- 652 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CÜNEYT ARKIN'DAN NASIL KORKMUŞTUK! ARDAHAN ÖYKÜLERİ (38) k: 41
Esko’yu bilir misiniz? Esko hizmetkardır ( Nöker). Orta yaşlardaydı. Saf adamdı. Şimdiler de özel eğitime muhtaç deriz. Zihinsel beceri kapasitesi diğer akranlarının kadar değildi. Mesele: Nöker deriz; Yanaşma deriz. Hepsi aynı. Esko’nun adı; asıl adı Aslandı.
" -İskender Dayıgil’de çalışıyordu. O kış Yaylacıktaydı. Onlara nöker durmuştu. Biz gençelenler, kocalayanları hiç anlamıyorduk. Bizimkisi, eğlence olsundu; nolursa olsun?.. Herkes ayranını öger kimse ayranım ekşidir der mi? Efendime söyleyim.
Gençelerken talihimiz yıldıznamelerle önümüze fanti kağıdı gibi açılıyordu. Yaylacık inanılmaz bir evre yaşıyor! Çeşmenin gür akması kesilmesine nişanedir!.. İnsanlar kaynaşmış. İnsanlar birlikte oturup, birlikte kalkıyordu. Akşam yemeğinden sonra herkesin kendi gustosuna göre seçimi belliydi. Ahırlar ayarlanmıştı. Çay içilir. Fanti oynanırdı. Bu ahırın o ahırdan kurulurken aynı konsept bütünlüğü olmazdı. Çok değişik temalara sahipti ahırlar. Şimdi televizyon kanalları tematik ya. Avcıların ki ayrı, çocukların ki ayrı. O’nun gibiydi. İnsanlar isterse neler yapabiliyordu neler. Ahırın birinde diyelim; briç oynanıyor. Öbüründe kent... öbür birinde fanti... daha öbüründe basra, elli iki oynanırdı.
Sigara; sarma içilirdi. Ne çok içer mişiz? Çay kurulur, demlenirdi şeker; çıkarıtılır takoz gibi şeker. Kerpetenler vardı onunnan gücene gücene şekeri kırardık. Küçük şeker- keserinnen ile şeker keserdiler; keserin sapı ve kendi demirdendi."
"-Biz gençlenenler mutluluktan uçardık. Kocalanları anlamazdık. Siz de biraz ’mutluluğumuzdan’ alır mısınız gibi ikramda falan bulunmazdık. Onların ihtiyacı yoktu da. Uzun upuzun kış gecelerinde hikayeleri ardı ardına anlatırdılar. Elma soyar, Portakal keserdik. İdare lambaları koşatın direğine Piza Kulesi gibi: On on beş dereceylen dayanık dururdu. Ne Piza Kulesi yıkıldı... İdare lambası yıkılmadı. Yitik zamanın bir soluğudur bu zaman sanırız yakaladağımız nefes veya hiç olmazsa devranın aksiydi.
"-Ey tut düngür! Yakaladık her’alde! Koyma ola kaçar ha! Sonra! Yoksa!"
Yıldızoğlu’nun ahırında oturmuş honça kurmuş gençeleyen gençler. Gücük ayıydı: Soğuk hava. Hançal saplanır ete; öyle acı soğuk. Göğe çeker sayarsın ki ayaz adami! Ahırda bagaya bağlı otuz iki tosun. On bir inek. Beş tane de dana vardı.
-Gerçek mi?
-Gerçek değilse yalan borcum mu var?
- ...
Ahırda bağlı heyvanların nefesi KUM SAATİNİ çevirdiği gibi ahırın, ahırın başındaki odayı da ısıtıyordu. İdare lambası odaya renkli sıcak turuncu ısıtma sağladıkca ta Ahmet Kirvagilin karşı sırttaki ufuk çizgisinde sal taşın üstünde üşüyen tilkinin dikiz atan bakışlarını ısıtıyordu.
- Deşhoş ola!..
Tilki: görmeye binaen herhangi bir sorun yaşamıyordu. Gece dağlardan yukarı uzaya vurup giden adına gece deyilen o atmosferik vasatın bilfiil tamamını maviye boyamıştı.
Şöyle ki: Mavi gece desen mavi’ye düşmüş geceye; yahut Newyork’un "gece mavisi"ne bezesen... o maviyi tutturamazdın!
"OOO!.. MAMA’N YESİRİN OLSUN DOĞRU DEYİR!"
O MAVİ BAŞKA TÖYÜR MAVİYDİ!
Tilki; tülkü tülkü bakınıyor. Maviliği anlamlandırmağa çalıştı ama bir başa çıkaramadı. Mavi, mavi de mavi karın doyurmuyor ki. Yaz olsa sırt üstü uzanarak Ahmet Ağanın boş anında tavuğu zatı uğurlayıp uçururdu.
Bir beyaz kağıdın o başında tilki, Yıldızoğlu’nun ahırı evi ile Gadaş Dayıgilin ev ahır ayak tarafında... Beyaz karların aydınlığını anlatmağa beyaz bir tül serelim falan demeye gerek yoktur. Ortamın beyazlığı yeterince yeter bir açıklıktaydı.
Ahırda verilen bilmem kaçıncı partiydi... Aşağı Mahalleden; kağıdın uzun kenarının alt ortasına düşen mevkii mahallinden geç gelen Bilal ütelene ütelene neçe hızlı hızlı geler... Elinde ağabeyinin geçen sene getirdiği Alman feneri... Fenerin ışığından çok mu çok fazla fenerin gövde rengi görünüyordu. Ortalık çok açık bir beyazlık altında olduğundan sebep... yanık sarı renkte ki ışık; sıralamaya koysak: Birinci, beyaz kar gelir, ikinci nar çiçeği kırmızılığıyla fener, üçüncü fenerin kırık sarısı... ve sonuncu, dördüncü gecenin gece mavisiydi.
Esko’nun Cüneyt’in Filminde korktuğunu anlatıp, gülüşüyorlardı. Keyf ediyorlardı. Fani dünyadan bir parmak keyfi parmaklarına çalıp keyf alıyorlardı. Zukkum olsun! Fazla birşey alıyorsalar, kimsenin bir şeyini çalıyorsalar. Keyf çalıyor, keyf alıyorlardı. Allah’ın hoşuna gitsin. Kötülere kalsa..!
"-TAAOOO!"
Esko biçare Esko, Yeni Sinema’da Cüneyt’in attığı oklardan irkilmişti. Tamamiyle önden gelen rakursi dümdüz oku kafasına girmiş sandı. Kırılma noktası son okun yüz be yüz alnının kaşkasına geldiğini sandığı oktu! Kim tutabilir Asto’yu? Asto’nun arkasından köyün gençleri "Kurt’a giden kurtcul it gibi " onlarda peş-i sıra...
"HOY HOY BIGIR HAAAA!.."
"Hoooooyyyy hoyyyyyy, bıgır haaaa!.."
İrkilmek: Jack London’un " Adem ’den Önce" adlı yapıtında tasvir edilmişti.
Asto çok ani bir irkilmeyle ürktü adeta... ya hu!
JUNG’UN ARKETİPLERİ gibi kadim devranların arasan bulamazsın impuls’ları.
Sinemacılar onlarda; korktular, ne oldu?
Bir adam çıktı. Onu takiben bir uruk genç. Asto’yu İşbankası’nın önünde; köşebendinde yakaladılar.
Teskin ediyorlar diyeceğiz. Adam titriyor! İnsan olmak ne zormuş? İnsan soylu bir duygusunun umulmadık bir anında "lastiğin meme yapması gibi" meme yapmıştı.
Gençler gülmek üzülmek arasında "Bulanık Mantık" halinin örneği gibi kalmıştı. Neyse Asto normalize ve tabiileşmeye geçiyordu.
Oturduğu sandalyeden dikilmeğe geçen birinin pasajı gibi tıpkı!
Sinemanın önünde sinemacılardan İso Dayı .
-Ola! Gençler bişee mi, oldu?
-Dayiii! Yokk yok, a bu herif korktu da!
-Sizi bir daha sinemaya alanın!..
- Almazsan alma. Biz de Yakup Emi’nin Eski Sinemasına gideriz...
Na olmuş ki yani.
_ ...
Ahırda kahkahalar çay bardaklarına kadar dolduydu. Gençler, çayları ağız da şekeri sorarak içti... Ahır da ineğin biri öldü. On taneydi inek sayısı; biz de anlayamadık. Dana sayısı yanlışlandı. Gerçeği yanlışlaya yanlışlaya isbat etmek, doğrulamak böyle olsa lazım gelir. Doğru bilgi bu kadar. Gerçek ahırın her köşesindeydi. İfadelerimizi kurarak göstergeler halinde tertip ederek tekrar tekrar denerken baktık ki ineğin biri ölmüş. Yanıldık yanılmadık; yanlışladık. Doğruya bir adım daha yaklaştık. Bir dana daha doğmuştu.
Bunda da yeni bir bilgiye ulaştık. Her an öğrenerek biliyoruz. Zaman durmaz. Nesnelerin halleri bitmez, halden hal’e...
Asto: Gerçek zandı, Cüneyt’in okunu, kurmaca bir filmi gerçek sanıp yanıldı. Yanılsamalarla, yanlışlamalarla vallahi insanoğlunun ve Yaylacıklıların işi zordu!..
Neydi?..
Ne anlattık?..
Ne anlaşılacak?..
yalçıner yılmaz
22/ 06/2009
gebze