- 1439 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HER ŞEY OLMAYA HAZIR
Oturduğum yerden denizi seyretmenin tadına diyecek yoktu... Altına oturduğumuz yaşlı kavak ağaçlarının gölgesi, sabah güneşinin varlığını belirsiz hale getirse bile etkisini silemeyecek kadar ancak gölgelemişti. Karşımızdaki denizin mavi çekimine bakışlarım takıldıkça; mavi, yüreğimin bir köşesini işgal eden kitaptan bile dikkatimi başka yöne çekecek kadar beni kendine çekti... Önümüzdeki sahilin varlığını insanlar ile kalabalıklaştıran cadde, kitabtan başımı kaldırdığımda baktığım ama görmediğim insanlar demekti... Oysa ben, bakışlarımı sadece okuduğum satırları daha iyi anlamak için kitaptan kaldırmak istiyordum.... Ama öyle olmadı...
Bu esnada cadde üzerindeki banka gelerek oturan bir bayan dikkatimi çekti. O da sıcaktan kendini korumak telaşında gibiydi. Ama birisini beklemek telaşında olduğunu sonra anladım. Anladım...
Bayan bankta fazla beklemedi, kendisi gibi genç bir delikanlı banka yaklaştığında iki genç, birbirlerini tamamlayan diğer yarısı gelmiş olmanın bilinçsiz farkındalığı ile birbirine sarıldı. Sarıldılar, çünkü sevginin diğer yarısı, canın cananı gelmişti. Bir müddet sarılmış olarak kaldılar. Bu süre onlar için ne kadar kısa ve ne kadar uzundu acaba ...?
Birbirlerinden uzaklaşmaya başladıkları esnada bilinçsiz bir gayrete "hayır" diyemediği belli olan bu iki vücudun dudakları birbirini istekle buldu. Kısa bir andı bu. Fakat bu küçük anı, küçük öpüşler takip etti. Tekrar sarıldılar...
Sevmek ne demekti? Aşk ne demek? Gördüğüm suret benim için sadece bir örnek olsa da görülmeye değerdi...
Aşkın sevgiliye kavuşmak telaşındaki arzusunu tanıdım. İki sevgili birbirlerini bıraktıklarında göz göze geldiler. Her ikisinin birbirlerinin gözlerinde aynı resmi gördüğünü anlamam için daha önce sevmenin ne demek olduğunu bir dem duymak yeterliydi... Oturdular. Oturduklarında yüzlerindeki tebessüm, birbirlerini görmeden geçirdikleri saatlerden intikam alıyordu artık... Yüzlerinde birbirini bulmuş iki sevgilinin mutluluğu vardı... Delikanlı cananının dudaklarına tekrar bir buse kondurdu. Sonra yanaklarına, alnına... Sonra tekrar dudaklarına ... Sanki kalabalık bir caddede değildik... Sanki o caddede sadece bu iki sevgili vardı... Zaman ve mekan kavramının onlar için yıkılmış olduğunu o an hissettim... Utanmak yoktu. Nerede ve hangi zamanda olduğumuz önemli değildi. Sanki orada sadece o ikisi vardı ve sanki etrafta da kimsecikler yoktu.. Sevmenin, herşey olmaya hazır, sırf, sade ve tertemiz bu halini görmek ne mutluydu... Tecrit edilmiş bir mutluluktu bu. Kimsenin elinin değmediği, değemediği... Sadece bu iki yürekte büyüyen ve büyüdükçe arzunun sevgiliye kavuşmak telaşına yenik düşmesine ramak kalmış ve fıtratına hizmet eden bir nefs ile sevmek ve sevilmek gayretinin sarmaş dolaş hali...
Tekrar sarıldılar. İki canda tek vücut olmak gayreti ne kadar kuvvetliydi? Aşkın ateşini alevlendiren, aşıkı maşukuna esir eden, arzunun kuvvetini ne teşkil ediyordu? Tabii ki, vuslatsızlık !... Arzu ile gayenin arasındaki bu mesafe, ne kadar aşılmaz gibi görünse de aşka hizmet ediyordu. Vuslatı bulan aşkın sevgiye dönüşmesi için ise yıllar gerekiyordu..! Evet, yıllar emek demekti... Emek, sevdiğim dediğin insanın mutluluğu için kendi sevginden vazgeçmek gerekiyorsa, vazgeçmeye cesaret edebilmekti !! İşte sevmek buydu! Çünkü sevmek, almaktan çok vermek... Almayı beklemeden sevmek ve bir ticaret zihniyetinden sıyrılıp karşılıksız sevebilmekti...
Sevgiyle..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.