- 2339 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ
15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ
1970’te DİSK’e karşı saldırıya geçen devletin karşısında yüz binlerce işçi yürüdü.16 Haziran sabahı İstanbul ve çevresindeki tüm caddelerden nehirler gibi işçiler akıyordu. Nehirler denize, işçiler Taksim’e kavuşacaktı. Kocaeli, Gebze, Kartal, Levent, Şişli, Bakırköy, Topkapı , Gaziosmanpaşa, Eyüp, Silahtar’ daki fabrikalardan çıkan işçiler Taksim ’e doğru yürüyüşe geçtiler. Taksim ’e giden tüm yollar asker ve polis barikatlarıyla kesildi. Barikatların bir kısmı, çatışmasız aşıldı, ama iktidar kesin emir vermişti. Bir çok barikatta çatışma çıktı. İşçiler, taşlarla, sopalarla, yumruklarıyla ve öfkeleriyle yürüdüler barikatların üzerine. Çatışmalar sonunda üç işçi ve bir polis öldü. Çatışmalar sürerken, işçilerin direnişine gelecek destekleri önlemek için vapur seferleri iptal edildi, köprüler geçişe kapatıldı. Ama iki günde işçilerin kararlılığını herkes görmüştü. O kadar ki, işçilerin bu militan, kararlı, kitlesel direnişinden ürken DİSK yöneticilerinin, radyolardan direnişi bitirmek için yaptığı çağrıların bile etkisi olmadı. İktidar yasayı geri çekmek zorunda kaldı. İşçiler, haklarına, sendikalarına sahip çıkarak, işçi sınıfının mücadelesi ve örgütlenmesi üzerinde oynanmak istenen oyunu bozdu. İşçi sınıfı 15-16 Haziran direnişlerinde ortaya çıkardığı sloganları,üreten biziz yönetende biz olacağız şiarının içini doldurup, bunun hayal olmadığını dosta düşmana kanıtladılar. 15-16 Haziran direnişlerinde işçi komitelerinde yer alan İlyas Bayrak, bize neler yaptıklarını ve bugünden bahsetti.
Süriye ÇATAK
15-16 Haziran’da işçi olmak....
O yıllarda işçi sınıfının birbirine karşı güveni vardı. İnsanın insana çelme takma, ayağını kaydırma olayları çok azdı. Bir arkadaşımız işten atıldığı zaman hepimiz ona sahip çıkardık. Özellikle Çelik Halat fabrikası bu yönde Kocaeli’ iyi bir örnekti. O dönemde tüm işçilerde öz güven vardı. O zamanlar DİSK Maden-İş Sendikasında bize en iyi kalitede en yüksek üretimi sağlamak için üretimden pay almak kavramı öğretilmişti. Bu nedenle biz çok rahat hareket edebiliyorduk. Yani o dönemde işçi olmak ayrıcalık sahibi olmak demekti bir yerde.
Sorunlar ortaya çıkıyor...
1967 Şubatında kurulan DİSK, kısa sürede önemli bir gelişme katetmiş, işçiler için bir umut olmuştu. Bu duruma müdahale etmek, sınırlandırma getirmek isteyenler vardı. Bu nedenle Sendikaların Türkiye çapında faaliyeti için işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az üçte birini üye yapmasını zorunlu hale getiren tasarı Meclis Çalışma Komisyonu’ndan hızla geçirildi. Hedef DİSK’ti; saldırının gizlisi saklısı da yoktu. Çalışma bakanı Seyfi Öztürk "yakında DİSK’in canına ot tıkanacak" diye ilan etti. 274 ve 275 sayılı kanunlardaki değişiklik girişimi karşısında DİSK yaygın bir kampanya yürüttü. Ama kampanya, yasanın meclise getirilmesini engelleyemedi. Hükümetle "diyalog"lar da sonuç vermedi. Bu kararlar alındığında akşam Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit Ankara otelinde toplantı yaparken İşçi Partisi’nde milletvekili olan Rıza Kuas ise dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’e telefonla gelişmeleri bildiriyordu. Bu gelişmelerden sonra DİSK’e bağlı tüm sendikaların bölge temsilcileri Lastik-İş Sendikasının Merter’deki binasında toplandılar. Toplantıda sessiz alınan kararlar oldu. Rıza Kuas kararların bölge temsilcilerinin katıldığı toplantıda alınması gerektiğini söylüyor ve tüm kararlar komiteler orda kuruluyor. Özellikle alınan bir karar çok doğru bir karardı. İşyerlerine zarar verilmemesi için iş yerini koruma komiteleri korulmuştu.
İlk direnişler....
Ilk direniş İstanbul’da Sungurlar ve Türk Demir döküm fabrikalarında 14 Haziran gecesi başladı. 15 Haziran’da ise Kocaeli ’de ilk olarak Rabak ve Çelik Halat fabrikaları direnişe başladı. Pirelli’ yi de zorla direnişe kattık. Petrol-İş sendikası işçileri dışarı çıkarmak için hiç uğraşmadı. Bizim kurduğumuz direniş komiteleri işçileri ikna edip dışarı çıkardı. Biz 15 Haziran günü Kandıra Sapağını kestik. O zamanlar Vecdi Gönül Kocaeli Valisiydi. Vecdi Gönül yol kesilen yere Jandarma Genel Komutanıyla birlikte geldi. Yürümemizi engellemek için 10 sıra asker kol kola girip yola barikat kurdular. Biz yürümek istediğimizi söyledik ancak bize verilen emrin işçileri yürütmemek olduğunu söylediler. Yanımızda bir Üsteğmen duruyordu arkadaşlarımız ona barikatı açın yürüyelim dediler. Üsteğmen arkadaşımıza küfür edip vurunca biz yürümeye başladık. Üsteğmen askerlere vur emri vermesine rağmen askerler bize karışmadılar. Biz askerlere hep şunu söyledik bu gün asker yarın işçi olacaksınız bize saldırmanızın bir anlamı yok dedik. Oradan Çocuk Parkına yürüdük, konuşmalarımızı yaptıktan sonra dağıldık. Biz çok iyi eğitilen işçilerdik. Çünkü kitap okumamız mecburiydi. 15 Haziran günü hiç unutmuyorum yolu kestiğimizde yolun yan tarafında buğday tarlası vardı. İşçiler aradaki tarlalara basmamak için tarlaya adım atmıyorlardı. Biz yolun tamamını kapatmadık hasta, yaşlı, çocuk geçer diye ama askerler gelip yolun hepsini kapattılar.
16 Haziran günü...
16 Haziran’da İstanbul’da olaylar çıkmıştı arkadaşlarımız ölmüştü. Sendikamızın avukatı Şinasi Yıldan her yerde yapılan eylemlerden haber alıyordu ve bizi uyarıyordu taşkınlık çıkmaması için. 16’sında unutmayacağım bir olay oldu. Valilik şimdiki Maliye binasındaydı. Biz Gazal ve Türk kablodan çıkan işçilerle Orduevinde buluşmuştuk. Vilayetin önüne geldiğimizde Türk kablo ’nun temsilc1si beni durdurdu ve Valiliği işgal edeceğimizi söyledi. Bende durdum sonra o dönemde Kocaeli anayasa direniş komitesinde Saffet Kayalar koşarak gelip ne yaptığımı sordu. Bende Valiliği işgal edeceğimizi söyleyince kızdı biz haklarımızı geri almak için yürüyoruz. Tekrar işçileri yürüyüşe geçirdi ve biz Çocuk Parkına yürüdük.
Gözaltılar başladı...
16’sı akşamı bir çok kişinin gözaltına alınacağını tahmin ediyordum. Köyüme, Eşme’ye döndüğümde yanıma arkadaşlarımın bir kısmını aldım. Köye gittiğimde oradaki akrabalarıma jandarmalar geldiğinde burada olmadığımızı söylemelerini istedim. Akşam tabi jandarmalar geldi. Babam jandarmalara eğer oğlum ölmemiş sağsa ben yarın onu alıp size teslim edeceğim diyor ve jandarmaları geri gönderiyor. O akşam İzmit’te kalan arkadaşlarım direniş ve temsilcilerin hepsi göz altına alınmışlardı. Ben 17 Haziran sabahı rabak’a gidip araba aldım ve direnişe destek veren tüm fabrikaları gezdim. Göz altına alınan arkadaşlarımız bırakılıncaya kadar oturma eylemleri yapacağımızı bildirdim. Askerler gelip iş yerlerini de aradı ancak işçiler arkadaşlarını teslim etmediler. Bizi yakaladıklarında savcılığa götüreceklerin düşünüyordum ama öyle olmadı sorgusuz sualsiz Selimiye Kışlasına gönderiyorlardı.
15-16Haziran’dan sonra...
15-16 Hazirandan sonra işçilerde bir şımarıklık hali, bir rahatlık vardı ve bunun üzerine Evren askeri darbesiyle bu rahatlarını bozdu ve bütün haklarını ellerinden aldı. Darbeden sonra iş kolları çok değişti. Ekip şefleri ve işçilerin arasına mesafeler girdi. Tabi bunun sebeplerinden birde askerlerin sürekli başımızda olmasındandı. Eller sürekli tetikte başımızda silahlarıyla askerler duruyordu. Darbe güvensizlik getirdi. Arkadaşlarımda oluşan güvensizlik durumundan kaynaklı sürekli onlarla kavga ediyordum. Bu durama dayanamadım ve işten ayrıldım. Darbe işten çıkan işçilere tazminat ödenmemesini ön görüyordu oysa ben işten çıktığımda tazminatımı almıştım.
O dönemi başarılı kılan dayanışma ruhuydu...
O dönemde korkunç bir dayanışma vardı. Biz Selimiye’de yattığımızda işçi arkadaşlarımız ailelerimize yardım ediyorlardı. Sonra her hangi bir iş yerinde direniş olduğunda Çelik Halat ve Rabak işçileri orada oluyorlardı.
Neden güvensizlik...
Şimdi ise Kenan Evren darbesinden sonra işçilerin birbirine güveni yok. Özellikle Türk-İş konfederasyonuna bağlı sendikalar işverenin yanında yer aldı ve DİSK devlet tarafından budandı. O dönemde Koç Sabancı gibi işverenler DİSK’i tercih ediyorlardı. Çünkü DİSK en iyi kalitede en yüksek üretimi sağlamak için üretimden pay almak sloganıyla örgütlendiği için gerçekten kaliteyi üretiyordu. Bu nedenle büyük firmalarda örgütlenmesinde sorun çıkmıyordu. Şimdi ise DİSK’e bağlı sendikalar işçinin değil işverenin yanında yer alıyorlar.
Şimdiki işçiler...
Var olan işçi sınıfında korkunç bir güvensizlik var. işçi işveren hakkında bir şey söylerse hemen işten atılıyor. Sendikalar işçi yerine işvereni temsil diyor aslında. Şimdi çalışan insanlarla konuşuyorum anlattıkları çok korkunç. Öğle saatlerinde verilen yemekler yetmediğini ve ikinci kez yemek yeme haklarının olmadığını söylüyorlar. Her gün geçen işçi servislerine bakın işçiler servislerde yorgunluktan uyuyorlar. İşçilere çok kırgınım çok büyük zorluklarla kazanılmış hakları çok kolay teslim ettiler. Bu nedenle şehre inmiyorum.
Saygı değer dostlar ülkemizde bir çok işçi ve emekçi eylemi olmuştur, fakat 15-16 Haziran eylemleri kadar ses çıkaran ve işçinin ayak seslerini güçlü yansıtan bir direniş olmadığından bu tarih çok önemlidir işçi ve emekçiler için...Yukarıda 15-16 Haziran olaylarını bire bir yaşayan işçinin kaleminden hiçbir değişiklik yapmadan aktardım ve 15-16 Haziran olaylarını bilmeyenler var ise ya da bildiği halde neler yaşandığını öğrenmek isteyenler için sizlerle paylaşmak istedim... Ve ülkemde ben her zaman şunu istemişimdir. Üreten biz Yöneten de biz olmalıyız...Bir avuç zengin değil, toplumsal zenginlik taraftarı olmalıyız... Saygı ve sevgilerimle
KAZIM DOĞAN
YORUMLAR
15-16HAZİRAN direnişini anlatmışsınız o mangal gibi yüreğinize sağlık!
ÜÇ DOST KÖY!
Hangi ülkede doğarsan doğ farketmez her insanın kulanacağı üç dili vardır.
Bir kabadil yani büyük dilimiz.
İki yutak dili.
Üç yüreğin dil.
Kaba dilin kulananların hiç bir amacı yoktur,kırar,döker,yok edere,bir sarhoş misali.
Küçük dili genelde ticaretle uğraşanlar,sermaye sahipleri,yararlanan ve sömürenler kulanır.
Yüreğin dilini kulananların tek amacı vardır.Kırmaktan incitmekten ve kaybetmekten korkarlar,hep dost kazanmak peşindedir,eli yüreğinde ayağı frendedir.
Üç insan türü vardır.
Bircisi kar uğruna bomba üretip doğayı ve yaşamı yok edenler.
İkincisi acıları dindirmek ,daha çok yaşatmak için ilaç üretep ömrünü bilime adayanlar
Üçüncü insan türü ise üretmeye,dönek,kaypak ve asalaktır.
İnsan oğlunun yürüdüğü iki yol vardır.
Bir sermaye
İki emek
Her ikisinide vatanı yoktur.
Sermayenin dili,dini, ırkı ve vatanı olmaza,nerede karına kar katcaksa yatırımını oraya yapar.
Emek ise her yerde aynıdır,nerede yaşarsa yaşasın farklı eller tarafından sömürülür.
Dünyada kar uğruna çok kanlar akıtıldı,
Ülkmizde’de kanlar döküldü fazla geriye gitmeyeceğim tanık olduklarımı anlatacağım.
Sağcı,solcu diyerek bir çok gencimiz hayatını kaybetti.
Alevi süni diyerek kanlar döküldü.
Laik anti laik diyerek döküldü.
Kürt türk diyerek hala dökülüyor.
Bu çatışmalarda hayatını kaybedenlerin içinde bir birokratın yakın bir zenginin çocuğu yoktu,varısa istisnadır,hepisi yoksul ve emekçi çocuklarıydı.
Kimi gençler ülkenin özgürlüğü ve bağımsızlığı için canlarını verdiler.
Diğerleride farkında olmadan zavalı halkı açlığa ,sefalete kölelik bir sistemi yaratmak karına kar katmak isteyenlerin oyununa geldiler,kendi ırkına ihanet ettiklerinin farkında değilerdi.
Aynı koşullarda yaşıyorduk,dost olmamız gerekirken düşman olduk, iletişimsizlik hep düşmanlıklar doğurdu.
Gelin artık birlik olalım kimsenin oyununa gelmeyelim çok filimler izledik aynı filimlere tekrar izlemeyelim!
Hiç bir ırk üstün değildir!
Ben aleviyim deyip kendimi birinci sınıf bir insan olarak ilan edersem,sünü kardeşim üzülmezmi,haksızlık olmazmı?
Ben kürdüm dersem türk kardeşime üzülmezmi?cepe almazmı?
Ben müslümanım,ben islamım dersem diğer dinlere mensup olan insanlar üzülmezmi?
Ben beyazım dersem,siyahlar kızıldereliler üzülmezmi?
Tanrı derki hangi koşullarda gelirsen gel ama kul hakıynan gelme,ön yargı kul hakkı
değilmi?
Benim doğduğum köy hem kürt hemde alevi!
Toklucak(oluz) köyü hem süni hem türk!
Kaleboğaz köyü hem kürt hem süni!
Bu üç köy bir üçgenin birer kanadı gibi bir birlerine bağlıydı,ülkemizde onca yaşanan sağ,sol,alevi,süni,laik,antilaik,kürt türk çatişmalarının yanlış olduğunu sermayenin,faşizimin bir oyunu olduğunu bilidiği için bu üç köy de kimsenin burnu bile kanamadı,kırgınlık ve küskünlük olmadı!
Toklucak köyü gökdere köyünün ağbisiydi,kaleboğaz köyüde küçük kardeşiydi!
Bu üç köy bir birlerini seviyordu insanlar en çok sevdiklerini tanırlar!
Temenim tüm dünya toklucak,gökdere ve kaleboğaz köyleri gibi dost olsunlar!
Dost mahsuni şerif derki kapansın el kapılar bütün insanlar ellikten çıksın.
Savaşsız barış dolu yeni bir dünya umuduyla tüm insanlara selamlar saygılar......
18.05.2010
Aşur ŞAHİN
DİRENİŞ; Yasal hakların anti yasal biçimde kapatıldığı zamanlar haklı olarak hak arama atağıdır.Bu Ülkede İşçi sendikaları bir çok hak elde etti.Başlarda çok güzel biliçli hak arayışları bazı karanlık güçler tarafından işçiler zarar veriyor izlenimi yaratmak için Taksimde 1 Mayıs katliamını tezgahladılar.Yasayla verilen haklar haklı bir istekle yasal zeminde gündeme gelince bazı mihraklar bunları başka anti-yasal zemine kaydırdı.Türk İşçisi bilinçliydi başlarda ..ve şimdi yine o bilinç var.Ama acımasız kapitalizmin oyununa gelen bazı kişiler sendika ağalığına soyunarak Onurlu mücadeleye zarar verdiler.Onurlu işçiler kendi ürettiği malı kullanır.Ama bunlar lüx otomobiller içinde sendika ağalığı yapmaya kalktıkları anda yine o Bilinçli işçi bunlara karşı çıktı.Direnişler kanlı olmadıkça gerçek kitle sesini duyurmalıdır..Yürekten Tebrikler Üstadım.
HakanKurtaran tarafından 7/27/2009 12:14:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sizlerin düşüncesinde işçilerin hak aramaları provakedir her zaman zaten, işçi sınıfı haklarını bu grevlerde alır, belki işçi ise babanız, kardeşiniz yada her hangi bir akrabanız da bu eylemlere katılmadan bu onurlu grevciler sayesinde haklarını almışlardır... grev haktır işçi hakkını alamadığında bu hakkını kullanır.Neden olayları böyle tek taraflı ve dar düşünce içerisinde yorumluyorsunuz...Ben size şunu söyleyeyim işçi sınıfının eylemleri Türkiye'yi geriye götürmüyor sizin karşı çıkmalarınız işçi kesimini, halk kesimini ülkeyi geriye götürüyor...Bu geri kalmalarda sizlerin dar düşüncelerinin çok etkisi var ve bu eylemcilere potansiyel suçlu muamelesi yapmasının çok etkisi var...
tamamen Türkiye'nin geri kalmasına yönelik provakatif saldırılardır. ne direnişi? karşıda düşman mı var? taşlar, soplar ne anlama geliyor?
DİSK ülkeye zarar vermedi sayın simray tam tersi zarar verenlerin (içten ve dıştan ) karşısında oldu ve bundan dolayı da sesi kesilmek istendi bazı karanlık güçler tarafından...
Bana göre en yüce değer EMEKTİR !
Örgütsüz emek daima ezilmeye mahkumdur!
Bundan dolayıdır ki sendikacılık çok önemli bir örgütlenme ve bir haktır...
Emeğin değerini bilmeyen, ona saygı duymayan ve emeğinin dışında yaşam süren kişiler bilmelilerki onları o hale getiren de yine o emektir...
Bir emekçi olarak 15-16 Haziran direnişinin anlam ve içeriğini çok iyi biliyorum ve bu onurlu direnişide asla unutmuyorum diğerleri gibi...
Sevgilerim çokça Kazım arkadaşım, günün anlam ve içeriğine yakışan güzel bir yazıydı, kutluyorum seni...
İstanbul Kavel Fabrikası’nda 46 yıl önce, 3 Mart 1963’te 35 gün süren grev oldu.İşçi sınıfı tarihimize büyük harflerle yazılan Kavel grevi, işçilerin haklı direnişinin ve mücadeleye inançlarının simgesi. Kavel grevi ile 1961 Anayasası ile gündeme gelen, ancak bir türlü kabul edilmeyen ‘Sendikalar Kanunu’ ile ‘Grev ve Lokavt Kanunu’ kabul edilmiş.
İşçi sınıfının “grev hakkı ve iş kanunun yeniden düzenlenmesi” istekleri 1961 yılından başlayarak çeşitli miting, toplantı ve yürüyüşlerle gündeme getirilmiş 31 Aralık 1961’de İstanbul Sendikalar Birliği tarafından düzenlenen ve 100 binin üzerinde işçinin katıldığı Saraçhane Mitingi bu gösterilerin en görkemlisi Saraçhane Mitingi’nin ardından direnişler, yemek boykotları, oturma eylemleri, sessiz yürüyüşler giderek çoğalır.
1963 yılının en büyük işçi eylemlerinden biri olan Kavel grevi, 29 Ocak günü, 170 işçinin yıllık ikramiyelerinin keyfi olarak ödenmemesi ve sendikal baskılar nedeniyle iş bırakmasıyla başlar. Tezgâh başında oturma eylemi ile başlayan direniş, işverenin bütün işçileri işten atmasıyla birlikte, fabrika önünde taşınır.
1954 yılında Emin Aktar, Vehbi Koç ve Eli Burla’nın kurduğu İstinye’deki Kavel Kablo Fabrikası işçileri haklarını arıyorlardı. 31 Aralık 1961’de hakları olan yıllık ikramiyelerini isteyen Türkiye Maden-İş Sendikası temsilcilerinden Ali Yıldırım, Metin Ant ve İsmet Er’in işten çıkarılmasının ardından artan baskılar ve Maden-İş Şişli Şubesi Başkanı ve işyeri temsilcisi İlyas Kabil’in işten çıkarılması sonucunda Kavel işçileri direnişe geçerler.
“Grev yasal değil” diyen İnönü Hükümeti, işverenin yine “yasal olmayan” lokavt kararı karşında suskun kalması, haklarını arayan işçilerin ve Maden-İş Sendikası’nın grev kararını daha bir kararlıkla sürdürmesine neden olur. Grev kırıcı memurların, işçiler tarafından fabrikaya sokulmaması üzerine polis greve müdahale eder. 14 Şubat’ta fabrika önünde çıkan çatışmada 9 işçi tabanca kabzaları ve coplarla yaralanır. İstinye halkının ve çevre fabrikalardaki işçilerin destek verdiği Kavel işçilerinin eşleri de greve katılır.
EMEKÇİLERİN DAYANIŞMASI
Kavel direnişine destek veren sadece Kavel işçilerinin eşleri değildir. İşçi sınıfı dayanışmacı tavrını göstermekte gecikmez. Örneğin İstinye Tersanesi işçileri, öğle yemeklerini Kavel işçileriyle paylaşırken, General Electric Fabrikası işçileri de Kavel işçileriyle dayanışma kampanyası düzenleyerek 335 lira toplarlar. Dayanışma kampanyasına Türk Demir Döküm Fabrikası’nın 800 işçisi de katılır. Sakal bırakma eylemi başlatan Türk Demir Döküm Fabrikası işçilerinin dayanışmacı tavırları, diğer fabrikalarda çalışan işçileri de etkiler. Basında geniş yankılar bulan Kavel grevi, bölgedeki sendikaların greve yeterli desteği vermeyen Maden-İş Sendikası’nın bağlı bulunduğu Türk-İş’e karşı tavır almasıyla devam eder. Türk-İş’in güney bölgesinde bulunan 23 sendikanın başkan ve yöneticileri Türk-İş Konfederasyonu ile ilişkilerini keser.
Kavel işçilerinin grevi bütün ülkede yankılanırken, 3 Mart’ta hükümetin araya girmesiyle Türk-İş ile İşveren Konfederasyonu arasında anlaşma imzalanır. 4 Mart’ta işbaşı yapan Kavel işçileri hakkında yasal işlem başlatılarak 12 işçi tutuklanır, 53 işçi hakkında da dava açılır. Davalar birbirini izler. Grevci işçilere “grev yaptıkları” için dava açan hükümet, “lokavt ilan eden” işverene karşı yine sessiz kalmayı yeğler. O günlerde Başbakan İsmet İnönü, Çalışma Bakanı da Bülent Ecevit’tir…
10 Haziran 1963’te tutuklanan 6 Kavel işçisi tahliye edilir ve işveren tarafından işten atılırlar. Arkadaşlarının işten atılmaları üzerine fabrikanın kaplama bölümünde çalışan 30 işçi toplu iş bırakma eylemi ile tepkilerini gösterir. İşçilerin tepkileri sürerken 24 Temmuz 1963’te ‘275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokat Kanunu’, Meclis’te kabul edilir. Bu kanunun bir maddesi gereği, kanunun çıkışından önce haklarında yasal işlem yapılan işçilerin davaları düşürülür. “Kavel Maddesi” olarak da anılan bu kanun maddesi ile tutuklu bulunan işçiler de tahliye edilir.
Kavel grevi, işçi sınıfı tarihimizde dönüm noktası olur ve işçilerin haklarını Anayasa ile güvence altına alan, emekçilerin grev ve toplu sözleşme haklarını kazanmalarına neden olan bir grev olarak tarihe geçer.
Türkiye Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler’in önderliğinde haklarını arayan Kavel işçilerinin, grev ve toplu sözleşme yasalarının henüz çıkarılmadığı bir dönemde sürdürdükleri haklı mücadeleleri, DİSK’in kurulmasından sonra yükselen işçi sınıfı mücadelesinin temel taşlarından biri olur...Sonra TÜRK DEMİR DÖKÜM emekçilerinin onurlu direnişi RABAK-SUNGURLAR ve diğerleri.Sınıfının bilincinde ve haklı direnişinde olan tüm emekçilere selam olsun.Emekten gelen güce selam olsun.
Kazım Bey ne çok şeyi yaşattı yazınız.DEMİRDÖKÜM fabrikasının kaynaklanan kapısının önünde biraz endişe çokça gururla nöbetteyim sanki.(yüzlerce ailenin ekmek kapısı olan o fabrikalar yeşil alan yapıyoruz sinsi planıyla kapatılıp başka illere taşındı o parklarda işsiz güçsüz insanlar banklarında oturup Haliçi seyrediyor şimdi.)
SAYGIMLA....
Düş değil, bu, hayal değil, hey heyy be
Yetmiş bin dev işçim kalktı yürüdü,
Kokuşmuş düzene sahip çıkanın,
Alnının çatına aktı yürüdü,
O barış yerine kavgayı seçen,
Alnının terini su diye içen,
Kıyıda köşede eline geçen,
Demiri iki kat büktü yürüdü,
Yüreğinde yara, etinde bere,
Faşizm döşenmişti bastığı yere,
Hesabını sonra sormak üzere,
İçinden üç ölü döktü yürüdü.
Aşık İhsani
Ve ülkemde ben her zaman şunu istemişimdir. Üreten biz Yöneten de biz olmalıyız...Bir avuç zengin değil, toplumsal zenginlik taraftarı olmalıyız... Saygı ve sevgilerimle
tebrik ederim degerli kazim ustadim... fakat anlamadim (aslinda anladigim) , iscilerin hakkalrini ariyoruz diyenlerin kapitalizme yalakalik, onlarin kapilar ardinda usakalri olduklarini gordukce cildiriyorum...
valla ben (kusuruma bakma) ne diskine , ne turkisne, ne de hak isine veya baskalarina inancim kalmadi... yasntilairna lutfen bir bakalim... iscilerimizi, emekcilerimizi meydanlara toplayanlarin inanin kokkabaz oldukalrini gorduk...
isciler dediginiz gibi o tertemiz safligi ile kendini korumalidir diyorum...
saygilar kardesim...