Ölüm
Ölüm kadar basit bir şey var mıdır? Hiç düşünmezsin. Düşünmene gerek kalmıyor zaten. Düşünülse farklı olurdu herhalde. Kimsenin aklına gelmez ölüm, ansızın gelir çatar. Hiçbir şey diyemezsin. Vedalaşmaya, ağlamaya sızlamaya, arkandan kovalarla su dökmeye gerek kalmaz. Nereye, ne zaman, nasıl gideyim diye bir derdin olmaz. Hatta yanına bir şeyler bile almazsın. Komşuya gitmek, ölmekten zordur.
Her kolayın zoru: ölüm kolay, ayrılık zor. Ölen bunun derdine düşer mi bilmiyorum. Ama arkada kalanlar, ölenden beterdir gibi geliyor bana. Ölüp gitmek nasıl bilmiyorum ama, gideni unutmak, yerini doldurmak çok zor. Giden gider… Dedim ya, veda bile etmezler. Aklında son hatıralar kalır, belki en iyi arkadaşın, belki küs olduğun birisi. Belki onlar, belki şunlardan sonra sen ve de ben. Zamanı gelince hep öleceğiz. Bu arada ölüm hiç aklımıza geliyor mu? Kendimden emin bir şekilde hayır diyebilirim.
‘’ Kapımızın önünde her gün birisi ölse, her baktığımız yerde ‘Her nefis ölümü tadacaktır.’ yazsa ölüm yine de son dakikamıza, saniyemize kadar kimsenin aklına gelmez.
Kimsenin aklına gelmez ve kimse düşünmez. Duyduklarımız, gördüklerimiz olur. Ardından ‘şu adam ölmüş, Allah rahmet eylesin’ deriz. Bir avuç toprak atılır üzerine. Ne kadar geçmişi, geleceği varsa bitti. Öleceksin! Belki senden önce belki sonra ben de öleceğim. Her an eksileceğiz. Aramızdan gidecek birileri, geçen yılki, dünkü ve yarın olacak olan gibi. Bu kesin. Ve üzüldüğüm şey; kimsenin bunun farkında olmaması. Ecel uçurtmalarının, sonbaharının rüzgârında süzüldüğünü görmeyince kimse ikna olmuyor ölüme. Olsun… Kimsenin ikna olup olmamasına bağlı bir şey değil bu. Ve kesin olan son bir şey; ‘’iki türlü insan vardır, ölmüş ve ölecek…’’’’
Muhammet Karakök