- 694 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
GÜLSÜM ! YÜZÜN GÜLSÜN (4)
Arkasından hala seslendiğini duyuyor, fakat cesaret edip arkasına bakamıyordu bir türlü. Binadan içeri girdi ve hemen idarecilerin olduğu kısma doğru ilerledi. Kalbi hızla atıyor ve yüzünün de kıpkırmızı olduğunu hissediyordu. Hemen o kısımda bulunan salondaki misafir koltuklarına oturdu ve sakinleşmeyi bekledi. Sakinleşmişti. Sonra da kendini sorgulamaya başladı. Neden bu kadar korkak ve kendine güvensiz tavırlar sergiliyordu. Bu korkularından kurtulması gerektiğine karar verdi. Psikoloji kitaplarını ortaokul dönemlerinden bu yana çok okumuştu. Okuduğu bölümü tercih etme sebebi insan psikolojisine ilgi duymasından kaynaklanmıştı. Kitaplarda okuduğu kadarıyla, insanın korkularıyla başetmesinin bir tek çözümü vardı. Korkularının üzerine gitmek.... Psikiyatr ve psikologlar en çok bu yöntemi kullanıyorlardı. Sonra da insanın kendi kendine telkinler vererek, beyinine bu isteğini kabul ettirmesiydi. Bu konularda epeyce bilgisi olmuştu.
Sonra hemen kendini topladı ve binadan çıktı. Kendi kendine telkinler vermeye devam ederek karşılaştıkları yere geldi. Ama kimse yoktu. Gitmiş olmalı diye düşündü. Aslında korkmaması gerekiyordu. Okulun bahçesinde ve gündüzün o saatinde herhangi bir zarar vermesi mümkün değildi. Sonra aklına, küçüklüğünden bu yana büyükleri tarafından anlatılan hikâyeler geldi. Kız çocuklarına büyümeye başladıkları ilk andan itibaren, bu hikâyeler anlatılırdı. Kadın – erkek arasındaki normal giden arkadaşlıklar, bu tür korkutmalar sayesinde içinden çıkılamayacak hale getirilirdi. O yüzden de kız çocuklarının sokakta, yeni yürümeye başladığı andan itibaren oyun oynadığı erkek çocuklarından kaçar hale gelirlerdi. Bu onların kaderiydi. O yüzden de lisede okurken iyice serpilmiş , güzelleşmiş ve etrafında onu beğenen erkekler belirmeye başlamıştı.
Çıkma teklifinde bulunanlar oluyordu. Fakat Gülsüm, içlerinde beğendiği delikanlılar olmasına rağmen, bu tür düşünceleri yüzünden ve korkularından ötürü hepsini ya terslemiş, ya da kibar bir dil ile geri çevirmişti.
Bu şekilde flört eden arkadaşlarının yaşadığı sıkıntılara şahit olmuştu. İnsanlar tarafından dışlanmış, hakarete uğramış ve en önemlisi de kötü bir bakış açısıyla bakılmaya başlanmıştı. Tüm bunları göze alamazdı. Onun içinde kimseyi yakınına yaklaştırmamıştı. Aslında, tek düşündüğü de kendisi değildi. Ailesinin itibariydi. Onlar kızlarını, geleceğini garantiye alsın , meslek sahibi olsun ve ayakları üzerinde durabilsin diye bütün insanların tepkilerine karşı kalkan oluyorlardı. Ve onun yüzünden üzülemezlerdi. Hatta ona arkadaşlık eden bir genç vardı. Onu çok beğenmişti. Kendisi de aslında platonik aşk taşıyordu ona karşı. Ama duygulaını hiçe sayarak, duygularını, gömmüştü kalbinin derinliklerine. Bir daha da aynı şeyi kimseye hissedememişti.
Bu düşüncelerle giderken, otobüs durağına geldiğini farketti. Çantasndan parasını çıkararak, gelen otobüse bindi. Otobüs, yurdununun yakınlarından geçiyordu. Son durakta indi ve yürüyerek yurduna geldi. Yurdun önünde, aşırı bir kalabalık vardı. Bir itfaiye aracı, yurdun ön bahçesinde durmuş ve üzerindeki ışıklı lambaları durmadan yanıp, sönüyordu. Heyecanlandı birden bire. Koşar adımlarla bahçeye girdi. Hemen önüne bir itfaiye eri geldi ve içeri geçmesine izin vermek istemedi. Ne olduğunu soruyor, fakat itfaiye eri bir açıklama yapmıyordu. En sonunda, yurtta kalan bir öğrencinin bualıma girerek, çatıya çıktığını ve intihar etmek istediği açıklamasını yaptı.
Tam o arada, kalabalık içerisinde Müjde’ yi gördü. Koşarak yanına gitti. Çatıdaki kişinin kimliğini çok merak etmişti. Müjde Gülsüm ‘ ü görür görmez, hıçkırıklarla ağlayarak, durumu bir çırpıda anlattı.
Yeliz şu son günlerde değişik tavırlar içindeymiş. Arada bir intihar ile ilgili sözler söylüyormuş ve Müjde de hiç inanmamış onun bu sözlerine. Konuşmak istemiş ama yine her zamanki gibi duvar çekmiş arasına dünyayla. Bugünde okuldan gelir gelmez bu olayla karşılaşmış.
Uzun bir süre Gülsüm, Müjdeyi kucaklayarak teskin etmeye çalıştı. Sonra beraber itfaiye aracının olduğu yere gittiler. Önlerine bir görevli çıkarak, yaklaşmamalarını söyleyince
“ Lütfen! Girmemize izin verin. Biz onun oda arkadaşlarıyız. Onunla konuşalım. İkna edeceğimize eminim. İzin verin. “
Müjde sadece görevliye bakıyordu boş gözlerle. Gülsüm ‘ ün bu sözleri karşısında biraz uzakta duran polisin yanına gitti ve birşeyler konuştuktan sonra beraber geldiler.
“ Buyrun, gidelim. “
Çatıya çıkan merdivenlerin son üç basamağına gelince Polis memuru Gülsüm ‘ e taktikler vererek çatıya açılan kapıya kadar getirdi. Kapıyı yavaşca açtı Gülsüm. Kafasını azıcık ileriye çıkararak Yeliz ‘ e baktı. Aralarında epey bir mesafe vardı. Arkası dönük olan Yeliz görmemişti. Tam çatıda kenara dikilmiş ve gözleri bir noktaya takılmış bir vaziyette aşağıya bakıyordu. Sanki dünyada değildi ruhu ve bedeni.
Gülsüm, sakin bir sesle Yeliz’ e seslendi. Duymadı. Tekrar seslendi. İkinci seslenişinde, donuk gözlerle Gülsüm’ den tarafa baktı ve yüzünde acı bir gülümseme belirdi. Sanki derin bir uykudan uyanırcasına gözlerini kocaman açtı.
“ Gelme! Kimseyi istemiyorum. Ben kararımı verdim. Yıllardır doğru düzgün uyku uyuyamıyorum. Vicdan azabından kurtulacağım artık! Acılarım ve üzüntülerim artık bitecek. Beni yalnız bırakın. “
“ Tamam, canım istemiyorsan, yanına gelmem. Ama lütfen beni dinle! Sen benim için ve Müjde için çok değerlisin. Seni, önünde bekleyen çok güzel bir geleceğin var. Seni kim ya da neyin buraya intihar ettirecek duruma getirdiğini bilmiyorum. Fakat senin için gerçekten çok üzüldüğümü söylemek istiyorum. Lütfen! Şimdi kenara gel ve konuşalım. Yalvarıyorum sana.
Dünyada hiçbir üzüntü ve sıkıntı intihara sürüklememeli. Bak! Güneş var. Her yeni güne, yeni umutlarla uyanıyoruz. Bizim canımızı Allah verdi. Ancak onun istediği zaman teslim edebiliriz. Tut elimi. Sana söz veriyorum. Her zaman yanında olacağım. Sıkıntılarını beraber atlatacağız. Ben, sen ve Müjde! Hep beraber olacağız. Ömrümün sonuna kadar, ömrümün yettiği ana kadar. Lükten! Haydi, tut elimi. Sıkıca tut. ! “
Yeliz, konuşması bitene kadar dinledi. Sonra gözlerindeki, hayattan bezginlik ifadesi yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bilinçsiz hareketlerle önce ileri gidermiş gibi yaptı. O anda Gülsüm bir an aşağıya atlayacağını sandı ama Yeliz toparlanarak geriye doğru gelerek Gülsüm ‘ ün elini tuttu. Sonra da boynuna sarılarak hıçkırıklara boğulurcasına ağlamaya başladı. Sanki bütün yaşamı boyunca içinde ve yüreğinde biriktirdiği gözyaşlarını dışına attı.
Gülsüm’ ün omuzu gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu. Sevinç ve rahatlamayla çatı kapısının başındaki merdivene çıktılar. Müjde, onları görünce büyük bir sevinç çığlığıyla yanlarına koştu. Hepsi birlikte kucaklaştılar, sevgilerini aktardılar birbirlerine. Onların birbirlerine kenetlenmelerine böyle üzücü bir olay vesile olmuştu. Ve tanıma fırsatı vermişti.
O gece verilen sakinleştirici ilaçlar sayesinde sabaha kadar uyudu Yeliz. Ertesi gün iki arkadaş okula gitmedi. Uyanıncaya kadar odada kaldılar. Uyandığında Yeliz ‘ in başında iki tane yardım meleği vardı. Gözlerini minik bir bebeğin uykudan uyanışı gibi açtı. Hayata yeniden doğmuş gibiydi. Dün sanki yaşanmamıştı.
İkisinin de karşısına oturmalarını ve onu dinlemelerini istedi. Bütün yaşadıklarını onlara anlatmaya karar vermişti. Bu şekilde belki yeni bir başlangıç yapabilecekti.
“ Beni intihara kadar getiren hayatımla ilgili, beni vicdan azabı haline getiren olayları size anlatacağım diyerek başlamıştı sözlerine “
“ Yeliz mutlu sayılabilen bir anne ve babanın çocuğuydu. Sekiz yaşındaydı. Annesi Melahat Hanım, ev hanımıydı. Babası da bir tamirhanede çalışıyordu. Akşama kadar yağ ve ziftle dolu tamirhanede ekmek parasını çıkarmaya çalışıyordu. Karın tokluğuna süren giden bir yaşamları vardı. Evde ilk zamanlar huzur varken, son zamanlarda o da kalmamıştı. Anne ve babası devamlı tartışıyor ve bu bazen şiddete varabiliyordu. Babası sinirleniyor ve dayak atmaya başlıyordu annesine. Bu şekilde üzülen yine Yeliz oluyordu.
DEVAM EDECEK !
YORUMLAR
İnsanı intihara götüren ne olabilir.Hala anlayamıyorum.Galiba ruhun raydan çıkması olayı.Aklı selim kimse bunu denemez bile.
Ama öyküdeki kahraman dostları sayesinde kurtulmuş.Senin öyküleinde hep mutlu son olur.Toplum olarak mutlu sonlara bayılırız.belki de hep mutsuz sonlar yaşadığımız için.
Sen hep böyle mutlu sonlarda kal..
Kutlarım.
Yeliz mutlu sayılabilen bir anne ve babanın çocuğuydu. Sekiz yaşındaydı. Annesi Melahat Hanım, ev hanımıydı. Babası da bir tamirhanede çalışıyordu. Akşama kadar yağ ve ziftle dolu tamirhanede ekmek parasını çıkarmaya çalışıyordu. Karın tokluğuna süren giden bir yaşamları vardı. Evde ilk zamanlar huzur varken, son zamanlarda o da kalmamıştı. Anne ve babası devamlı tartışıyor ve bu bazen şiddete varabiliyordu. Babası sinirleniyor ve dayak atmaya başlıyordu annesine. Bu şekilde üzülen yine Yeliz oluyordu.
Konuların,işte burada daha farklı olacağını sanıyorum.Yaşamın kaçınılmazlarından yalın ve gerçek örneklemelerle dramatize ederek olayların akışında buldum kendimi...
Tam da bu esnada arkadşlıklar,ortaya çıkıyor...
Kutlarım sizi yumurcak...Yine kalemin yağ gibi kaymış...
saygı ve sevgilerimle...
"Yine en tatlı yerinde..ben çocukken radyo vardı sadece ve her sabah saat 10 da arkası yarın olurdu.Ahşap bir köşkde üç aile otururduk,o saatde evde olan kadınlar birbirine haber verir --arkası yarın başlıyorr--Köşkde ne kadar insan varsa bizim kata çıkardı.Ses soluk yok dinlerdik.Tam heyecanlı bir yerinde;o ezber ettiğimiz müzik gelirdi ve hep bir ağızdan--aaa yarında cumartesi hadi bekle şimdi pazartesiyi----sesleri yükselirdi.Ben şimdi o tadı aldım ve bekliyorum.:)))Sevgi ve saygılarımla efendim."