İsa'nın Güzel Annesi
Her tercih bir vazgeçiştir,bazen de çokça vazgeçiştir. O da tercihini yapmıştı. Görücü usuluyle evlenmişti. Mahallenin en güzel kızı olduğu halde neden böyle bir tercih yaptığına kimse anlam verememişti. Samimi olduğu bir arkadaşı:"Belki karşına aşık olabileceğin biri çıkabilirdi,neden bu kadar acele ettin?"sorusuna "Aşk var mı?"diyerek cevap vermişti.Aslında bu soru aşka olan inançsızlığından değildi,aşkla karşılaştığında olası bir mücadeleyi kazanma isteğiydi. İlerde aşık olabilme ihtimaline karşın kendisine bir zırh hazırlamış oluyordu:evlilik zırhı.
Ve evlenmişti. Hem de oldukça şatafatlı bir düğünle. Düğünde müstakbel eşi ile oldukça mutlu pozlar vermişti. Sanki birbirlerini yıllardır sevmişler de binbir zorlukla mücadele etmişler ve bu mücadele sonunda bu mutlu günü haketmişler izlenimi yaratmıştı konuklar üzerinde. Konuklarla teker teker ilgilenmiş,kimisiyle şakalaşmış,kimisiyle karşılıklı oynamıştı. Dışardan gelecek biri o düğün alayı içinde en mutlu kişinin gelin olduğunu iddia etmesi hiç de zor olmayacaktı. Kalabalığın artmasıyla içten içe aslında yalnızlaşıyordu. Sanki onca insan ona ait birşeyleri çalmak için gelmişlerdi. Ne kadar insan o kadar eksilme. Zaten bunca neşe,bunca gösteriş kalabalıklaşan yalnızlığını örtmek içindi. Saklanmanın bir yolu da çok görünmek değil midir?
Düğün bitmiş,yatak odasına gitmiş,iki elini birbirine kavuşturmuş yüzü kapıya dönük şekilde oturmuştu. Eşi yaklaşık on dakika sonra odaya gelmişti. Kapı eşiğinde eşi ile göz göze gelmişti. O bakışları hayatı boyunca unutmayacaktı. Korkuyu görmüştü eşinin bakışlarında. Güzel olan oydu ama o güzelliğe sahip olma hakkını eşi kazanmıştı. Güzelliği eşini korkutmuştu. Eşinin bakışlarında sadece korku yoktu aynı zamanda mağrurluk da vardı. Böyle bir güzelliğe sahip olmakla eşi diğer erkeklere büyük bir fark atmış oluyordu.
Eşi yanına yaklaşmış,yüzündeki tülü kaldırmış,dudağından öpmüştü.Dudaklarını sıkıca kapatmıştı. Az önceki mağrur bakışa bir tepkiydi bu. Dudaklarını sıkıca kapatarak:"Güzelliğime ortak olabilirsin ama hiçbir zaman da yarı yarıya ortak olmayacaksın"diyordu. Gizli bir güç savaşının başlangıcı verilmiş oluyordu böylece.Güzellik üzerine bir güç savaşı...
Bu tepkiyle karşılaşan eşi dudaklarını aşağıya doğru kaydırmıştı. Aynı zamanda da her iki eliyle onu soyuyordu. Yatağa yatırıp üzerinde gidip gelirken çok acaleci davranıyordu. Ne kadar acele etse o güzellikte o kadar fazla pay kapacağını düşünüyordu ve mümkün olduğunca en derine girmeye çalışıyordu. Sanki ne kadar derine girse o kadar ruhuna nufuz edecekti kadının. Erkeklerin olağan yanılgısı işte. Ruh derinliği ile vucut derinliğini aynı şey sanmaları. Oysa penis duygu-ölçer değildir.
Dudakları dışında her tarafını öpüyordu o gece.Sadece dudaklarına dokunamıyordu dudaklarıyla. Dudakları dışında vucudu kamusal alan gibiydi.
Hızlı hızlı öpüyordu eşi. Her bir öpüşüyle ondan bir şeyler alıyordu.Bir saat önce bir sürü kişi ondan kalabalıklığını almışlardı şimdi ise üzerinde olan eşi vücudunu yutuyordu her bir öpüşünde. Bir öpücük,bir yutuş. Hem de hızlı bir yutuş. Eşinin onu hızlı hızlı öpmesi kopan parçalarının acısının yasını tutmasına bile izin vermiyordu. Eşi üzerinden kalktığından vücudundan sadece dudakları arta kalmıştı.
Aynı evde yaşıyorlardı, aynı havayı soluyorlardı. Fiziksel ortamda ortak hareket ediyor olabilirlerdi fakat aralarında görünmez bir duvar vardı. Ne kadar çaba harcasalar da o duvarın ötesine geçemiyorlardı. Duvar bir nevi Çin Seddi gibi enine bir duvardı. Belki bir kapı var da karşıya geçmek için boş yere bir arayış içindeydiler. Duvar bazı günler daha da bir uzuyordu. Duvarda geçebilecek bir kapı vardı aslında. Eğer o kapıyı kullansalar bu defa amansız bir sahiplik mücadelesi içinde bulacaklardı kendilerin. Bu yüzden bu kapıyı hiç kullanmaya yeltenmediler. Bu kapı kadının güzelliğiydi.
Sonunda bir kapı buldular; birbirine ulaşmak için çocuk yapacaklardı. Bir çocukları olacaktı her birinden bir parça taşıyan. Çocuk kararının alınmasında sebep erkek için ailenin olası parçalanmasını engeleyebilmekti. Tabii ki bir de kadına daha fazla nüfuz edebilmekti bir başka amaç da. Oysa kadın hayatına kendinden bir parça taşıyan bir erkek istiyordu. Tutunacak bir dal istiyordu. Kalabalıklaşan yalnızlığını dağıtacak birini istiyordu ya da bir kahraman istiyordu hayatında.
Eşine bir çocuklarının olacağını haberini verdiği o akşam, duvarın da aşılabilir olduğu yanılsamasına da kapıldı. Sevinçleri karşılıklıydı. Eşi dudağından öperken dudağını bile aralamıştı. Daha çocuğa üç aylık hamileyken duvar bu kadar kısalabiliyorsa,çocuk doğduğunda duvarın tamamen ortadan kalkabileceğine için için inandı.
Çocuğun cinsiyeti belli olduğunda daha da bir sevinecekti. Erkek çocuğu olacaktı. Çocuğu bir evlattan çok kendisini kollayacak bir ağabey olarak görüyordu. Karnında taşıdığı çocuk onu elinden tutacak duvarın öte tarafına geçirecekti. Bazen kendine kızmıyor da değildi hani,karnında taşıdığı eninde sonunda bir çocuktu. Bu kadar umutlu olmak neyin nesiydi böyle?
Erkek çocuğunun olacağını öğrenen eşi ilkin sevindi. Sonra o sevinç yerini karamsarlığa bıraktı. Bir erkek demek o güzelliğin üçe bölünmesi demekti. Böyle düşünmesi karısını sevdiğinden değildi. Karısıyla ilişkisi zaten parayı seven bir banker ilişkisi gibiydi. Karısı güzel olsun ama o güzelliğin hepsi ona ait olsun...
Çok rahat bir hamilelik dönemi geçirdi. Sanki çok uzaklara gönderdiği birisini bekler gibiydi. Acı,sancı çekse bile beklenenin geleceğinden dolayı umursamıyordu. Bu bekleyiş sabırsız bir bekleyişti. İsa’yı bekleyen bir havari gibiydi. İsa gelecekti ve onu kurtaracaktı. Nasıl İsa Peygamber elini sürdüğü ölüleri diriltimişse onun İsa’sı da onu diriltecekti. Yepyeni bir hayat başlayacaktı onun için. karnında bir mucize taşıyordu.
Ve doğum anı gelip çatmıştı. O akşam yatmadan önce kendini iyi hissetmediğini söyledi eşine. Eşinin hastaneye götürme teklifini ise, bunun normal olduğunu daha on günü kaldığını söyleyerek reddetti. Gece yarısı gibi uyanmış,eşini kaldırmış,kanaması olduğunu söylemişti. Eşi hemen alt komşuları olan emekli bir ebeyi çağırmıştı. Ebe hanım içeri girerken o salonda kaldı.
Yaklaşık yarım saat sonra ebe kadın salona,yanına gelerek,nur topu gibi bir erkek çocuğunun doğduğunun müjdesini verdi. Yatak odasına doğru yönelirken ebe kadın hayatında bu kadar rahat bir doğum görmediği söyleyecekti arkasında.
Yatak odasına girdiğinde eşi bebeği kucağında tutuyordu. Yanına yaklaşan kocasına:"Bak İsa doğdu."dedi ve devam etti:"Ben isminin İsa koydum,sorun olmaz değil mi?"diye sordu.
Adam:"Sorun değil"dedi.
Bakıştılar, kapıda duran ebe bu bakışı tam ortasaında yakaladı. Bugüne kadar doğum sonrası gördüğü hiçbir bakışa benzemiyordu. Bu bakışta kadının açık zaferi okunuyordu.
*Sanırım devam edecek...