- 509 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
BATAKLIKTA BİR SERÇE 1 - 2
( Bir hafta önce birinci bölümünü yayınladığım öykümün, okumayanlar için, birinci bölümünü de buraya alıyorum.)
1. Bölüm
Henüz yirmisinde, nişanlı bir genç kızdı, okulundan mezun olup, ilk öğretmenliğine başladığı günlerde..
İstanbul’un çok şirin sahil kasabalarından biri olan Pendik’te, annesi ile birlikte yaşıyordu
İlhan...İlk görev yeri, Pendik’e on kilometre kadar uzaklıktaki bir köy okulu idi..Akşam-
sabah gidip gelecekti okuluna...
İdealist bir öğretmen olmak vardı içinde. Severek ve isteyerek seçmişti bu mesleği.. Oysa
zamanında bir öğretmen olan babasını, öğretmenlere özel bir meslek hastalığından kaybet
mişti..
Okulunun olduğu Kurtköy, yaklaşık altmış haneli, elektriği olmayan, suları çeşmeden taşınan, ağaçlık, yeşillik, küçük ama şirin bir yerdi...Anadolu’da olmasa da oraları andırıyordu işte...
İlk gün bütün heyecanı ile görevinin başındaydı .Daha önce beş sınıfa bir öğretmenin baktığı okulda, onun gelişiyle, 1,2,3’ lere bir öğretmen - 4,5’ lere de o bakacaktı...
Öğrencilerini tanımaya çalıştı. İki sınıf yirmi kişiyi doldurmuyordu bile. Giyimlerine bakılırsa, çoğu da yoksul aile çocukları idi...
Ders sırasında bir ara çocuklar hafiften gülüşmeye, mırıldanmaya başladılar..
- Ne oldu, ne gülüyorsunuz , diye sordu öğrencilerine..
- Şey, öğretmenim, galiba Fikret işemiş, diye cevap verip, eli ile ağzını da kapayıp gülmeye
başladı bir öğrenci..
Fikret’in kim olduğunu öğrenip yanına gitti. Cılız, esmer, düşkün, perişan halde bir erkek öğrenci..Başı önde, yüzünü elleriyle örtmüş, paçalarından suyu akar vaziyette oturmak
taydı sırasında...
- Oğlum, niye söylemedin ? Ben seni tuvalete göndermez miydim ?
- Utandım öğretmenim, söyleyemedim, diye ağlayarak ve utancından yerin dibine girerek cevap verdi çocuk...
- İlhan öğretmen de üzüldü. Suçlu hissetti kendini..Demek ki çocuklara soğuk davranmış,
onlar kendisinden korkmuşlardı.. Vicadan azabı duymaya başladı. Şefkatle ilgilendi çocukla.
- Neyse oğlum, bir şey olmaz..Hadi şimdi git eve de annen üstünü değiştirsin..
Hiç bir şey demeden, yerinden kalkıp dışarı çıktı çocuk..
Onun bir annesi yoktu aslında. Varsa da yanlarında değildi. Bir evleri de yoktu üstelik. Ba
bası ile birlikte bir kahvede yaşıyorlardı. İş yerleri de, evleri - barkları da o kahveydi işte.
Bütün bunları diğer çocuklardan öğrendiğinde, vicdanı daha bir sızlar oldu İlhan öğretmenin..
Çocuk ıslak haliye kahveye gittiğinde, oradakiler güldüler, dalga geçtiler. Bir yığın da azar
işitti babasından. Üzüldü çocuk, kırıldı küçücük kalbi..Kahvenin bir köşesinde, doğru dü
rüst temizlenemeden değiştirdi üstündekileri. O gün okula dönmedi, utanmıştı çünkü...
2. Bölüm
Çamaşır ve pantolonunu değiştirip kirden karası bile zor belli olan önlüğünü ve sararmış
plastik yakalığını çıkardı. Çantasını duvar kenarındaki peyke ( tahta oturak )’ lerden birinin altındaki, tahta sandığın içine koydu. Gözleri yaşlıydı halâ. Elinin tersi ile şöyle bir
silip, masalardaki boş bardaklara göz gezdirmeye başladı. Gördüğü tüm boş çay bardaklarını, gazoz şişelerini topladı.
- Lan, küçük İncirli , diye seslendi genç müşterilerinden, otuzlu yaşlardaki Necmi...
- Şurdan bi Bafra al bana !
Babasının , zamanında bir kilo incirine yaptığı güreşi kazanması karşılığında edindiği lâka
bı, şimdi o da edinmiş oluyordu. Sadece, İncirli Mustafa’nın oğlu olması karşılığında...
Koşarak gitti çocuk, parayı alıp ,kahveden de girilebilen, kahvelerinin de sahibi İbrahim
Ağa’nın bakkal dükkânına. Bir paket Bafra sigarası alıp verdi müşterisine. Sonra devam
etti çalışmaya. Masaların üzerindeki dolu küllükleri alıp boşalttı çöpe.
- Lan Fiko, bi su ver bakiym, dedi bir başka müşterisi. Bu defa adının kısaltılmış şekli ile çağrıldı. Ocaklığa koştu. Şimdiki mutfak dolaplarının yerine o zaman kullanılan, gerçek
rengi mi yoksa kirlenmiş halinin mi kapkara olduğu belli olmayan örtüyü kaldırıp, toprağa
gömülü küpün üzerinden maşrapayı aldı. Kapağı açıp su doldurdu. Yine hiç de temiz görünmeyen bir bardağa biraz su koyup çalkalayarak kahvenin orta yerine sallarken, bar
dağı da birlikte fırlattı.
- Anan mı öğretti lan ? Mahsüs mü attın bardağı , diye azarladı babası...
Ağladı çocuk ,yine ağladı. Gökyüzü görünmüyordu belki, melekler de gizliydi. Ama acaba
ağlamadan durabiliyorlarmıydı o an ? Bardağı kırmasına değil, annesinin öğretmiş olacağına kızıyordu babası. Oğlunu böyle itham ediyordu ! İçerledi çocuk ; onun için ağladı..Çok ağladı, ciğerleri yanarcasına ağladı. Ne olurdu dövseydi de böyle söylenme
seydi ...
Neredeyse iki yıl olmuştu, annesi onu babasının yanına göndereli.. Ve o annesine hiç gitmiyordu, görüşmüyordu ki onunla ! Nasıl annesi öğretmiş olacaktı ?
- Amma da zırlak şeymişsin sen de he ! Erkek adam ağlar mı öyle !
- Ne yaptın lan, vurdun mu çocuğa ?
- Ne vurması ya !
Elinin tersi ile silip gözyaşlarını, yeniden başladı işine. Çay isteyenlere çay, su isteyenlere su, kahve , gazoz taşıdı çocuk. Boşları topladı masalardan. İsteyene sigara, kibrit aldı dükkândan. Çişi geldiğinde, babasından ve diğerlerinden gördüğü şekilde, kahvenin dış duvarına işedi o da. Büyüğü için asfaltın öbür tarafındaki köy tuvaletine gitti.
Akşam olduğunda daha bir kalabalık oldu kahve. Sigara dumanından göz gözü görmedi.
Kirden, dumandan simsiyah olan tavan, iyice görünmez oldu. Cam örtüleri çoktan kırılmış
iki adet gaz lüküslerini en az birer defa fitillerini düşürüp , söverek yenilerini takıp, güç
belâ yakarak tavandaki yerlerine astı babası.
Ertesi gün okul vardı ; ders çalışması gerekiyordu. Peykenin altındaki sandıktan kitap ve defterlerini çıkarttı. Boş masa yoktu. Üç kişinin oturup oyun oynadıkları bir masaya ilişti.
Domina taşlarının ,tavla pullarının şıkırtısında,küfürlerin bini bir para ettiği, sigara duma
nından göz gözü görmediği ortamda, ders çalışmaya uğraştı çocuk...
İsmail Amca dediği, akli selim sahibi, babasına akıl veren kişi eğilip birşeyler söylerken baba
sına, onu gösteriyordu. Ne kadar yavaş söylese de duymuştu çocuk :
- Sen bu çocuğu bi yıkayıver bu akşam. Kokuyo ulan bu ! Sidik kokuyo !
Utandı çocuk.. Ağlayası geldi yine..Ama ağlayamadı, çünkü ağlamaktan da utanıyordu artık. Biraz sonra uyuklamaya başladı.
- İncirli ! Uyuyo ulan bu çocuk ! Yatırsana şunu yerine !
Eline tavlayı alıp peykelerden birinin ucuna koydu adam. Altına koyun postundan yapılan
pöstekeyi yerleştirdi.
- Çişini ettin mi ulan ? Bak yine edersen döverim bu sefer, ona göre !
Utanarak dışarı çıktı çocuk. Kahvenin dış duvarına tutturdu yine çişini. Ocaklıktaki , bardaklları yıkamak için kullandıkları küpün musluğunda ellerini yıkayıp, doğruca babasının
kendisi için hazırladığı pöstekeye uzandı. Başını tavlaya yasladı. Doğrusu çok sertti..
Üzerine de eski kumaş paltoyu örtünce babası, akşam uykusunun birinci bölümü başlamış oldu. Kahve kapandıktan sonra, yatağı serip oraya taşıyordu babası.Eski- püskü ve kirli de olsa, yorgan ve yastıkları da vardı.
Saat gecenin onbiri olduğunda, müşteriler dağılmış, temizlik bitmişti. Çay yapmak için kullandığı sıcak su güğümünü bir kovaya boşaltıp, ılıklaştırdı adam. Çocuğu uyandırıp soydu. Kahvenin orta yerine koyduğu tahta sandalyeye oturtup, bir güzel yıkadı. Çocuk
uyku haliyle neye uğradığını pek anlayamadı ama temizlendiğine sevindi yine de.
O gece bir başka uyudu. Annesini ve babasının annesinden alıp, İstanbul’da bir aileye evlâtlık verdiği ablasını gördü düşünde. İkisi de ağlıyorlardı. Gözyaşlarını sildi eliyle.
- Benim için ağlamayın, ağlamayın ne olur, dedi.....
Devam etmeli.......
Fikret TEZAL
YORUMLAR
sabah sabah, yıldızlı bir aşk sohbeti...ne hoş, sıcak.
en güzel yanı da bilinmeyen birine duyulması aşkın.
gizemli bir çekiciliği var bunun.
bence de sormayın, saçını,kaşını filan...bırakın hayalinizdeki gibi kalsın..daha da güzelleşerek..
iyi sabahlar..güzeldi bu yazı..serindi..
lizeya tarafından 6/11/2009 7:27:08 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sevgili Okuyucu ; lütfen yazının sonundaki cümleye dikkat ediniz.
Bu işin sonunda, bu yazının muhatabının beni, yıldızlardan aşağı atacağını ve bir yerlerimin fena halde acıyacağını, çok iyi biliyorum..Fakat yine de vaz geçemiyorum işte ; ne yazmaktan, ne sevmekten....