- 751 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
PİDE ARASI “BABA” VEDASI..
Sıcak bir pide kokusuyla gözlerim aralandı.
Bizim oralarda sabah kahvaltısında pide yaptırmak önemli bir alışkanlıktır.
Gece hazırlanan iç malzeme; sabah olunca evin küçüğü ya da erkeği tarafından en güzel pide yaptığına inanılan fırına götürülür;günün ilk sohbetleri ayaküstü bu fırında yapılır;kentin dedikoduları da buradan evlere yayılırdı…
Bu bir sabah alışkanlığıdır ama herkes bilir ki; ben memleketime geldiğimde her öğün peynirli pide yemek isterim.
Yorucu bir otobüs yolculuğu yapmış, gece geç saatte eve gelmiştim ki…Sabah çok yorgun ve uykusuz olmama rağmen, enfes kokunun kalk borusuyla ayağa fırladım…Direk mutfağa giderek… “pide sıcakken içine yağını koymalı, yoksa erimez” düşüncesiyle masanın üzerindeki sıcak pidenin içine iki kaşık tereyağını koyarak erimeye bıraktım.
Masada her şey hazırdı. Babam sadece pide yaptırmamış; çayı da çoktan demlenmişti.
“Her zamanki hali, benim babam işte bu…” diye içimden geçirerek ona gururla baktım.
Babamla benim aramda her zaman gizli bir sevgi tüneli vardır. Oradan dünyasına girer çoğu zaman da olaylar karşısında aynı duyguları paylaşırız...
Annemle bir tartışmaları olsa, her fırsatta onu savunurum. Annem de kızarak: “zaten birbirinize o kadar çok benziyorsunuz ki” der. Bende, babamın en çok beni sevdiğini bu yüzden bizi kıskandığını ima ederek ,tarafımı her zaman ki gibi babamdan yana kullanırım.
Genelde sabahın ilk ışıkları ile kalkan babam, çayımızı demler, masanın ucunda oturarak bizim uyanmamızı bekler, bazen de bu bekleyişten sıkılır, yanağıma koyduğu öpücükle; kahvaltı hazır, kalk mesajını verir.
Bu alışkanlığı, 20 yaşıma gelmeme rağmen hiç terk etmemişti.
Bu sabahsa kalk mesajını“pide” vermişti.
Heyecandan unuttuğum yüzümü yıkayarak, çabucak masadaki yerimi aldım.
Yeni başlayacak hayatımın ailemle olan ilk kahvaltısı; içim kıpır kıpırdı, babam ne güzel düşünmüştü. Bu keyfin krallarda bile olamayacağını düşünerek, pidemin kenarından bir parça kopardım.
O ana kadar sessizce beni izleyip hiç konuşmayan babamın, mutluluğumu onaylaması için gözlerine baktım ki - bu mutlu tabloya hiç de yakışmayan lime lime dökülen haline öylece kala kaldım!
Masada, evin zorla evlendirilmiş gelini gibi duruyordu.
Onun bu sıkıntılı hali, güneşli havamı birden acı demli çay kıvamında kararttı.
Bardağıma döktüğü çaya baktım, o da karaydı. ”Hiç sevmem” diye söylenerek, önce bardağımın içindeki çayın rengini açtım, sonra babamın yaydığı havanın rengini açma çabası ile “ne oldu?” diye korkuyla sordum. Korkarak sordum, çünkü alacağım “bir şey yok” cevabı ,“çok şey var” anlamına gelecekti…
Bilirdim ki babam ciddi konuları sofrada tartışmazdı… hâlbuki bu sabah!…
Babamın acı ve sıkıntılı yüzü “pideyle” aynı ikramın parçasıydı…
Anladım ki çok önemli bir şey olmuştu. Kendi sıkıntısını “ikramını” pidenin arasında sunup daha az acıyla atlatmam, ağzıma vuran kötü tadı daha az algılamam için bu kahvaltıyı seçmişti.
Bana yıllar gibi gelen bir susuştan sonra, biraz sert, biraz çaresiz ifade ile “bir şey yok!“ dedi.
Yaklaşan bir felaketin havasından uzaklaşma çabası ile pideme baktım, arasındaki tereyağ tamda erimemişti. “Gördün mü pide soğukmuş” dedim…
Tereyağını kenara çekerek pidenin içine reçel dökmeye başladım. “Yeter. Döküp durma!” diyen babamın sertçe estirdiği sesiyle uyandım…
“Bir şey yok!” demişti… Meğer varmış!
Uzun yoldan gelmiştim ama yorgun olan ben değildim de sanki oydu. Konuşurken kelimelerin arasında nefeslenip molalar veriyordu.
Uzun bir bekleyişten sonra yolun karşısına geçmeye çalışan yaramaz çocuklar gibi biraz tedirgin: “annenizden ayrılmak istiyorum.” dedi. Karşıya geçmişti ama belli ki işi henüz bitmemişti. Bu sefer ki vurucu atış için çok beklemedi: “artık kafamı dinlemek, sizden de uzak olmak istiyorum.”
“Sizden” dediği! ben ve kardeşim miydi? Öyle ya annemi başka bir cümlede söylemişti.
Daha cümle kurarken bile bizi nasıl da bölmüştü! “kafamı dinlemek istiyorum” diyordu da, acaba yüreğini dinlemiş miydi? Hangi ses sarmıştı vicdanını…
Eve gelmemi bekleyip, en güzel pide senaryosu ile bana düşüncelerini söylemesinden belliydi ki; bu aceleyle alınmış bir karar değildi.
Okulumu henüz bitirmiş, memurluk sınavını kazanmış, tayinimi bekliyordum…
Üniversite hayatım boyunca onlardan uzak kalmış, bu zaman içinde de neler olup bittiğini hiç anlayamamıştım. Belli ki sevgi köprümü uzun zamandır kuramamış, artık çok geç kalmıştım…
Sofranın iki ayrı köşesinde ikimiz... Çoktan çizilen hatların arkasında kalmıştım.
Bir tarafta yıllardır yabancı bir şehirde tek başıma yaptığım mücadele, onların benim okumam için yaptıkları, hayaller, henüz onunla paylaşmadıklarımız, benim ilk maaşımla ona verdiğim vaatler, arkadaşlarımla onu nasıl tanıştıracağım senaryoları, 30 yıllık anıları ile her zaman kaderine razı olmuş annem, diğer tarafta ise “o”…
O anda "o" masada olmamak için ömrümce pide yememeğe bile razıydım.
Benim yıllardır sevgisinden asla şüphe duymadığım, vazgeçilmezi olduğumu sandığım babam, meğer yüreğini çoktan bizden almış, şimdide bedenini götürmek için son hamlesini yapıyor, gözümün içine baka baka ellerimden kayıyordu.
Sağım solum boştu, ne kadar da çaresizdim. Anladım ki, bu konuşma benden evvel herkese yapılmıştı.
Bu yüzden kimse odasından kalkıp masaya gelmiyor, bu son perdeyi birde benimle yaşamak istemiyordu.
Sesimi yükselerek; “neredeler, bu kadar pideyi tek başıma nasıl yiyeceğim!”diye söylendim. Aslında bir imdat bekliyordum.
Babamın yıktığı sevgi köprümüzden artık yüreğine geçemiyordum.
Ne yapmalı, ne demeliydim. Babamla kavgamı etmeliydim, yalvarmalı mıydım, "derdin nedir?" diye sormalı mıydım; şaşkındım.
Hele birde yüzünde ki kararlı ifadeyi görünce! tüm söyleyeceklerimi “pideyle beraber” yuttum.
Henüz çiğnenmemiş bu lokma boğazımı acıttı, bir yudum çayla boğazımı yumuşatmaya çalışarak son bir kez daha yutkundum.
Kendimle olan mücadeleme bakan babam: “karnından konuşur gibi halin var“ dedi.
Tüm konuşulanları yok sayarak, aramızda yeniden bir bağ olur ümidiyle bütün sevgili halimi takınarak “pide hiç pişmemiş, peyniri de acı ben bu pideyi yiyemeyeceğim” dedim.
Bu sözlerimle pideme haksızlık etmiştim. Küsmüş ve soğumuş haliyle tabağımdan bana bakıyordu…
Babam: “nasıl olur” dedi. Beğenmemiş olmam canını sıkmıştı.
Peynirin tadını almak için pidenin kenarından bir parça koparıp ağzına attıktan sonra ”kalk bana bir bardakta çay ver” dedi. Çay ile bir kez daha ümitlendim…
Bardağına çay koyarken, gözlerimden dökülen yaşlar, yağlı ellerimden kayan bardak gibi hızla yanaklarımdan kayıyordu…
Pide krallığım dakikalar içinde, ayaklar altına kalmış, acı bir köleliğe dönüşmüştü.
Onunsa ,sanki 30 yıldır aynı masada oturuyor gibi, sıkılmış bir hali vardı.
Bütün ümitlerimin aksine… kalkmak için sadece lokmalarının sonunu bekledi.
Biliyordu ki, “konuşursam” sözlerimin son lokması hiç olmayacaktı.
Bu konu ile ilgili tek bir söz söylememi istemeyen bakışları ile ayağa kalktı.
Yaşadığım gerçek bir “pide arası” baba vedasıydı…
O an, masanın üzerindeki pideden hiçbir farkım yoktu. Damarlarımda bütün kanım donmuş, buz gibi olmuş, küsmüş halimle babama bakıyordum.
Babalar evlatlarının hayatından bu kadar kolay çıkıp gidebilirler miydi?
O sabah, hayatım boyunca en fazla merak ettiğim sorunun cevabını, en uzun hayallerimi ve kendini (!) bizden alarak çekip gitti…
Bu; “baba kız” son pide keyfimizdi!NURCAN YAZICI.....
YORUMLAR
Off. Boğazıma oturmuş bir yumruyla okudum yazıyı. O sofrada pidelerin boğazıma dizilişi gibi oturdu yüreğime cümleler. Ve vedanın bu denli soğuk oluşu. Yaşanmışlıkları zamanında çözümleme çabası olmadan çekip gitmeler hiç olmasa yada ortak kararlara çizgiler çeke çeke gitmeler olsa bu denli acı gelmez belki, pide arası peynirler. Ruhuma yansıdı. Sevgimle...