- 923 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Camdan Yürekler
Adı İnci, soyadı Yürek’ti. Adı gibi bembeyaz ve tertemizdi, hep saklanmıştı ama hayat onu saklı olduğu yerden öyle koparmıştı ki bugün artık camdan yüreği paramparçaydı.
Hep acılarını içine akıtırken sessizce hayata sorardı:’’sen benden ne istiyorsun ki sana anamı , babamı verdim daha benimle hesabın bitmedi mi?’’
Demek ki hayatın hesaplaşması bitmemişti demek ki!
’’İnci’nin hatırladığı kadarıyla babasının annesinden hariç iki eşi daha vardı. Ve onlardan olan sekiz kardeşi, hepsi babasının yanındaydı. Oysa kendisi annesi ile birlikte bir ırmak kenarında, küçük bir köyde sürgün gibi yaşıyorlardı.Hep o anları düşündükçe içi acır ve yanardı’’neden derdi, neden böyle oldu?’’ Ama yinede bu yaşadığı bu yeri seviyordu.Çünkü annesi ile büyük bir ıhlamur ağacının altında otururlardı, annesi sallanan sandalyede otururken ona öyküler anlatırdı ama gerçek öyküler. Başına gelenleri anlatırdı, o da bu hataya düşmesin diye çünkü haram olan şeyler hayatıda haram ederdi.Zamanında o da çok güzel bir kızdı. Haram yemeği seven bir erkeğin haramı olmuştu ve onun meyvesi de İnci idi.
O günleri anımsayınca gözlerinden inci taneleri dökülürdü.Kızına hep nasihatı şu olurdu’’ pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı daima bir kadını gösterir bunu unutma inci tanem’’derdi.
O ağacın altında oturup çaylarını içerken, iki ayda bir yanlarına gelen babasını beklerdi.
Babası arabasıyla uzaktan görününce koşarak gider, arabasına biner, yarı yolu beraber gelirlerdi.Babası ona getirdiği hediyelerle gönlünü alırdı. Bir gün onu alıp götüreceğini söylerdi ama ne yazık ki bu onbeş yıl gerçekleşmeyen bir hayaldi. Gerçekleştiği zaman ise çok acı günler yaşamıştı.
İnci birden irkildi, o günü o lanetli günü anımsamak istemiyordu. Yıllarca ama yıllarca o vicdan azabı ile yaşamıştı, şimdi yüreği ise o acılarla cam gibi incecikti, bir gün aniden dağılıp yok olacaktı. İnci yine o günlere daldı. Annasi ona bir gün yalvarmıştı’’bir gün beni bırakıp gidersen ölürüm, yaşayamam’’ demişti. O gün İnci’nin yıllarca kabusu olmuştu.Babasını saatlerce bekleyen İnci, gelmeyince annesine haber vermeden ana yola çıkıp, arabaya binip babasının yaşadığı şehire gitti.Babasını herkes tanıyordu.Sordu ve evini öğrendi, evine gitti ama kapıdaki adamlar içeriye sokmadılar. Kapının önünde bekledi ve gecede orada uyudu. Sabah uyandığında üstünde bir battaniye örtülü idi. İçeri girmek için adamları atlatıp bahçeye koştu. Üç katlı bir köşktü burası’’demek babası burada yaşıyordu ama ona ayıracak bir odası bile yoktu’’ gözlerine sanki kum taneleri dolmuştu, başını kaldırıp yukarı baktığında babası ile gözgöze geldi, babası hemen kalın perdeyi çekti.
Babasının şöförü İnci’yi oradan çıkarıp, arabaya koydu ve kaldıkları yere götürdü. Arabadan inip eve doğru yürürken annesinin sallanan sandalyesinin yerde devrilmiş olarak durduğunu gördüler, başlarını kaldırıp ıhlamur ağacına bakınca bir ipin ucunda annesinin cansız bedenini buldular.Şöför zavallı kadını ipten indirip, yere yatırdı ve üzerini örttü, hemen araba ile dönüp patronuna haber verdi.
Babası, İnci’nin karşısında duruyordu, kızını teselli etmeye çalıştı’’ biliyorsun annenin içinde cinler vardı, mutlaka bu cinler onu asmıştır’’diyordu ama İnci’nin tek bildiği şey onu bırakıp gitmeyecekti, onu cinleri ile bırakmayacaktı.
Ogün annesini ıhlamur ağacının altına gömüp, babası ile şehire döndü.Evdekiler huzursuzdu, ona bir oda verdiler. Babası ile oturmaya başlamıştı ama bir pelin otu gibi yabaniydi. Diğer insanlarla iletişim kuramıyordu.Sonunda babası onun eğitimi ile çok ilgilendi.Dışarıdan girdiği sınavlarda başarılı oldu, liseyi dışarıdan bitirdi.Diplomasını aldığı gün; hem annesinin hemde onu yıllarca eğiten köy öğretmeninin mezarını ziyaret etti.
Ve zaman öyle hızlı geçiyordu ki ancak geçmişini zaman zaman o ıhlamur ağacının altına gidince anlayabiliyordu. Bir gün annesine söz verdi, kendi ayakları üzerinde duracaktı. Öylede oldu.Babası onu hemşirelik kurslarına göndermiş ve oradan da sertifakısını alıp, bitirmişti. Tek istediği gönüllü olarak bir yere gitmekti ve Kızılay’a müracaat etti. Onbeş gün sonraydı 27 Eylül 1996yılında Taliban kırmızı Toyota pikaplarla Kabil’de cirit atıyorlardı.Her tarafa yazılar yazılmıştı. Kan gövdeyi götürüyordu, çocuklar,yaşlılar, gençler, kadınlar, erkekler darmadağındı.
İnci, o gün Kızılay’dan haber alıp gönüllü olarak Kabil’e gitmeye karar verdi. Kararını babasına açıkladı. Ve valizine eski anılarınıda koyup, gidiyorum dedi.
İnci; Kabil’e varış anını hatırlayınca birden ürperdi:’’ O gece silah sesleri ile uyandı, ne oluyordu, insanlar aç gözlülüklerini silahlarla kusuyordu. Nasıl bir şeydi bu; kadınlar, çocuklar,yaşlı insanlar sokaklara dökülmüştü, sokak karanlıktı, ortalığı aydınlatan yalnız namlulardan çıkan ateşlerdi. Ay bile, dolunay olması gerekirken bulutların arkasına saklanmıştı. İnsanların aç gözlülüğünü,öfkelerini görmek istemiyordu.
Belli bir zamandan sonra silahlar susmuştu. Sadece sokaklarda vurulan insanların görüntüleri vardı. Ne kadar zaman sonraİnci kendine geldi. Yavaşça perdeyi açtı, yerde yatan gölgeleri gördü.Hemen dışarı çıktı, ağlaşan çocukları susturmaya çalıştı ama olmuyordu o minicik yürekler korku içindeydi.
İnci kendini toparlayıp hemen seyyar hastaneye koştu. Nereden bilecektiki kendisi gibi haram olan Meryem ile yollarının kesişeceğini.
Meryem, çığlık çığlığa yardım istiyordu’’kızım doğum yapacak ne olur yardım edin’’ diyordu, Leyla ise iki büklüm duruyordu. İnci hemen Meryem’in yanına gitti ve Leyla’yı bir sedyeye yatırdılar bebek ters gelmiş ve sezaryan gerekiyordu.Ama narkoz yoktu.Günlerce çarpışmada yaralananlar için kullanılmış ve bitmişti, birde Taliban’ın izni olmadan hastaneye narkoz giremiyordu.
Burkalı kadın doktor ne yapacağını şaşırmıştı,ter içindeydi burkayı çıkarmakta yasaktı. Ameliyathanenin kapısında İnci nöbet tuttu, Meryem yardım etti, Leyla canlı canlı sezaryan yapılıp, bebeği dünyaya getirdi.
İnci, babasından daha çok nefret etti ve onu beyninde bir kurşun ile öldürdü. Çünkü bunca acının,ezanın,merhametsizliğin içinde İnci’nin babasıda vardı. O Taliban’ın silah tüccarlığını yapıyordu.
Birden; bir kış gecesi uykusunun kaçtığı zamanı hatırladı, o gece babasının evinin bahçesi bu kırmızı toyotolu ve sarıklı ve sakallı adamlarla dolmuştu.Demek ki o da bu çember içindeydi.Bu çok acı bir şeydi, babası aynı bunlar gibi değilmiydi annesinin ölümüne sebep olmuş, kendisini tanımamıştı.Afganlıların dediği, gibi İnci’de bie harami(gayri meşru) idi.
Bu olaydan sonra İnci, Meryem ve Leyla arada bir görüştüler ve hayatlarının sırlarını paylaştılar.
İnci, bir gece aldığı bir telefon haberinden sonra dakikalarca güldü.Şimdi çok mutluydu babası hakettiği cezayı kendi elleri ile vermişti. Bir not bırakıp intihar etmişti.
Notta kısaca’’ Kızım İnci; seni varisim olarak kabul ediyorum. Beni affet, beni tanrıda affetsin çünkü ben insanları hayata bağlayan şarkıyı, dansı, kitabı, filmi,resmi, kuş beslemeyi,uçurtma uçurtmayı yasak eden bu zihniyete hizmet ettiğim için çok utanıyorum.Hele kadınlara getirilen bu yasaklar beni dahada üzüyor, bizleri dünyaya getirenler analarımızda kadındı. Ben bu yükü taşıyamıyorum.
Seni seven baban’’
İnci oturduğu yerden doğruldu. Biraz sonra doktor geldi, onun Türkiye’ye gitmesi gerektiğini ve belli bir zaman sonra çağrılacağını söyledi. İnci; doktora bir mektup bırakacağını Meryem’in bunu alacağını söyledi. Meryem üç günde bir bu hastaneye uğrayıp temizlik işlerine yardımcı olmaya başlamıştı. İnci ve Meryem; babalarının kabul etmediği iki harami yani yasak meyve idiler.
İnci; Türkiye’ye geldi. Babası ile ilgili bazı işlerle uğraştı. Herşeyi yola koymaya çalıştı ama olmuyordu sanki yarısı orada kalmıştı.
Aradan ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordu, bir gün Kabil’deki doktordan bir mektup aldı.Mektupta’’İnci tanesi İnci’m; sana bu mektubu verdiklerinde belkide bu dünyada olmayacağım. Leyla ve çocukları Tarık ile Mürree’de gönderdim.Raşit’in bana yaptığı eziyetleri,Leyla’ya yaptıklarını sır dünyamızda paylaşmıştık.Canıma taketti ve öğrendim ki üç aylık ömrüm kalmış.Ezilen kadınlarımızı, bir eziciden kurtarmak için Raşit’i öldürdüm ve Taliban’a teslim oldum. Sanırım onbeş gün sonra herkesin gözüönünde öldürüleceğim kanım feda olsun ezilen kadınlara, kanım feda olsun uçurtmasını uçuramayan çocuklara.
Sen bize çok şey öğrettin. E minim ki Leyla’da bizim izimizden gidecek ve ben eminim ki bu savaş bitecek ve beklenen güzel şeyler olacak.Hakkını helal et inci tanem. Harami Meryem’’
İnci’nin gözlerinden yaşlar durmadan akıyordu, ne yapacağını şaşırdı.Bir an önce Kızılay’a gidip Kabil’e dönmeliydi veya Leyla’nın yanına Mürree’ye gitmeli, onları görmeliydi.Müracaatında ancak 2000 yılında gönderileceğini öğrendi.
Kendi kendine ne yapabilirim diye düşündü ve kendisine düşen oldukça yüklü mirasla bir yuva kurmayı düşündü ve bu yuvaya Kabil’de annesi ve babası ölenleri barındıracak ve onlara yarınlarını hazırlayacaktı.Ve öylede yaptı. Kızılay yardımı ile Kızılhaç’tanda Leyla’yı bulma konusunda yardım istedi ve buldu. Leyla, Kabil’e dönmüş oradaki yuvayı tamir etmişler ve çocukları orada toplamışlardı. Hemen oturup Leyla’ya mektup yazdı.
’’Çöl ceylanı Leyla’m; bu mektubumu alınca sevineceğini biliyorum. Meryem’in başına gelenlere üzüldüm. Senden istediğim ben burada yuva açtım, oradaki çocukların yarısını bana Kızılhaç yardımı ile gönder.En yakın zamanda seninle görüşeceğiz. Çocuklara ve Tarık’a selamlar.Harami İnci tanesi’’
Ve işte şimdi İnci yuvanın kapısında anılarından birden sıyrıldı, gözlerine inanamadı karşısında çöl ceylanı Leyla, vatanı için bacağını vermiş Tarık ve savaş ortasında hırpalanmış camdan yürekleri olan çocuklar vardı.Onlarla beraber kapısında’’Camdan Yürekler’’ yazan yuvaya güvenle girdiler.
Burası binlerce muhteşem güneşin ışıttığı bir ülkeydi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.