- 570 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
BATAKLIKTA BİR SERÇE - 4
Çocuğun tetremiz, kömür karası saçlarının arasında, fûtursuzca gezinen beyazlı morlu bit
leri gördüğünde göz pınarlarının patlayası geldi bir anda. Zor tuttu kendini İlhan Hanım..
Hemen çocuğu bırakıp derse verdi kendini. Yeniden dersle ilgili sorular sormaya başladı çocuklara. Bu defa gözlerine inanamadı: O çocuğun parmağı her soruda havaya kalkıyor
du. Öylesine kaldırmış olabilir mi diye düşündü içinden ve denemek için bir soru sordu. Ço
cuk ayağa kalkıp öyle bir cevap verdi ki soruya, yalnız öğretmen değil çocuklar da şaşırdı.
Birşeyler olmuştu çocuğa. Açılmıştı, akıllanmıştı sanki. Başka sorularda tekrar tekrar de
nedi ve tekrar tekrar şaşırdı, hayran kaldı.
Teneffüs zamanı yanına gidip saçlarını okşamak istedi. Birden bitler geldi aklına. Kendine de bulaşır korkusuyla bir an çekti ellerini. Sonra dayanamayıp daha bir sıkı okşadı çocuğun
saçlarını. Çocuk bir anda sıcak bir el hissetti başında. Bir şefkat, bir sevgi duydu yüreğin
de, hiç de alışık olmadığı. En son kim sevmişti onu böylesine ; hatırlayamadı. Annesi neden
böyle okşamamıştı saçlarını, neden bu sıcaklığı, şefkati hissettirememişti , düşündü ama
cevabını bilemedi bu soruların.
Teneffüse çıkmamasını, birlikte oturup konuışmak istediğini söyledi çocuğa öğretmen hanım. Sevindi çocuk ; yüzünü bir tatlı tebessüm aldı. Belki de ilk defa gördüğü ön dişleri
bir fareyi andırıyordu adeta. Tüm ön dişleri çürük ve simsiyahtı çocuğun. Yine içi burkuldu
öğretmenin.
Tüm çocuklar teneffüse çıktıktan sonra yanına oturdu çocuğun. Bitleri umurunda değildi.
Elini omuzuna attı, saçlarını okşadı yine. Çocuk bulutlarda hissetti kendini. O kadar mut
luydu işte.
- Anlat bakalım şimdi bana : Annen nerede senin, sağ mı, ayrılmışlar mı babanla ?
İndi bulutların arasından çocuk. Başını öne eğdi. Ağlayacak gibi oldu ama tuttu kendini.
- Ben daha bir buçuk yaşındayken ayrılmışlar. Tepeören’de oturuyorduk biz. Babam buraya gelip kahve kiralamış. Ben altı yaşıma vardığımda annemle birlikte Pendik’e taşın
dık. Sonra annem başkasıyla evlenmek için beni babamın yanına gönderdi. Bir de ablam var. Benden iki yaş büyük. Onu da göndermişti , sonra kocasını razı edip aldı ablamı.
Bu defa öğretmen duygulandı. Ağlamamak için mücadele etti göz yaşlarıyla. Güçlü biriydi
ve engel oldu akmalarına. Çocuğu üzmemesi gerektiğini düşünebilecek biriydi o.
Israrla karıştırıp saçlarını, bir de sıcacık öpücük kondurdu çocuğun dün gece kahvenin ortasındaki sandalyenin üzerinde yıkanan yanaklarına....Anne şefkati böyler bir şey olma
lıydı herhalde. Ne tatlı öpmüştü öğretmeni ! Yüreğinde bir ferahlık hissetti o an. Sanki yılla
rın boşiluğu birden doluvermişti yüreğinde..İyi ama böyle bir boşlukla o güne kadar nasıl ya
şayabilmişti ? Sevgi, şefkat gibi güzellikler olmadan, onların yüreklerdeki boşluğuyla nasıl yaşayabilirdi insan ?
- Ne biçim anneleik bu ? İnsan böyle tatlı çocuklarını nasıl bırakır ?
- Bilmiyorum ; bırakmış işte.....
- Peki ablan annenin yanında mı şimdi ? Görmeye gidiyormusun ?
Bu soru ona suçluluk duygusunu hatırlattı. Utandı kendinden ve öğretmeninden. Başını öne
eğdi bu kez, cevap verirken.
- Hayır öğretmenim..Ablamı evlâtlık verdi babam..İstanbul’da yaşlı bir kadının yanında....
Bir Kemal Amca vardı. Emekli albaymış galiba. Tuzla Jeep fabrikasında askeriye için üreti
len jeeplerin kontrolundan sorumluymuş. Sık sık bizim kahveye uğrar beni çok severdi. Bir
defasında bana oyuncak ambulans bile getirmişti. Kendi kendine bağırarak giderdi. Çok se
vinmiştim.
Meraklanmaya başladı öğretmen. Hem anlatmasını sevdi çocuğun hem de bir an önce ablasının nasıl ve neden evlâtlık verildiğini öğrenmek istiyordu.
- Sonra sonra, ne zaman evlâtlık verdiniz ablanı ?
Yine utandı çocuk. Yüzü kızardı yine utancından. Ama anlatmaktan vaz geçmedi.
- Bu Kemal amca, beni İstanbul’daki şehit eşi Sabiha Hanıma anlatmış, o da çok sevmiş, ille de evlâtlık almak istemiş. Gelip gidip babamdan ısrarla istedi beni : ’ Gel inat etme , verelim şu çocuğu, buralarda ziyan olmasın, okusun, adam olsun ’ diyordu, defalarca.
Fakat babam, bir türlü kıyamadı beni vermeye : ’ O benim oğlum, arkadaşım, can yoldaşım, her şeyim ’ diyordu. Fakat Kemal Amca’nın ısrarından vaz geçmeye hiç de niyeti yoktu. Onun ısrarlarından bunalan babam bir gün ; ’ Onu değil ama eğer isterseniz ablasını verebili
rim ’ deyiverdi. ’ Olsun , demiş Sabiha Hanım.
- Çok merak ettim ben bu işin sonunu be oğlum. Hadi durma anlat, anlat !
- O gün erkenden gelmişti Kemal amca. Babamla bir şeyler konuşup beni çağırdılar. Adeta
oynayacağım bir oyunu ezberlettiler bana. Yalan söylememi istediler. Kemal Bey’in kontro
lundan sorumlu olduğu jeeplerden birine bindirdiler beni. Doğruca annemin evine gittik.
Kapıyı çaldığımda ablam açtı. Sabah vaktiydi, okula hazırlanıyormuş. Canım ablam benim,
tombul yanakları vardı, henüz on yaşlarındaydı o zaman. Uzun simsiyah saçları vardı. Onları tarıyormuş o anda. Sevindi beni karşısında görünce. Sarıldı, kucakladı, kokladı uzun
uzun. Oysa annemin öyle sarıldığını, kokladığını hiç hatırlamıyorum. Yine aynısı oldu. ’ Kim
geldi Mukaddes ’ diye seslendi içeriden. ’ Fikret geldi anne, dedi ablam. Yanımıza gelip ’ Hoş geldin ’ dedi soğukça. Sarılmadı, okşamadı, sevmedi beni. Öpmek için uzandığım elini,
öylesine uzattı bana. ’ Babam çok hasta, ille de ablamı görmek istiyor ’ dedim. Allah’ım ,
ben böyle bir yalanı nasıl söyledim. Bir insanın, hem de kendi öz ablamım bütün hayatını etkileyecek, böyle bir yalanı nasıl söyledim o zaman ? Bu defa içeriden , kocası seslendi an
nemin. ’ Ne oluyor Fevziye ? Kimmiş gelen ? ’ Annem yanına gitti kocasının. Anlatmış, benim
söylediklerimi. İnanmamış adam. ’ Yalandır. Mukaddes’i alıp, vermeyecektir, gönderme ’,
demiş. Bayağı alışmış ablama adam, sevmiş, vermek istememiş. Fakat ablam, insan sevgisiy
le dolu, bambaşka biridir. ’ Gideceğim ’ diye tutturdu. Canım ablam, ne bilsin , kaderinin
o an öylesine değişeceğini ? ’ Babacığım hastaymış, ya ölürse, bir daha göremezsem, ne olur gönder anne, gideyim babacığıma ’ diye tekrar tekrar yalvarınca, göndermekten baş
ka çaresi kalmadı annemin. Ablam sevecen olduğu kadar da inatçıdır.
Devam etmeli..
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Sayın bilgeperi ; tepkinize hak veriyorum. Fakat konuyu daha detaylı anlatırsam, anneme öyle bir şey demek istemediğimi de anlayacaksınız. Annemle babamın kendi iradeleri dışında evlendirilmiş olmaları asıl konu etmel istediğim. Ağa tamamen kızını babamdan korumak için, kocası yeni ölmüş olan annemle, her ikisinin de iradesi dışında baş göz etmiş. Kendi ayarında değil de ille de yükseklerde gözü olmayı asalet merakı olarak göstermek istedim aslında. Anneme hakaret amacı taşımadım. Yine de düzeltmeye çalışacağım. İlginize teşekkürler.
Bir yürek bir yıldız
.....................
tutma, bırak yıldızları
avuçlarından, serpiştir
geceye, umutsuz an/larında
başka yerde bir sevdalıya
vuslatı haberci olsun.
uzanma gökyüzüne
o gördüğün yıldızlar sahipli
bir yüreğin bir yıldızı olur
yanı başında sana göz süzüyor
bırakma onu o senin gerçek yıldızın !
gönlümün yıldızı yok deme görmesini öğren bence !
Aşk ve sevda ihtiraslara harcanmayacak kadar kutsal. Gerçek aşk Allah aşkın olsun Usta.
Kal sağlıkla huzurla.
Sevgili Bilgeperi hanımefendinin haklı olarak dikkat çektiği bölüm, tartışmaya ve üzerinde düşünmeye gerekli önemli konu.
Fikret Bey bir gün meşhur olacaksınız diye yazan dostlarımız vardı aramızda. Hak veriyorum onlara siz gündem yaratmada siyasileri de geçtiniz :)
''Testide ne varsa o sızar ''
hüzünlüşarkım tarafından 6/14/2009 1:42:03 PM zamanında düzenlenmiştir.
Babama çekmişim galiba en çok.. O da yanaşması
olduğu ağanın kızına sevdalanmamış mıydı ? Sonunda onu değil de üç çocuklu dul annemi almış...Kadere bak.. Asillerin kaderi böyle olsa gerek...
Annenizi bir ağa kızıyla değişir miydiniz...
Ben kendi annemi asla görünen hiç bir zenginlikle değişmezdim...
Asalet ruhtadır, parada, pulda malda değil...
Zenginlik yürektedir, cepte, cüzdanda, bankada değil...
Üç çocuklu dul insanlar asil olamaz mı? Boşanmış insanlar asil olamaz mı?
Bana göre boşanmak asalettir oysa...Göstermelik, sahte ve çıkarcı mutluluklara, elalem ne der sonra diye sürdürülen evliliklere boşanarak noktayı koyabilmek asaletin ta kendisidir...Asil insanlar, hem kendini hem başkalarını ben mutluyum diye kandırmanın ağırlığını taşıyamazlar...Sahte mutluluklar saçan evli bir kadın olmaktansa kendi gerçek mutluluğunu yaşayan bir dul olmayı seçmek asalet değildir de nedir...
Yazınızın ve düşüncelerinizin bu bölümünü tekrar bir gözden geçirin lütfen...
Annenizin babanızdan bile daha asil olduğunu görebileceksiniz belki...Ben bunu hissettim...Hislerimin yalancısıyım...
Ben de bir anneyim ve annenize haksızlık ettiğinizi hissettim yazınızın takılıp kaldığım bölümünde...
Asaleti yürekte arayın...Onu Allah sadece kendi istediklerine verir...Parası pulu çok olanın alıp da sırtına geçirip kasım kasım kasılacağı bir şey değildir...Gözlerden ve yürekten kendi doğallığında akan bir ışıktır, bir duruştur...
Her şeyden önemlisi asalet kendimizi sevebilmektir...Bu sevgi inanın bütün sevgilerden daha doyurucu ve daha özel, daha asil...
Benim gerçeğimden bunlar yansıdı...
Sizin gerçeğinize de saygılar...
Tebrikler...
Israr edip kalbimi kırdırmaya cesaret edemedim. Onu buna mecbur edersem, yani kalbimi kırdırırsam, sevmiş olmam yalan olur zaten. Sevdiğimin mutluluğu da mutsuzluğu da benimdir. O, böyle mutlu. Benden de saygılar mutluluğuna...
Fikret TEZAL tarafından 6/14/2009 8:21:07 AM zamanında düzenlenmiştir.
Mecbursan eğer, sevgisiz, umutsuz, aç ve susuz bile yaşarsın be Fikret’im..
Çünkü sana bile ihtiyacı olanlar var...Onlar için mecbursun işte yaşamaya....
Elveda yıldızlar ! Ben gidiyorum , yaşamaya ....
şöyle başımı ellerimin arasına alıp da düşünüyorumda dost,anlattıklarına katılmamak elde değil.
İnsan yaşlandıkça çocukluğuna geri dönermiş derler ya doğru...Çocukken ve ilk gençlik yıllarımda kralın kızına bile aşık olur ne hayaller kurardım,parensesimin yanımda olması için.
Şimdi de zaman zaman aynı düşüncelere daldığım zaman :
"sen bunamışsın moruk "diyeceklerinden korkuyor da duygularımı şiirlere boşaltıyorum...Boyumu geçmiş çocuklarımın kendi aşklarına tanıklık ediyorum da kendi hallerime gülüyorum ya.Avratta geçim derdini düşünmekten benim hınzır duygularımı anlayacak haller de kalmadı.Herhalde : "Yaş sendromlarına girdik gibi.İnşallah bunu da kazasız,belasız atlatırız.."
Yine yineliyorum:cesurca duygularını açıkladığın için sana binlerce tşk.ler...