- 771 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
BEN BİR KAATİLİM !
On yıl süresince yaptığım köy bakkallığı, yakınıma açılan bir market sonucunda can çekişmeye başladığında sona erdi..
Yıllarca ayakta tutabilmek için ne çabalar sarfettiğim, adeta millet menfaatine yürüttüğüm bu işten yanıma kâr kalan sadece vergi - bağkur borcu ve dikiş tutturamayan
adam intibası oldu. Kazıkçı demesinler,kötü demesinler diye kendimi yedim bitirdim..
Sonunda çocuklarımın da ısrarıyla şehire taşınıp rızkımızı orada aramaya karar verdik.
Bir
oğlumla kızım çalışmaya başlamışlar, kazandıkları üç beş kuruşu eve getiriyorlardı artık.
Fakat gençtiler onlar ve ihtiyaçları, masrafları vardı..Evimiz de kira olduğundan, mutlaka
benim de bir iş bulup çalışmam lâzımdı..Hatta karımın bile...
Büyük oğlum emlâkçılığı uygun görmüş bana. Gazeteden bulduğu bir ilânla ilgili görüşmemi tavsiye etti. Bostancı’da emlâk bürosu olan emekli bir bayan öğretmen, yanına eleman arıyordu. Görüşmeye gittim. Bu işi bilmediğimi ama öğrenebileceğimi, yapabileceğimi belirt
tim. Form imzalatıp gönderdi..Bir kaç gün sonra aradığında tekrar gittim. İş başı yapmamı istiyordu. Hasılat üzerinden prim teklif etti. Emlâk işinde usül öyleymiş. Ben endişe ettim. Ya iş olmazsa, para kazanamazsam ne olacak ? Oysa benim mutlaka para kazanmam gerekiyor. Israrla 175 lira maaşla çalışmaya başladım.
Doğrusu bu işte çok para kazanılıyordu. Bundan daha kolay para kazanılan bir işe rastlama
mıştım. Prim usulü çalışmaya razı olmadığım için de çok pişman oldum. Basbayağı büyük
paralar kazanıyordu kadın. Benim yaptığım, çevrede dolaşıp, kiralık - satılık yerleri görüp, varsa telefon numaralarını alıp patronum Sabahat Hanım’a getirmekti. Genelde müşteriler satılık- kiralık yerlerini kendileri getirirlerdi. Getirmeyenleri de ikna etmek
bizim işimizdi. Tabii bu yerleri müşterilere göstermeye giden de bendim yine..
Bir süre sonra maaşımın artmasını isteyince 200’e razı oldu. Emlâkçılığı öğrenmeye başladığıma inanıp, kazandığım parayı beğenmedim. İlânları takip edip Suadiye’de bir başka
emlâkçının yanına geçtim. Orada primle çalışıp daha çok kazandım.
Sonunda bu işi oturduğum çevrede kendi başıma yapmaya kalktım. Yaptım da. Bayağı da
hakkından geldim ve iki çocuğumu evlendirecek kadar da para kazandım.
Büyük oğlum kendi başına bir iş kurdu. Sermaye başkasından, yönetim ondan , oldukça
büyük bir işti bu. Ülkede başlayan ekonomik kriz önce onun batmasına sonra da bizim işimizin azalmasına ve bitecek noktaya gelmesine sebep oldu. Oğlum biraz da iyi niyetinden ve tedbirsizliğinden-hesapsızlığından fena batmıştı doğrusu. Peşinde bir sürü
alacaklı ve dert sahibi oldu..
Ben emlâk işinde de hep iyi niyetli ve sebaatkâr oldum. Fazla para kazanma peşinde olmadım. Hak ettiğimden fazlasını değil daima daha azını aldım. Bu arada çok kişi alım-sa
tımlarda beni devre dışı bırakıp hakkımı yedi. Sonra veririm diyen bir çok kişi paramı ver
medi. İşler iyiyken etkilenmiyordum fakat kriz gelip işler bozulunca ben de yıkılacak nokta
ya geldim.
İş yerimde eşimle birlikte çalışıyorduk. Sık sık oğlumun alacaklıları iş yerimize gelmeye başladılar. Gücümüz yettiğince borçları üstlenmek zorunda kaldık. Köydeki evimizi falan
bu borçlar yüzünden yok pahasına sattık..Artık bankalardan kredi çekip, alacaklılara
ödüyorduk..Tabii nereye kadar.
Sonunda tıkandık. Faturalarımız ve kiralarımızı ödeyemez duruma düştük. Eşe - dosta
iş yerimizi kapatmak zorunda kalacağımızı söylemeye başladık.
İşte o günlerde yaşlı bir kadın girdi bürodan içeri. Daha kapıdan girişini bile birilerinden
gizlemeye çalışıyordu sanki. Buyur ettik, yer gösterdik. Eşim hemen birer Türk kahvesi
yapmak için mutfağa geçti. Genelde güven verici bir halimiz vardır. İnsanlar bizi sıcak
bulur ve kolay güvenirler . Doğrusu biz de bu güveni sarsacak bir şey yapmamıştık kimseye.
Kadın 60 yaşın üzerinde görünüyordu. Kısa boylu, zayıf ve gözlüklü idi. Kaybettiği eşi emekli bir subay imiş. Yetişkin bir oğlu ve bir kızı olan bu kadının çocuklarının bilmediği
bir arsası varmış, bizim büroya yakın. Kimseye duyurmadan satmak istiyordu. Çocuklarının, duyduklarında parayı istemelerinden korkuyordu. Daha sonra dışlanacağından, yaşlılığında sürünmekten korkuyordu. Emekli maaşından pek bir şey bırak
mıyorlardı ona. Torununun okul masrafı- taksit- borç derken harçlık bile bırakmıyorlarmış.
400 bin lira civarında fiat biçtiğimiz arsa için sattığımızda tarife üzerinden 12 bin lira
komisyon ödemesi gereken kadın bize sadece bin lira teklif ediyordu. Biz o günkü ihtiyacı
mızı düşünerek kabul ettik. Bizim için önemliydi bu.
Eşim kahveleri getirdi. Kadınla bayağı bir samimiyet kurduk. Arsanın evraklarını ve telefon numaralarını verdi. Kimseye ,özellikle de çocuklarına duyurmamamız için özellikle
tembih etti.
Kadın gittiğinde içimizden öfkelenmeye başladık. 400 bin lira para alacak, bize 12 bin yerine bin lira verecekti ! Yarısı da değil, yarısının yarısı da ! Biz kabul ettik etmesine ama
kadına da kin duymaya başladık.
Böyle bir arsa arayan Anadolu’dan gelme esnaf bir tanıdığımız vardı. Aklımıza geldiğinde hemen telefon edip, böyle bir arsa geldiğini haber verdik. Adam yarım saat içinde geldi.
Arsa zaten dükkanımıza çok yakındı. Etrafa belli etmeden görmeye gittik.
Adam arsayı beğendi ve hemen de alıcı oldu. 400 bin liradan alacağını bize de bin lira vere
bileceğini söyleyip gitti.
Karımla birlikte kalınca sevinelim mi üzülelim mi anlayamadık ! Evet iki taraftan biner lira
toplam iki bin lira o gün bizim için çok önemliydi. Borçlarımıza yetecek falan değil ama
kira ve faturalarımıza yetecekti.
Kadına telefon edip, arsaya müşteri olduğunu söyledik. Kadın hemen bize vermeyi vaadettiği paradan söz etti. Fazla veremeyeceğini tekrarladı. Tapu masraflarının ne ola
cağını sordu. Mutlaka düşük değerden gösterip fazla vergi vermek istemediğini söyledi.
Alıcı adamın tutumu da aynıydı ; düşük değer gösterip az vergi vermek..
İnsanlar sadece almak peşindeydiler. Vermeye gelince sıkıyorlardı. Ne devlete ne de işleri
ni gören insanlara hakkı olanı vermek istemiyorlardı. Demek ki zengin olmak böyle bir şey..
Satış günü yaklaştığında, bizim kinimiz de artmaya başladı. Kadının 400 bin lira alıp bize
sadece bin lira verecek olmasını hazmedememeye başladık.
Ve bu kadından bu paranın hepsini almaya karar verdik. Şeytan bize akıl vermeye başladı.
Nasıl olsa kimse tanımıyordu kadını. Emlâkçıya geldiğini, hatta satacak bir arsası bile olduğunu kendinden başka kimse bilmiyordu. Hayatımızda ilk defa ama hayatımızı kurtara
bilmek için plan yapmaya başladık. Daha önce hiç aklımıza bile getirmediğimiz bu tehlikeli
işte şeytan, en büyük yardımcımızdı. Öyle bir plan aklımıza gelmişti ki, tereyağından kıl
çeker gibi parayı kadından alacaktık.
Satış günü geldi.Evraklar hazırlandı. Belediyeden alınan rayiç bedel üzerinden satış başla
tıldı. Rayiç bedel sadece 20 bin liraydı. 400 bin üzerinden satış yapıldığında, 12 bin lira
vergi vermeleri gerekirken, bin liranın bile altında vergi verdiler. Hep çaldılar yani. Hem
bizden hem devletten.
Kinimiz iyice arttı. Verdiğimiz kararı uygulamaktan vaz geçmeye hiç niyetimiz yok.
Satış yapıldı. Adam tapuyu, kadın parayı aldı. Alıcı bin liramızı orada verdi. Kadın büromuza
gelip bir kahvemizi daha içip, paramızı da orada verip öyle gidecekti. Daha doğrusu biz
çok ısrar ederek öyle olmasını istedik. Çünkü planımız öyleydi. Kadın da zaten bize çok
güvendiğinden aklına hiç bir şey gelmedi. Parasını bankaya yatırdığında, soruşturmaya tabii tutulacağı ve alım - satımda vergi kaçırdığının ortaya çıkacağında bayağı inandırıcı
olmuştuk. Bu yüzden parasını bankaya yatırmaktan vaz geçmişti.
Çok güzel bir şekilde ağırladık büromuzda. Karım hemen Türk kahvelerini hazırlamak için
mutfağa geçti. Kadın çantasından bizim için vaadettiği parayı çıkartıp uzattı. Bir sürü
methiyeler düzdü bizim için. Güya bizi çocuklarından daha yakın bulmuş. İleride mutlaka
tekrar gelecekmiş. Bu iyiliğimizin altında kalmayacakmış, falan filan...
Kahvesini yudumlamaya başladığında heyecanlanmaya başladık biz. Bir süre sonra göz kapakları kapanmaya başladı. Hava kararmıştı . Kapıyı içeriden kilitledik. Kahveye önceden temin ettiğimiz zehirden atmıştı karım. Ve kadın ölmüştü işte. Birlikte mutfağa çekip, yine önceden hazırladığımız çuvalın içine koyduk. Zaten küçücük ve hafif biriydi.
Hiç de zorlanmadık. Şeytan bizimleydi.. Hiç korkmuyorduk. Davamızda haklıydık. O, bunu
hak etmişti. Hem bu yaştan sonra yaşasa ne olacaktı ..Mutlaka birileri bu parayı ondan alacaklardı..Hava da karardıktan sonra , karım dışarıyı şöyle bir kontrol etti. Bahçedeki
kuyunun kapağını yokladı. Kolayca açılıyordu işte. Zaten önceden de kontrol etmeyi öğ
retmişti şeytan bize..Kadının çantasını almıştık. Paraları da kimliği de çantadaydı. Çantayı
iyice boşaltıp, kimliğini parçaladık. Çantayı çöpe attık. Kadını da çuvalla birlikte kuyuya
sallayıverdik. Kapağı da kapayınca bu iş bitmişti işte.
Tereyağından kıl çeker gibi bir iş yapmıştık. Yıllardır bakkallığımda, emlâkçılığımda ezilmiş
liğimin acısını bir günde çıkartıp, yıllarca kazanamayacağım kadar paranın sahibi olmuş
tum : 400 bin lira..Bizim için büyük paraydı..
Biraz sonra paraları da yanımıza alıp evin yolunu tuttuk. Bütün gece uyumadık. O günden sonrasının planlarını yapmaya başladık. Borçlarımızı birden ödemeye başlarsak açık vere
bilir, şüphe uyandırabilirdik. Hiç bir şeyi ödememeye karar verdik.
Ertesi gün dükkan sahibimizle, ev sahibimizle konuştuk. Borcumuzun borç olduğunu, çalışıp ödeyeceğimizi ama dükkanı da evi de boşaltmak zorunda olacağımızı söyledik.
Dükkanın maliye kapanışını bile verip, vergi borçlarımızı ödemedik. Gerçekçi olsun diye ardımızda bir sürü borç bırakacaktık.
Uzak bir tatil ilçesi seçtik kendimize..Önce ufak bir tatil yaptık. Bir taraftan da kendimize ev ve iş yeri bulduk. Açık vermemek için satın almadık ne evi ne iş yerini. Hep
borç harç ile yaşamaya çalıştık...
Taşındık, oturuyoruz ve yaşıyoruz işte..Çevremizde herkes bizi iflas edip battılar, bittiler zannediyor. Biz ise basit bir cinayet karşılığında kazandığımız yeni hayatın tadını
çıkartıyoruz...
(Sevgili dostlar ; son günlerde sitede gördüğüm yorumlara tepki olarak böyle bir yazı yazdım. Yazarın hayâl gücü olduğunu, kurgu yapmış olabileciğini hiç hesaba katmadan, direk olay gerçekmiş gibi, yazarı da olayın kesin kahramanı olarak görüp, adeta yargılıyor ya da alkışlıyoruz. Sizce doğru mu ? Şimdi bu yazıdan dolayı da benim bir katil olduğuma inanıp yargılayacak hatta ihbar mı edeceksiniz ?
Tepkilerim devam edecek dostlarım : Yakında ’ Ben bir fahişeyim, Ben bir eşcinselim, Ben bir sapığım ’ başlıklı yazılarımı görebilirisiniz. Herhalde bu yüzden fahişe, eşcinsel ve de
sapıklıkla yargılarsınız beni...)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Birincisi " GERÇEKTE MELEKTİ NAZAN" ismini beğenmedim.Kendinize buluyorsunuz ama çarpıcı isimler...Siz düşünün, bir seneye bitiririm kitabı.Zamanımız var..
İkincisi, üstelemenizi önermem zaten. Ben sizin aşk da bitti başka konular aramam gerekir sözünüz üzerine öyle söyledim.Ben size asıl sevdiğiniz Baharı görmenizi ısrarla söylemiştim. O da içinizde kalmaması içindi. Ama şimdi kime aşık olduğunuzu bilmiyoruz. O yüzden yorum yapamayız.
Ayrıca okuyucu yazara fırça atmaz.Tepkisini onu okumamakla gösterir.
Okuyucu dediğin, yazara böylesine fırça atabilmeli ! Bence bu , yazara sahip çıkmaktır aslında. Böyle bir yorumdan sonra, o başlıkları atabilir miyim yazılarıma ?
Nasıl bir aşktı ki bir haftada bitti diyorsunuz ; bittiğini kim söyledi ? Sadece içime attım ve açık etmekten vaz geçtim. Çünkü karşılığının olmadığını ve olamayacağını hissettim. Onu kırıp dostluğunu kaybetmek pahasına üstelememi önermezsiniz herhalde.. Bitecek aşk, aşk değildir ki zaten..Aşk olduğuna göre benimki, bitmesi söz konusu değil elbet...
'' GERÇEKTE MELEKTİ NAZAN '' buyurun bakalım, beğendiniz mi ?
Fikret bey, o saydığınız şekilde yazılar yazacaksanız, kusura bakmayın ben, sizi okumayacağım. Hem bu aşk nasıl bir aşktıki bir hafta sürmedi. Gerçi kurguydu unuttum. Yazarı yazdıklarıyla karıştırmamak gerekir.
İyice kafam karıştı.Siz hangi dalda yazsanız, mutlaka en ucu buluyorsunuz.Dikkat çekmek, okunmak...Siz gerçekten kitaplı yazar olmanız lazım.Eminim çok okunurdunuz.Sizden rica ediyorum.Benim Romanıma da başlık bulun :)
Saygılar
Ah ah Fikret bey o şeytanlar hep sokaklarda. Onları nasıl yokedeceğiz. Kendi adıma özür dilerim Fikret bey. Halbuki hepimiz naçizane yazmaya çalışıyoruz ama bazen öyküdeki yada yazıdaki karakterleri yazarlarla bağdaştırdığımız oluyor. Ama ne olursa olsun sizin yazılarınızı okumak keyf veriyor bana. kutluyorum. Başarılı bir çalışmaydı. İçindeki mesajları alan alıyor zaten. Saygılar efendim.
Hülyam tarafından 6/15/2009 12:22:29 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Hanım ; fena yakalıyorsunuz adamı. Fakat oaly benimle sınırlı değil, diğer yazılarda da öyle. Hadi beni tanıdınız diyelim, herkesi mi tanıyorsunuz ? Bu arada bu tepki size ve arkadaşlarıma değil aslında. Ya da hedeften kaçmak galiba biraz da...
Siyaset bitti, aşk da bittiğine göre, yeni konular bulmak gerek. Eğer son anda vaz geçmezsem , yarın ki yazımın başlığı ; '' BEN BİR FAHİŞEYİM '' olacak.. Sonraki de ; '' BEN BİR SAPIĞIM ''.. Delirdim galiba ; ne dersiniz ?
Bence kimseyi suçlamayın. Çünkü hep kendi gerçek hayatınızı anlattınız.tabiki yorumlarda buna göre oldu. Şimdiki öykünüzde de cinayet dışında daha önce anlattığınız kendi hayat hikayeniz var...Okuyucuyu şaşırtmaya bayılıyorsunuz.Biz ders hep ters köşe yatırılsak da sizi okumayı seviyoruz.
Bu hikayenin de- yüzeysel geçilmesine rağmen- çok başarılı olduğunu gördüm.Siz de bu yetenek var gerçekten. Haydi bakalım, Siz cinayetleri anlatın, ben delileri, edebiyat defteri çıldırsın...
İlginç bir tez !
.......................
Emlakçı değilsiniz.
Market işletmiyorsunuz.
Emekli de değilsiniz.
Yarım kalan öğrenim hayatınız yok, sevdiğiniz Bahar la evlisiniz.
Anneniz ve Babanız ayrı değil.
Üvey kardeşleriniz de yok.
Ekonomi sıkıntısı da çekmiyorsunuz.
................................................
YAZAR VE ŞAİRSİNİZ..
hayal gücünüze Tebrikler.
................................................
Kendi adıma şaşırdım.
Bir şey daha öğrendim.
...............................HAYAL VE KURGU.
:)))))
Fikret bey,doğrusu sizden korkmaya başladım.Daha önceden gözüme kestirmiştim ama.Sizin bu kıvrak zekanız beni alt eder.
Düşünüyorum da emlakçılık yapan adam,aç kalmaz ya.Benim durduğum sitenin hemen yanında bir emlakçı dostum var(şimdi dostluk falan kalmadı)bana atmadığı kazık kalmadı ya.
Onları da zamanı gelince yazacam..
Saygılar Fikret'ciğim,yavaş yavaş sana kanım kaynadı ya...