.
***
“Sanata ve Emeğe Saygı” eylemi çok sıcak bir günde yapılmıştı. Antalya caddeleri adeta cehennem gibi yanıyordu. Çok sayıda parti ve sivil toplum kuruluşları ona destek veriyordu. Antalya güneşi onlara çok acımasız davranıyordu. Bazı caddelerde polis barikatıyla karşılaşmışlar ve yürümelerine izin verilmemişti. Eyleme Jale katılmamıştı ve en yakın ev arkadaşı Sevda’yı da yanında görememişti.
Ertesi gün derse yeni dekan girmişti. Atölyedeki heykellere göz gezdirirken bir yandan da bizimle tanışmaya çalışıyordu. Bizden insan ve hayvan heykelleri dışında çok farklı çalışmalar beklediğini belirtiyordu. Konuyu film festivaline getirmişti. Yeni belediye başkanının festival için ve şehrin meydanlarını süslemek için, soyut resimler ile çok sayıda büyük metal çiçekler istediğini söylüyordu. Nasıl olur bu anlamıyordu Asiye. Sipariş üzerine sanat olabilir miydi? Sanatçıya ve emeğe müdahale edilebilir miydi?
Ertesi gün ve daha ertesi gün yine savcılığa çağrılmıştı. Eve polis gelmesinden bir süre sonra Sevda da rahatsız olmaya başlamıştı. Soğuk davranışlarından sonunun Jale gibi olacağını anlıyordu. Ne zaman olsa konuyu açacaktı. Hem Sevda’nın erkek arkadaşı Mustafa oldukça muhafazakârdı. Sıra dışı bir heykeltıraşla kalmasına daha fazla izin vermezdi.
Son eylem görüntüleri de medyaya yansıyınca Sevda daha fazla direnememiş ve sudan bahanelerle evden ayrılmıştı. Sevda’nın ardından evde tek başına kalmaya başlamıştı. Şehir de ne varsa üzerine geliyordu. Ev sahibi de ona son zamanlarda garip davranmaya başlamıştı. Nasıl olsa o da evden kovacaktı bir gün. Artık iyice septik olmuştu. Herkese şüpheli tavırlarla yaklaşıyordu. Paronayak bir çizgiye doğru kaydığını atölyede yaptığı çiçek heykellerini isteksizce yapmasından da anlıyordu. Atölyedeki başta yeni dekan olmak üzere herkes birer şüpheli ve Don Kişot gözüyle birer yel değirmeniydi.
***
Asiye otelin lobisine doğru yürürken boy aynasına baktı. Eliyle kızıla boyadığı saçlarını kabarttı. Bu renk ona çok yakışmıştı. Kırmızı dekolte elbisesinin gerdanını kapatmak için kullandığı kolyesini düzeltti. Jale ve Sevda otel lobisinde konuşuyorlardı. Onları görmemek için otelin tropik meyve saksılarını, hatta büyük avizeleri bile inceledi. Cemal ve Erdoğan karşılarındaki koltukta sohbet ediyorlardı. Bölüm hocaları da diğer oturma gruplarına oturmuş öğrencilerle konuşuyorlardı.
Sanat tarihi hocası Ümit Bey herkesin otelin bahçesine geçmesi için duyuru yapıyordu. Az sonra hafif bir müziğin eşliğinde akşam yemeği yeniliyordu. Soğuk mezeler ve içecekler oldukça hoşuna gitmişti. Özellikle somon balığını hayatında ilk kez yemişti. Erkek arkadaşı Servet dans etme teklifinde bulunmuştu. Çok geçmeden diğer öğrencilerle birlikte sahnedeydiler. Servet elini sımsıkı avuçlamıştı, Asiye ona daha da sokuldu. Sanki elini hiç bırakmamasını ister gibiydi. Birden Jale’nin bakışlarını üzerinde hissetti. Jale dans ederken onları yakından inceliyordu. “Ne kadar dikkatsizim.”diye kendi kendine kızdı. Kırmızı şarap üzerine dökülmüştü. Masanın üzerinden peçetelere uzanarak elbisesini temizlemeye çalıştı. Nazara inanıyordu. Birilerinin nazarı değmiş olmalıydı.
Partiden sonra Servet onu arabasıyla evlerine bırakmıştı. Sokak lambalarının ışığında Servet’in gözlerinin içine baktı. Gözlerinde Antalya’nın sıcaklığını hissetti. Vedalaşırken dışarıdan oturma odalarının lambasının yandığını gördü. “Açık bırakmış olmalıyım.”diye düşündü. Daire kapısının önüne geldiğinde şaşırmıştı. Bir çift kadın ayakkabısı duruyordu. Anahtarını çevirince neredeyse şaşkınlığından dili tutulacaktı. Annesi karşısında oturuyordu.
—Anne hayırdır, ne işin var bu saatte burada? Ne zaman geldin?
—Bir iki saattir seni bekliyordum.
—Anne neden geldin?
—Kuzum benim. Başın mı sıkışık?
—Neden bahsediyorsun anne?
—Güzel kızım kaç zamandır rüyalarımdasın. Neden benden gizledin?
—Neyi anne?
—Tüm gazetelerde yaptığın heykeller var ve sen hala bana hiç bir şey olamamış gibi neden bahsediyorsun diyorsun.
—Anne inan bana bir haftadır yaşadıklarıma inanamıyorum.
—Kızım neden böylesin? Neden herkes gibi değilsin? Çocukken de, ilk gençliğinde de böyleydin. Yoksa senin adını Asiye koyduğumuz için mi bunlar? İsminin özelliklerini mi taşıyorsun?
—…
—Geçen gün yapılan sivil toplum örgütlerinin eyleminde de senin ön planda olman beni üzüyor kızım. Lütfen kızım beni daha fazla üzecek davranışlarda bulunma.
—Korkma anne, seni üzmem. Başımın çaresine bakarım ben.
Biraz sonra üzerini değiştirdi ve annesinin yatağını yaptı. Annesi uzun yoldan gelmişti ve oldukça da yorgun görünüyordu. Üzerini değiştirirken annesinin uyuduğunu fark etti. Kırmızı elbisesini yatağın üzerinden eline aldı ve lekeye baktı. Banyoda elbisesini yıkarken annesinin buralara kadar gelişine üzüldü. Balkondaki çamaşır teline kırmızı elbisesini asarken caddedeki iki sarhoşun tartışmalarına tanık oldu. Az sonra polis devriyesinin siren sesi işitildi. Gözleri yat limanındaki yelkenlilerden kurtulup kale içine doğru süzüldü. Bakışları sabitlendi ve derin düşüncelere daldı. Son zamanlarda hayatı ne kadar da değişmişti. Sıkıntılı bir döneme girmişti ve aşmak için biraz zamana ihtiyacı vardı. Sanatçıya verilen değere inanamıyordu. Atatürk’ün sanatçıya verdiği değeri bugün bile anlayamayanlar vardı. İnsan emeğinin karşılığını böyle mi görmeliydi? Aklında hep annesi vardı. Son zamanları başından geçenler pişmiş kellenin bile başına gelmemişti. Annesinden olanları gizlemekle doğru yapıp yapmadığından bile emin değildi. Belki de onu üzmek istememişti. Yeni bir savunma mekanizmasına sığınıyordu, biliyordu ki dertsiz baş bostan korkuluğunda bulunurdu.
Sabah kapı ziliyle uyandı. “Bu saatte kim gelebilir?” diye düşündü. Belki de annesinin ardından babası da gelmişti. Kapıyı annesi açmıştı. Yatağından hafifçe doğrulmuş, salondaki konuşmaları dinliyordu. Annesi ağlamaya başlamıştı. Hemen anlamıştı. Yine cumhuriyet savcılığına çağırıyorlardı. Gide gele alışmıştı artık ama annesine bunu anlatması hiçbir zaman kolay olmayacaktı. Çünkü o Anadolu kasabasında yetişmişti ve ne zaman bir polis veya jandarma görse suçsuz olsa bile tedirgin olurdu.
—Korkma anne sadece ifade vereceğim. Merak etme öğleye kadar da dönerim.
—Güle güle kızım. Güle güle Asiye’m.
Annesi merdivenlerden inene kadar elini bırakmamıştı. İki polis memuru önlerinde yürüyorlardı. Apartmana giriş kapısının önünde annesine daha sıkı sarıldı. Ona, ev arkadaşları tarafından terk edilse de, içinde fırtınalar kopsa da güçlü olduğunu hissettirmek ister gibiydi. Polis memurlarının arasında arabaya doğru yürüdü. Polis:
—Lütfen hanımefendi acele edin, bir an önce gitmemiz lazım.
Polis memurunun konuşmalarını duymuyordu bile. Ani bir manevrayla ardına döndü ve son kez gözü yaşlı annesine doğru baktı. Kısa bir süre göz göze bakıştılar. Ağlamamıştı, ağlayarak zayıflığına müsaade edemezdi. Annesi son isteğini yerine getirmek ister gibiydi ama sesi titriyor ve kelimelerin ardını getiremiyordu. Annesi:
—Şeyy! Benden dönene kadar istediğin bir şey var mı kızım?
Asiye’nin kızıl saçları hafif rüzgârda dalgalanıyordu. Gözünden akan bir damla yaşı sanatından, emeğinden utandığı için değil, annesinden gizlemek için önüne baktı. Ellerini kavuşturarak:
—Dekolte kırmızı elbisemi çamaşır telinde unutma anne.
SON