BİR KADIN,BİR AŞK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Buluşmak için sözleştiğimiz kafeye girmeden önce başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Hava kararmak üzereydi ve şehrin kuzey tarafından öbek öbek kara bulutlar rüzgarın etkisiyle hızlıca hareket edip gökyüzünde toplanıyorlardı. Sanki şehrin kuzey tarafı bir bulut üretim merkezi olmuştu. Yağmur adeta "geliyorum" diyordu.
Kafe’nin içine girdim. Doğruca üst kata çıktım. Ana caddeye bakan,pencere tarafına düşen masaya oturdum. Bulutların havayı karartmasından dolayı şimdiden ışıklar yakılmıştı. Masaya yerleşiyordum ki bir garson yanıbaşımda bitiverdi:"Emriniz efendim?"
-Bir arkadaşı bekliyorum,o gelsin,ondan sonra sipariş veririz. diyerek başımdan savdım garsonu.
Garson masadan uzaklaşırken ben de gözlerimle ana caddeyi taradım. Dışardaki insanlar çok hızlı hareket ediyorlardı. Haftanın ilk günü olmasından dolayı mesai bitiminden çıkan memurlar evlerine gidiyorlardı. Bu kadar ivedi olmalarının sebebi bir an için eve gidip başlarını sıcacık yuvalarına sokmak mı yoksa yağacak olan yağmura yakalanmamak mı pek anlamadım doğrusu.
Bunları düşünürken,başımı yan tarafa çevirdim. Onun merdivenlerden çıktığını gördüm,el salladım. Masaya geldiğinde göz göze geldik. Gözlerini anlatan en doğru kelime kesinlikle hüzündü.Uzun ince boyluydu.Sarı saçlarını topuz yapmıştı. Duru bir yüzü ve iri ela gözleri vardı. Güzeldi,kibardı. Hani İstanbul Hanımefendisi diye bir tabir vardır ya sanki bu tabir onun için icat edilmişti. Yüzündeki duruluk hareketlerine de yanısımıştı. Jest ve mimikleri olsun,konuşması olsun sade ama bu sadelikte gizli bir hükümranlık vardı. Bir bayan olarak kıskanmadım desem yalan olur. Kıskançlığın o kekremsi tadını duyumsadım.
Hal hatır ve siparişlerden sonra anlatmaya başladı:"Nerden başlayayım?" diye sordu.
"Sen bilirsin"dedim "Mesala ilk buluşmanız,ilk bakışmanızdan başlayabilirsin."
"Evet,en iyisi ordan başlamak"yutkundu. Bir suçluluk hissi duymadım değil. Ona yaşadıklarını anlattırmakla bir daha o acıları yaşatacaktım. Gözlerine baktım. nemliydi gözleri. Yutkunduktan sonra,gözlerini benden kaçırdı,dışarıya baktı. Yağmur başlayacak gibiydi. Gözlerini bana doğru çevirdi, başladı anlatmaya.
"Annem kaderin hep yol ağızlarında oturduğunu söylerdi ve ben de onunla bir yol ağzında karşılaştım. O zamanlar lisenin ilk sınıfına başlamıştım. İstanbul’da yatılı okul okuyordum.Okula doğru giderken o gün Harem’de bir aile ile karşılaştım. Bana Maltepe’nin nerde olduğunu sordular. Bir kadın bir erkek bir de benim yaşlarımda bir erkek çocuk vardı yanlarında. Gidecekeleri yeri çok iyi tarif ettim. Bana okulumun nerde olduğunu sordular ve ben saf saf nerde olduğunu söyledim.
Derken üç-dört gün sonra,bir ziyaretçim olduğu söylendi. Aşağı indim baktım ki o ailenim yanında gördüğüm çocuk. Beni görmeye gelmişti. Benim için gelmişti. Garipsedim önce ama bu cesareti göze alan birine ters tepki de veremezdim. O gün bir iki saatliğine konuştuk. Sanki yıllardır birbirimizi, tanıyormuşuz gibiydik. Birbirimize çok rahat açıldık. Gözleri çok güzeldi, yosun yeşili gözleri vardı. Bir de çok yakışıklıydı. İstanbul’a subaylık okumaya gelmişti. Ailenin tek çocuğu olduğu için ailesi onu yalnız bırakmamıştı.
İçim kıpır kıpırdı,yeni doğmuş gibi hissediyordum kendimi. Yerimde duramıyordum. Daha sonraki günlerde de buluştuk. İki-üç günde bir buluşuyorduk. Liselilerin deyimiyle ;çıkıyorduk. Ailesinin de haberi vardı, artık ben de onların bir evladıydım. Bizim durumumuzu en iyi anlatacak kelime,mutluluktu. Mutluyduk. Özellikle hafta sonları sahile inerdik. Kız kulesine karşımıza alır taş sektiridik denizde. Mutluluğu anlatmak o kadar zor ki. Bilir misin acıyı anlatmak çok kolaydır,zor olan mutluluğu anlatabilmektir."
Burda sözlerine ara verdi. Çayından bir yudum aldı. Dışarıya baktı. Yağmur yağıyordu dışarıda. Bana döndü,devam etti.
"Bu buluşmalar lise üçüncü sınıfa kadar devam etti. İşi çok ciddi tutuyorduk,aileme de açıldım. İstemeye geldiler. Babam askeriyeden birine kız verilmez diye diretti. Nuh dedi peygamber demedi. Ne yapacağıma bir türlü karar veremedim. Hani bazı anlar olur ya kaderinizin sizin elinize verildiği anlar. Sanki tanrı kaderinizi beş dakikalığına sizin kucağınıza bıraktığı anlar. Benim çizdiğim yolu beğenmiyorsan,al kaderini sen çiz dediği anlar. İşte ben o anı yaşadım. Hayatımda babama karşı hep asi durmuştum o güne kadar. O gün ben de babama uydum. Karşılıklı bitirdik ilişkiyi. Hani derler ya ’ayrılık da sevdaya dahil’ bizimki de öyleydi. Görünüşte bitirmiştik ama bitiremiyorduk bir türlü. Annelerimizin vasıtasıyla haberleşiyorduk. Ben üniversiteyi kazandım,tıp fakültesini okumak için ailemin yanına yerleştim. O ise mezun olup Güneydoğuya gitti. Telefonlarla,mektuplarla bir şekilde devam ettirdik bu aşkı. Babam ise halen inadında direniyordu.Derler ya aşkın ömrü bilmem üç yıldır falan. Sakın inanma. Eğer hakiki aşksa hiç bitmez.Gerçek demiyorum hakiki diyorum. Gerçek sadece hakikatın üzerindeki bir kılıftır.Bizim aşkımız da hakiki aşktı. Bu aşk yaklaşık on senedir devam ediyordu. O güneydoğuda ben kendi memleketimdeydim. O yıllarda hemen hemen hergün şehit haberleri gelirdi. gecelerim adeta kabuslarım olmuştu."
Durdu,derinden bir nefes aldı. Çayından bir yudum daha aldı. Başımı içeriye doğru çevirdiğimde bütün masaların dolduğunu gördüm. Anlatmaya devam etti.
"Sonunda mezun oldum,herşeye ve herkese rağmen onla evlenmeye kararlıydım. Evlenmekten başka çıkış yolu yoktu benim için. Artık hayatımın her safhasında onun o yosun yeşili gözlerini görmeliydim. O bir suydu ve üzerimde akarken yosunlarını bırakıyordu. O sene iç anadoluda bir şehirde doktorluk yapıyordum. Sonbahardı. Ekim ayının içindeydik. Benim doğum günüm ekimin sonlarına denk gelir. Niyetim onunla doğum günümde evlenebilmekti. Görev yaptığı yere gidecektim,yıldırım nikahıyla evlenecektik. herşey tamamdı. Gitmeden iki gece öncesiydi,acilde nöbetçiydim. Kulağım son dakika haberlerinde gözlerim hastalardaydı. Ve o an geldi çattı."
Burda durdu,ince dudakları titriyordu,yutkundu:"Devam etmeyebilirsin"dedim.
"Hayır,anlatmak istiyorum"dedi.
"Son dakika haberlerinin birinde çatışmada şehit düşen askerlerin ismi okundu, spiker onun da ismini okudu. Öylece kalakaldım,taş kesilmiştim. Eğer gözlerimdeki yaşlar olmasaydı benim canlı olduğuma kimse inanmayacaktı. Yola çıktım hemen. cenazesini kendi elimle aldım,ailesiyle ankara’ya döndüm, kendi elimle toprağa verdim"
Belli ki bu kısımda detaya girmek istemiyordu.Hiç üstelemedim ben de.
"Onun ölümünden sonra adeta boşlukta sallanan bir sarkaç gibiydim. O zamanlar inanç konusunda da zayıftım. Bir kaç defa intiharı bile denedim.Ama olmadı işte, yapamadım işte. Beni intihara götüren iradem son kararı vermem de etkisiz kalıyordu.Olmadı.Olmadı."
Ağladı,ağlayacaktı. Dışardaki yağmur şiddetini artırmıştı. Teselli etmeyi düşündüm,vazgeçtim. Belli ki yaşlar dışarı çıkmak için yol arıyordu. Yaşlar nihayet çatlağını buldu.Karşımda o ,dışarda gökyüzü ağlıyordu.
Yan masalardan bizlere bakıyorlardı acımayla. Onların o bakışlarını görünce Fernando Passoa’nın Ophelia’ya yazdığı bir mektupta geçen şu cümle aklıma geldi:"Bu yazdıklarım belki başkalarına gülünç gelebilir ama asıl gülünç olan onların bunu yazamaması değil mi?"
Belki çevredekiler ona acımayla bakıyorlardı,belki ağlamıyorlardı ama asıl acınacak olan hayatlarında böyle bir aşk yaşamayan onlar değiller miydi?
Ağlaması yaklaşık üç dakika sürdü,kalktı lavaboya gitti. Geri döndüğünde kaldığı yerden devam ettik.:"Ama evlisin" dedim.
"Evet,evliyim. Evlilik benim için bir zırh. İki tane de çocuğum var. Erkek çocuğum olmasını çok istedim sırf onun ismini vermek için. O da olmadı.
Eşim üniversitede hocamdı. Bana birkaç defa evlilik teklif etmişti öncesinde. Haliyle ret cevabını almıştı benden. Şehit haberi gelince kalkıp benimle güneydoğuya geldi. Her an yanımdaydı. ben nasıl şehidimi seviyorsam hiçbir karşılık beklemeden o da beni öyle seviyor.Şehidimin mezarını ziyaret ettiğimde bana eşlik ediyor."
Başka sorun var mı dercesine baktı.
"Bir şey çok merak ediyorum. Onu şehit düşüren örgüt güneydoğuda halk tarafından desteklenen bir örgüt. Senin örgüte olsun,ordaki insanlara karşı tepkin ne oldu?"
İç geçirdi ilkin:"Tabii ki insan ilk önce çok sert bir tepki gösteriyor. Sonuçta canından can gitmiş. Lakin ben güneydoğuda görev de yaptım. Belki onu şehit düşüren insanların annelerini,babalarını, akrabalarını tedavi de etmişimdir. Ya da benim şehidimin öldürdüğü o dağdaki insanların akrabalarına da bakmışımdır. Oraya gidince acılarımızın ne kadar birbirine benzediğini gördüm. Onlara kızmadım. Onları dağa çıkartan,askeri de onlara saldırtan zihniyete kızdım."
Gülümsedim:"Ben böyle şeylerin Türk filmlerinde olduğunu sanırdım." "Ben de"dedi. "Ta ki başıma gelene kadar."
"Ben buraya gelirken başka şeyler bekliyordum"dedim.
"Mesala?"diye sordu.
"Birini sevmişsin,o seni bırakmış,sen de bir türlü onu unutmamışsın falan filan."
Gülümsedi. Dudağındaki gülümse hüzünlü gözleriyle uyumluydu. Tutup ellerinden öpesim geldi. Ancak böyle bir aşkın karşısında eğilebiliridm. dışarıya baktım,yağmur dinmişti.
YORUMLAR
Hüzünlü,acılı,sevgisi,aşkı bitmemiş duygu dolu bir aşk hikayesini okudum.Gözüme çarpan karşılıksız seven bir hocanın aşkı gözüme çarptı.Böyle sevgi dolu aşklar kaldımı ki günümüzde.Umarım bende böyle karşılıksız sevgi dolu biri
ne rastlarım günün yazısını hak etmiş yüreğinize sağlık.