16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1687
Okunma
Temmuz ayının ilk haftası idi. Hava öylesine sıcak ki, her birimiz bir gölge bulup oturmak ve bir bardak çay içebilmek için kuytu yerler arıyoruz. Hepimiz Kara Denizin o serin sularında rahatlamak için kumsala inmiş ama güneşin yakıcı sıcaklığında deniz suyunun içinde kalamamış, yine kenara çıkıp, şemsiyelerin altında oturmayı seçmiştik
Elimize günlük gazeteleri almış her birimiz bir köşesinden okuma çabası içindeydik. Ana sayfada bir haber gözümüze ilişmişti. Her zaman alışkın olduğumuz bir haberdi ama o an neden bu kadar tüylerimizi diken diken etmişti bu haber anlayamamıştık
“Sevgisine karşılık bulamayan âşık, sevdiği kızı, sokak ortasında, insanların gözleri önünde yirmi beş yerinden bıçaklayarak öldürdü”
Bu nasıl bir vahşetti anlayamamıştık. Beni seviyor diye, benim de onu sevmem düşünülebilir miydi? Ya da aşk denen duygular “bana âşık olacaksın, çünkü ben sana aşığım” “ dediği zaman, karşısındaki kişi ona âşık olabilir miydi? Aşk, sipariş verilerek getirilebilen herhangi bir mal mıydı?
Arkadaşıma dönüp, “ Bu tür aşk cinayetleri son zamanlarda çok fazla okumaya başladık.. İnsanlar sevmeyi mi bilmiyor? Ya da aşk denen duyguların ölüm mü olduğunu sanıyorlar” Diye sormuştum.
Her birimiz suskunduk ve okuduğumuz haberin bizde bıraktığı sarsıntıyı atmaya çalışıyorduk. Neden bu kadar suskun kalmıştık onu da bilmiyorduk ya. Ama bu sessizliğin bozulmasını istediğimizi bakışlarımız ile anlatıyorduk birbirimize.
“Denize girelim mi” dedi arkadaşım. “Çok sıcak oldu, bu haber hepten sinirlerimizi alt üst etti biraz rahatlarız”
Rahatlamak mı, nasıl olacaktı bu? Bir genç kız karşısındaki delikanlıyı sevmediği için canı ile ödemişti yüreğinin karşılıksız bıraktığı sevgisini. Şimdi ne olacaktı? Daha kaç kız bu şekilde can verecekti?
“Ne düşünüyorsun” dedi arkadaşım. “ Ne düşündüğümü bende bilmiyorum ama canımın yandığını biliyorum” dedim.
O anda sevdiğim, canımdan can dediğim adam geldi yanıma. “ Ne oluyor hayatım. Neden denize girmiyorsunuz”
"Gazetedeki haber canımızı acıttı. Sanırım o can acısı ile denize girmeyi düşünemiyorum “ dedim. “ Hangi habermiş bu, ver bende bakayım” dedi. Okuduktan sonra yüzüme baktı “Hala alışamadın değil mi bu tür haberleri okumaya. Hala böyle haberler karşısında nasıl şok yaşadığını kelimelerinden değil ama gözlerinden anlıyorum” diyordu.
“Evet, hala alışamadım. Ama alışmak kötü değil mi, ne dersin? Nasıl olsa alıştık deyip, her gördüğümüz habere burun kıvırarak gidersek, çocuklarımıza nasıl bir hayat bırakacağımızı düşünmemiş olmuyor muyuz? Alışmak ve alıştım demek, yaşamdan vazgeçmek demektir canım unutma”
“Evet, haklısın, hiç böyle düşünmemiştim. O zaman gel tartışalım, neden yüzyıllardır aşk cinayetlerinin var olduğunu”
“Tamam” dedim” “Tartışalım, ama biliyorum ki bu tartışmanın sonu hiç iyi gelmeyecek bize, istediğimiz sonuca yine ulaşamayacağız ikimizde”
“Sence neden aşklar hep kan ile bitiyor hiç dündün mü? dedi birden.
“Evet, aslında bunu çok uzun zamandır düşünüyorum ve verdiğim cevaplar hiç tatmin edici gelmiyor bana. Yani, kendi verdiğim cevaba ben bile inandıramıyorum kendimi”
“Sen inanamayabilirsin ama birde bize anlat bakalım biz inanacak mıyız” dedi sevdiğim.
“Tamam, o zaman düşündüklerimi anlatayım size. Ama iyi dinleyin ve sorduğum sorulara sizden cevap isterim. Susmak yok, herkes fikrini söyleyecek” dedim. “Tamam” dediler hepside.
“Geriye dönüp bir bakın bakalım. Efsaneleşmiş aşklar hep ayrılık ve ölüm ile bitiyor. Mecnun çöllere düşüyor Leyla’sına kavuşabilmek için ve kavuşamıyor ve Leyla hastalanıp yataklara düşüp ölüyor. Ferhat dağları delmesine rağmen, kötü kalpli cadı yüzünden yine Şirin’e kavuşamıyor, Kerem Aslı’sına kavuştuğu anda yine kötülüklere yenik düşüp, içindeki aşk ateşi ile yanıp kül oluyor ve o külün ateşinde Aslı yanarak kül oluyor.. Arzu ile Kamber yine haince kurulan tuzak karşısında taş olup öylece kalıyorlar..
Bu efsaneler o kadar fazla ki. Hiçbir aşk kavuşma ile bitmemiş. Hani “Ölümüne aşk” diyorlar ya, sanırım bu efsane aşklardaki ölümden söz ediliyor. Ve yüzyıllar öncesinden günümüze aşklar hep acı, hep gözyaşı ve hep ayrılıklar ile bitiyor”
“Ne demek istiyorsun şimdi anlamadım açık anlatır mısın canım” diyordu sevdiğim. “ Yani tarihi mi sorguluyorsun şimdi. Onu mu demek istiyorsun bu aşk ölümlerinde “
“Evet, bugün hala aşkların ölüm ve ayrılık ile bitmesinin sebebi olarak tarihi ve Efsaneleşmiş aşkları sorguluyorum. Belki o zaman Mecnun Leyla’ya, Kerem Aslı’ya, Ferhat Şirin’e, Kamber Arzu’suna kavuşmuş olsalardı ve o kötü kalpli cadıları ortaya çıkartmasalardı belki bugün aşk yüzünden bu kadar ölümler olmaz ve kavuşmalar yaşanırdı. Farkında mısınız, günümüzde bile birbirine âşık olmuş iki kişi ayrıldığında ya da ayrılmaya zorlandıklarında söylediğimiz ilk kelime ne oluyor “ hangi seven kavuşmuş ki” diyoruz değil mi? Yani, biz insanoğlu, aşk henüz yüreğimize yerleşmeden kabul ediyoruz ayrılık ve ölümü. Yani ayrılıklara ve ölüme hazırlıyoruz kendimizi ve ayrıldığımızda da yine biraz önce söylediğimiz cümleyi kuruveriyor, mücadele etmekten vazgeçiveriyoruz. Sizce de öyle değil mi, ne dersiniz?”
Sevdiğimin sesi öylesine yumuşaktı ki “ canım “ dedi “ Canım, nerelere götürdün bizleri,, hiç sorgulamadığımız ve düşünmediğimiz soruları sordun bizlere, nasıl cevap verilir bu sorulara bilmiyorum” diyordu.
O an çevremizde kaç kişi varsa hepsi susmuşlar bizi dinliyorlardı. Sanki bir film, bir hikâye, ya da bir roman anlatıyormuşum gibi gözlerini bile kırpmadan bana bakıyorlardı.
Bir an gözlerim onların şaşkın şaşkın bakan yüzüne çevrildi. “ne oldu, neden öyle bakıyorsunuz bana”
Hepsi bu sorum ile kendilerine geldiler. Teker teker tarihi sorgulamanın yanlışlığını anlatmaya çalışıyorlardı ama ben onları duymuyordum bile. Çünkü yıllardır bu sorular beynimde vardı ve şimdi açık açık anlatmıştım, herkese olmasa da en azından bana yakın olanlara. Ne düşündükleri ve düşündüklerini aktarmaları önemli idi benim için. Gerçi hiç kimse düşüncesini aktarmamıştı ama en azından bundan sonra düşüneceklerini biliyordum.
Konuşmamızı bitirdiğimizde, güneş biraz daha yakıcı sıcaklığını kaybetmiş ve akşamın o kızıllığı üstümüze düşmeye başlamış, hafif esen rüzgâr biraz olsun bizi serinletmişti.
Hepimiz aynı anda doğrulduk yerimizden ve hep birlikte Kara Denizin o serin sularına bırakıverdik bedenlerimizi. Denizden çıktığımızda, biraz daha serinlemiş ama kafamız hiç olmayan sorular ile dolmuştu. Beden hafiflemiş, beyin tonlarca ağırlık taşıyordu ve ayaklarımız o ağırlığı çekemiyordu sanki.
Resim: Türkan DİNÇER
Yer: Sinop Ceza Evinde Zindan