Yüreğimden Öp!
-Öpeyim de geçsin.
-Öp de geçsin.
Minik bir el dünyanın en şefkatli dudağına dokunur önce. Az önce dokunduğu sıcaklıktan başka bir sıcaklıkla buluşur. Yakmayan, acıtmayan… Aksine şifaya bulayan, iyileştiren… Sonra da küçük bir buse konar yaralı minik ele. Yukarıdaki sözcüklerin doğruluğunu ispat edercesine geçirir acısını.
O şefkat timsali kulağımıza o büyülü cümleyi her fısıldadığında inandık. Tereddüt etmeden acıyan yerimizi ellerine bıraktık. Hiç düşünmedik “öpeyim de geçsin” kelimesinin ardından acımızın geçmeyeceğini. Çünkü hep geçmişti, hep sarılmıştı yara, hep ilk günkü gibi onarılmıştı.
Düşünüyorum da bu sabah, belki de o ayağının altına cennetler serilen kutsal varlığın bize söylediği tek yalan bu. İşin garibi artık başka dillerden de döküldüğünde inanıyoruz biz bu yalana. Annemizin dudağı kadar şefkatle, annemizin yüreği kadar saf ve temiz dokunacağını sanıyoruz acıyan yerimize. Ama hiç öyle olmuyor işte.
Şimdi başım ellerimin arasında, gözyaşlarımın arkasına kaçmış dua ediyorum.
“Allah’ım ne olur, dilimi yapmayacağım şeyleri söylemekten, kulaklarımı da yapılmayacak şeyleri duymaktan koru. Biliyorum ki senin elinle dokunmayan el, senin dilinle konuşmayan dil şifa bulaştırmaz. Şifana muhtacım Ya Rab! Bana senin lûgatınla konuşanlarla hemhal olmayı nasip et.”
…ve sen annem… Yüreğimden öp beni. Öp ki geçsin kırıklarımın acısı... Başkası derman olmaz derdime bilirim... Belki... Belki sen öpersen yüreğimden sevinirim...